Şükran Hanım göçünce geriye kalan organik, canlı ve manevi evren aile için bambaşka anlamlar kaybetmeye ve kazanmaya başlamıştır anında. 'Kalanlar' bir tiyatro sahnesinde ölüm sonrası duygusal olarak boşalan, yabancılaşan, soğuyan ev ve eşyaların içinde kalakalanların ıssızlığını anlatan dokunaklı bir Itır Karabulut metni. Şiirsel akışı, estetik açıdan güçlü somut/soyut dengesiyle de ayrıca tam bir seyirlik! Yeşim Özsoy'un disiplinler arası sahnelemedeki öncü yetkinliği bu oyunda da kendini göstererek fark yaratıyor ve GalataPerform yapımı oyun, film gibi başlıyor.
Oyunun neredeyse kısa film süresini aşan girişi sinemada olduğunuz fikrine düşürürken mest ediyor çünkü oyuncuların evrenlerine kamerayla mikroskobik tanılar ve derinlik kazandırılırken sahne esniyor, geriliyor ve karakterler üzerinden dört temel arketip olan "anne", "yeniden doğuş", "ruh" ve "hilebaz'' kendiliğindenmişçesine tanımlanıyorlar. Sonrasında az diyalog, bol hareket, dans ve arka perdeden giren görüntüler ile zarif ve sofistike bir ziyafete dönüşüyor Kalanlar. Üzüyor, biraz iç sızlatıyor ve gülümsetiyor… Çünkü biri gidince genelde tarifi zor dağınık, soğuk, yabancı rüzgarlar eser evlerde ve sahnede de böylesi bir ürperme yaratılıyor ki aslında gayet zor ama tekinsiz, acı ve endişe veren yeniden doğuşu da müjdeliyor bir yandan. Merhume Şükran Hanım'ın yakınları evi boşaltmak için dağıttıkları her eşya ile acılarını parçalar, dağılır ve boşalan ev her zamankinden daha ağırlaşırken ölümün kabulüne giden acılı yolda kalanlar kendileri ve birbirleriyle hesaplaşmanın imkansızlığında uzlaşıyorlar. Ve ne yazık ki en yakınlar genelde uzlaşmamakta uzlaşıyor! Ah bu hayat böyledir işte, ölüm bile ders olmaya yetmez ve kalanlar adam akıllı yüzleşip muhasebelerini yapacaklarına birbirlerinden ve kendilerinden kaçmayı seçerler genellikle.
Kalanlar oyununun oyuncularından Enginay Gültekin'e oyun hakkındaki yorumlarını soruyoruz, buyurunuz efendim.
- Oyunda ailesine yabancılaşmış bir kadını canlandırıyorsunuz. Bu yabancılaşma mı gerçekten yoksa varoluş ya da vazgeçiş mi?
Yabancılaşmadan da bahsedebiliriz ama daha ziyade, kırgın bir yerden yeniden var olmaya çalışıyor sanırım Hayriye karakteri.
- Anne Şükran Hanım'ın ölümünden sonra çekirdek ailenin kalan bireyleri arasındaki hesaplaşmayı hatta birbirini suçlaması dahası bir suçlu arama ihtiyacını neye bağlıyorsunuz?
Hepimiz sırtımızda geçmişimizi, düşüncelerimizi, her konunun özelinde kendimizce yaptığımız fedakârlıkları hatırlıyoruz. Günü geldiğinde de hesabı çıkartıp, o gelinen noktadan birbirimizle yüzleşmeye başlıyoruz. Sanırım en derinlerde hepimiz, gidenin ardından onun için elimizden gelenin en iyisini yaptığımızı bilmek ihtiyacındayız. Kendi bütünlüğümüz için, vedalaştığımız insanla sağlıklı bir kapanış yapabilmek için. Bu maalesef her ilişkide gerçekleşemiyor… Hesaplar bitmek bilmiyor… Oyunda aynı anneden doğan iki kardeşin anlattıkları 'anne' neredeyse bambaşka mesela. Hatırladıkları, zihinlerinde tuttukları anıları bambaşka çünkü…
Konuşmaları hesaplaşmaya dönüşen iki kardeş bence bu şekilde içlerindeki zehri akıtıp iyileşmeye giden yolu açıyor. O acıdan özgürleşmeye giden yolu…
- Toplumsal olarak gidenin ardından sağlıklı yas tutabilen bir yapımız olduğunu düşünüyor musunuz?
O kadar kişisel bir deneyim ki birinin kaybı… Herkes kendi zamanında ve istediği şekilde tamamlıyor bu süreci… Toplumsal olarak gözlemlediğim, üzüntünün çok kolaylıkla öfkeye dönüşebildiği. Dokunsan ağlayacak gibi değil de dokunsan kavgaya girecek gibi insanlar görüyorum. Sanırım duygu olarak öfkede durmak, üzüntü ya da acıda durmaktan daha kolay. Kabullenmek ve vedalaşabilmek yaşanan yası mutlaka daha sağlıklı bir sürece dönüştürecektir.
- Oyun Adana'da varlıklı sayılabilecek bir aile düzeninde de paylaşma ve paylaşamama hallerini örneklendiriyor? Neyi paylaşamıyorlar sizce?
Anılarını, sevgiyi, çocukluklarını, annelerini… Yaşamak mümkünken yaşanamamış bir ömrü paylaşamıyorlar aslında. Yaptığımız seçimler, verdiğimiz kararlar ve sonuçlardan yaptığımız çıkarımlar bizi biz yapıyor. Karşılaştığımız bedeller ya da ödüller kendimiz hakkında ne düşüneceğimizi belirliyor. Bütün bu bilgiyle geldiğimiz noktada en yakınlarımızla bile birbirimizden çok uzağa düşebiliyoruz.
- Oyunda anaerkil bir ailede annenin ölümünden sonra birbirine tutunmaya teşebbüs etmeye dahi korkan kız kardeşlerin ıssızlıkları can yakıyor. Başaramadıkları nedir ya da tamamlanması imkansız duygu nedir ki giderek uzaklaşıyorlar? Anaerkil yapı bile çözüm sunmuyor mu diyor metin?
Metnin böyle bir önermesi var mı bilmiyorum. Ancak güçlü soruları var. Biri gidince arkasında ne bırakır? Geride bıraktıklarından ne kalır? Kim kimin kalanıdır? Kim kimde ne kadar kalır?... Oyun Adana'da sıcak bir günde, bir cenaze evinde buluşan beş kadının eşyalarla ve birbirleriyle olan ilişkilerinin hikâyesini anlatıyor. Eksilmek ve kalmak üzerine bir oyun. Ben oyundaki kız kardeşlerin (Hayriye ve Ayla) ilişkilerine yıllar sonra bıraktıkları yerden devam ettiklerini düşünüyorum. Çocuk ve ergen oldukları zamandan. Başka türlüsünü bilmediklerinden daha çok çocuk egosuyla, kavga ederek, küstükleri bir yerden konuşuyorlar birbirleriyle. Daha önce söylenmemiş pek çok şeyin söylendiği, hesaplaşmaya dönüşen bir beraberlik yaşanıyor… İlişkideki gerginliklerin sebebine baktığımda altında gördüğüm şey sevgi, özlem, kırgınlık ve birbirlerine duydukları ihtiyaç aslında…
- Aileyi terk eden ve tüm hayatını ailesine adayan iki zıt kutup gibi görünen kız kardeşlerden biri diğerinin devamı, kalanı ya da başka türlü bir tekrarı mıdır? Ya da tamamen tezat nasıl olunur aynı ailede?
Durumlar, koşullar, istekler ve beceriler karakter oluşumunda çok belirleyici. Ve evet tezat olunabilir aynı ailede. Benim bir erkek kardeşim var benden beş yaş küçük, hiç benzemeyiz mesela. Ben dışa dönük, geveze ve meraklı bir çocuktum. Arif'de içe dönük, sessiz ve kendi dünyasında yaşayan bir çocuktu. Aynı evde, aynı anne babayla, aynı okullara giderek, evde aynı hayata tanıklık ederek ve aynı sofraya oturarak farklı insanlar olduk. Hiç benzemeyiz ama çok büyük bir sevgiye sahibiz. İyi ki!
Hayriye ve Ayla arasındaki ilişkinin de özünde sevgiden oluştuğunu düşünüyorum.
Kırgınlıkların, kızgınlıkların, söylenememiş şeylerin en altında elbette sevgi var. Ayla'nın ablasıyla ilgili yaşadığı çok güçlü bir hayal kırıklığı var. Hayriye'nin de seçtiği hayatın içinde ödediği bedeller var. Kayıplarının ardından neyin kaldığının, neyin gittiğinin, kimin kaldığının ve gittiğinin yüzleşmesi gerçekleşiyor oyunda.
- Ah bir de gidenin ardından kalan eşyalar, nesneler, objeler, şeyler… Nerede, nasıl ve neden bir türlü sığmaz olurlar dünyaya? Finale doğru boşalan sahne seyirciye neler söylüyor?
Gidenin ardında bıraktıkları, kalanlar… Onca hatıra… Sonra o kalanlardan, sizde kalmaya devam etsin diye seçtikleriniz… Oyunda başından sonuna bir eşya toplanması var, eşyaların bir yerden bir yere taşınıp bir araya toplandığını görüyoruz. Eşyalardan ayrılmak da vedanın bir parçası gibi geliyor bana. Bırakmak, bırakabilmek… Hem yas hem iyileşme süreci için çok gerekli vedalaşabilmek.
Yazan: Itır Karabulut Yöneten: Yeşim Özsoy Sahne Tasarımı: Eda Soylu Müzik Tasarımı: Çağrı Beklen Kostüm Tasarımı: Şansım Adalı Işık Tasarımı: Ayşe Sedef AyterReji Asistanı: Ezginur Köycü Işık Operatörü: Umut Rışvanlı Uygulayıcı Yapımcı: Nezih Cihan Aksoy Yapım Asistanı: Furkan GüderPoster Tasarım: Burçak BeşlioğluFotoğraf: Deniz YılmazOyuncular: Kübra Balcan, Enginay Gültekin, Nilay Erdönmez, Elif Ongan Tekçe ve Suna Keskin1. Sahne Kısa Film Yönetmeni: Özgürcan Uzunyaşa 1. Sahne Senaryolaştıran: Yeşim Özsoy, Özgürcan Uzunyaşa Yardımcı Yönetmen: Buse Nur Can Görüntü Yönetmeni: Ahmed Hamdi Eren Kamera Asistanı: Okan GençSes Tasarım ve Mix: Eren DönmezKurgu: Anıl Okçu |