Siyasetçilerin kameralar çekildikten, kapalı kapılar arkasına geçtikten sonra birbirleriyle nasıl konuştuklarını hep çok merak etmişimdir. Meclis'teki güreş-boks görüntülerini saymıyorum, onu biraz pankreas dövüşü gibi, biraz gösteri sanatları kategorisinde değerlendiriyorum. Şu sayınlar, hanımefendiler, bayların kullanılmadığı zamanlar peşinde olduklarım.
Kapalı kapıların en fazla sırlarını sızdırdığı siyasetçi kanımca eski başbakanlardan Tansu Çiller oldu. Çiller'in, bir toplantı sırasında Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin'in başına kül tablası fırlattığı sızmıştı dışarı, zaten sabrının sonuna gelen Gültekin'in de görevinden bunun üzerine istifa ettiği mesela. Çiller'in bir dönem en yakınındaki isimlerden Esat Kıratlıoğlu'nu kum torbasına çevirdiği de yine dışarıya sızan bilgilerdendi. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir basın toplantısında, "Merkez Bankası Başkanını görevden aldık çünkü laf dinlemiyordu," sözündeki bu "laf dinlemiyordu" kısmı da alarm zillerini çaldıran konuşmalardandı bende. Acaba Murat Çetinkaya görevinden sadece bir resmi yazıyla mı alınmıştı? 17-25 Aralık'ın dört bakanından Erdoğan Bayraktar'ın "görevinden affından" sonra Cumhurbaşkanı ile kapalı kapılar arkasındaki görüşmeleri de çok spekülasyona neden olmuştu yine.
Kapının önünde medya mensupları varken kapıların arkasında yapılan son görüşme Meral Akşener-Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesi oldu. İki taraf da ser verip sır vermediler. Toplantı çıkışındaki yüz ifadelerinden kül tablalarının fırlatılmadığı, en azından Meral Hanım-Kemal Bey çizgisinde bir görüşme olduğu anlaşılıyordu. Ondan bir önceki kapalı kapı görüşmesi ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki "kıskançlık, rekabet yok, biz dostuz" temalı görüşmeydi.
Kılıçdaroğlu-İmamoğlu görüşmesi bana eski İstanbul Belediye Başkanlarından Ahmet İsvan'la CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün, Ecevit'in genel başkanlık yarışına girdiği dönemdeki kritik bir görüşmesini hatırlattı. Görüşmenin elli yıl önce yapıldığı düşünülürse hâlâ parti içinde bu dil mi hâkim bilemiyorum. Herhalde aradan geçen bu kadar zamanda parti içinde hizip alışkanlığı değişmese de dilinde bir değişim olmuştur diye düşünüyorum. Bu kadar dolaylı bir dil kullanılmıyor olsa gerek.
İş Bankası Kültür Yayınları için Başkent Gölgesinde İstanbul kitabının genişletilmiş baskısını hazırlarken o dönemi etraflıca konuşma fırsatım olmuştu İsvan'la. Bülent Ecevit'in mektubunu vermek üzere randevu almak üzere 13 Nisan 1971'de İnönü'yü arar İsvan. Telefonu Mevhibe Hanım açar. Paşa, "O gelmesin, ben ona geleceğim," der. İsvan şaşırır ve telaşlanır. Kayınvalidesinin evinde kalmaktadırlar ve evde de tadilat vardır. Görüşme, Levent'teki evde 14 Nisan'da gerçekleşir. İnönü evin girişinde asılı olan İsvan'ın kayınpederi Kemal Doğan Paşa'nın büyük bir çerçeve içindeki üniformalı fotoğrafının yanından geçerken, "Çalımından da geçilmezdi!" diye laf atmayı ihmal etmez. Doğan Paşa, 19 Mayıs'ta Atatürk'le birlikte Samsun'a çıkanlardan ve büyük taarruzun topçu müfettişlerindendir. İnönü'nün çocuklarla ilgili ayrıntılı soruları, Reha İsvan'ın artık gelenekselleşen sütlü kahve servisinden sonra, Reha Hanım'la Mevhibe Hanım bir köşeye, İnönü ile İsvan da bir başka köşeye çekilirler.
Buluşmanın konusu yaklaşan kongre ve genel başkan seçimi olduğu halde İsvan'ın bütün ataklarına rağmen İnönü konuya hiç girmez. İnönü savaş anıları üzerinden söyleyeceğini söylemeyi seçer. Cephede bir komutan varmış. İnönü'ye savaş taktiği konusunda bir öneride bulunmuş ama Paşa kabul etmemiş. Bu komutan ısrar etmiş, bir daha aynı görüşü dile getirmiş. Paşa yine teklifi reddetmiş. Bu sefer komutan önerisini yazıyla bildirmiş. Paşa sonunda komutanı çağırmış: "Bana bak iki gözüm. Bir görüşün var. Bir söyledin, olmaz dedim. Bir daha söyledin, yine olmaz dedim. Bir de yazıyla bildirdin. Olmaz dedim. Ben Garp Cephesi komutanıyım, sen emrimde bir komutansın. Sana o görüşüne aykırı emir veriyorum. Yapacak mısın?" Tahmin edileceği gibi komutan yapacağını söylemiş. Savaşın kazanıldığı düşünülürse haksız da değilmiş. İsvan, İnönü'nün anlattıklarından ana fikri gayet net biçimde çıkarmıştır.
"Ben genel başkanım, sen benim partimde bir politikacısın. Sana görüşlerine aykırı emir veriyorum. Yapacak mısın?" İsvan, "Paşam söylediğinizi anladım," der. İnönü yan yana oturduğu İsvan'ın bacağına bir tokat atar, "Anlarsın, anlarsın…" der ve Mevhibe Hanım'a döner, "Kalk Hanım gidiyoruz!" der. Ecevit'in mektubu hâlâ İsvan'ın cebindedir ve konuyla ilgili tek kelime kuramamıştır. Ancak kapıda, "Paşam Ecevit'in mektubu…" diyebilir. "Haa, evet ver onu," der İnönü, mektubu alıp katlayıp cebine koyar. İnönü bu ziyareti Ecevit'in mektubunu almak için değil, İsvan'ı yaklaşan seçimlerde kendisini desteklemesi için yapmıştır.
Kuşkusuz ne İmamoğlu Ecevit ne Kılıçdaroğlu İnönü ne de yaklaşan seçim bir partinin genel başkanlık seçimi. Konu, bir türlü net ifade edilmeyen ve gerekçelendirilmeyen, imalarla ortada bırakılanlar. Yine de herkese mutlu yıllar.
Şengün Kılıç kimdir? Şengün Kılıç, Gazi Üniversitesi, Maliye Fakültesi'nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı'na devam etti. 1986 yılında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda muhabirlik, editörlük ve haber müdürlüğü yaptı. Biz ve Onlar/Türkiye'de Etnik Ayrımcılık (1992, Metis Yayınları), Beyaz Bir Düş (2004, Epsilon Yayınları), Sinemada Ulusal Tavır/Halit Refiğ Kitabı (2006, İş Kültür Yayınları), Erozyon Dede, Hayrettin Karaca Kitabı (2008, İş Kültür Yayınları), CHP'li Yıllar 1946-1992 (2010, İş Kültür Yayınları), Hayatım Mücadeleyle Geçti/Kemal Kurdaş Kitabı (2010, İş Kültür Yayınları), Çayın 90 Yılı (2014, Kesişim Yayınları), Haberde Yargı/Yargı Haberciliği Elkitabı (2019, bianet), Kadehlerdeki Dudak İzleri (2002, Overteam,) adlı kitapları yayımlandı. |