Haftaya Mehmet Barlas sayesinde/yüzünden son derece ciddi ve sıkılarak 150'likler olayıyla ilgili TBMM tutanaklarını okuyarak girdim ama daha on beş yirmi sayfa okumuştum ki, şu "Pokemon surat" işi patladı. Sedat Peker bu işe de el attı ve olayın tüm ciddiyeti bir anda kaçtı. Casper ve Pembe Panter kuşağı olarak, çevrede çocuk da olmayınca, bu Pokemon işleri epey uzak hayatımdan. O günden sonra ne zaman "ciddi" bir kitap açsam, Pokemon nedir, "Pokemon surat" nasıl olur soruları geldi oturdu karşıma. Bir yandan İnternet'ten Pokemon izlerken bir yandan da bu nedirin cevaplarını bulmaya çalıştım. Wikipedia'da ayrıntılı bir açıklaması var ama özetle şöyle bir şeymiş: "The Pokémon Company tarafından yönetilen Japonya kökenli bir video oyunu olarak çıkan daha sonra çizgi roman ve animeye uzananan medya imtiyazıdır. Pokémon, 1995 yılında Satoshi Tajiri tarafından yaratıldı. İmtiyaz, "Pokémon eğitmeni" denilen insanların spor amacıyla yakalayıp eğittiği ve dövüştürdüğü "Pokémon" adlı kurmaca hayvanları konu alır. İmtiyazı oluşturan tüm eserler Pokémon evreninde geçer." Derin Pokemon çalışmalarım sırasında Mehmet Barlas'tan da yeni bir yazı geldi bu arada, yazdıkları bir fanteziymiş! Teşekkürler Mehmet Barlas, gitti haftanın ilk yarısı.
Hareketli geçen haftanın ortasından itibaren tartışma -Sedat Peker ifşalarını ayrı tutarak- yine Mehmet Barlas ve her dönemde iktidar yanlısı gazeteci olmasına kaydı ve eski defterler açıldı. Yok efendim eskiden solcuymuş da sonradan dönmüş de darbeci Kenan Evren'in de en yakınıymış, Süleyman Demirel'in de Tansu Çiller'in de Turgut Özal'ın da ve devamında tabii ki Tayyip Erdoğan'ın da. Bazıları iktidar sever -ya da çoğunluk mu?- basın tarihine baktığımızda her dönem örneğini görmemiz mümkün. Demokrat Parti-Cumhuriyet Halk Partisi çatışmalarında iki partinin taraftarı olduğunu saklamayan gazeteler çıktığını, yazarların da canhıraş biçimde partilerini savundukları gizli değil. Hatta Mehmet Barlas'ın babası tek parti döneminin bakanlarından, gazeteci ve hukukçu Cemil Sait Barlas da iktidarı kaybettikten sonra CHP'nin en ateşli savunucularından Son Havadis'i çıkarmıştı.
Daha on sekiz yaşındayken, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra CHP temsilcisi olarak Kurucu Meclis'te görev alan baba Barlas'tan gazeteyi devralan Mehmet Barlas, iktidarı da muhalefeti de yakından tanımış ve böyle kritik noktalarda medyanın gücünü tatmış biri olarak belki de o yaşta bir karar vermiş ve iktidar tarafında olmanın daha "mantıklı" olacağına kanaat getirmiş olabilir.
Hem CHP'nin tek parti olduğu yıllarda hem de çok partili dönemde önemli gazeteci, yazar ve politikacıların uğrak yeri olan evlerinde hararetli tartışmaları içinde büyümüş Barlas. 1950'de ilk çok partili genel seçim öncesinde, daha sekiz yaşındayken eve getirdiği propaganda malzemesi belki de gelecekte seçeceği yolun da ilk ipucunu vermiş olabilir! "14 Mayıs 1950'de ilk serbest genel seçim yapıldı. O sırada yuvarlak cep aynaları vardı. Arkalarında parti flamaları olurdu. Halk Partisi'ninkinde altı ok, Demokrat Parti'de de DP harfleri... Ben de o aynalardan aldım. DP olandan. Eve geldim, 'Bak baba, ne aldım,' dedim. Güldü tabii." (Dün Dündür-Mehmet Barlas Kitabı, Göksan Göktaş, Turkuaz Kitap, 2019)
CHP'nin henüz ortanın soluna sapmadığı bu dönemde Mehmet Barlas, babası vasıtasıyla sosyalizmin özüne de vakıf olmuş: "Babam, 1960'larda da Sosyalistlik Yolları ve Türkiye Gerçeği kitabını yazdı. O kitabı bana dikte etti, ben yazdım. Böylece daha 17-18 yaşlarımdayken sosyalizmin özünü öğrenmiş oldum."
Siyasetle parti liderleriyle olan yakın ilişkisi üzerinden ilişki kurmayı tercih eden Mehmet Barlas'ın anıları arasında en dikkat çekici diyaloglardan biri CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ile 1965 seçim yenilgisi sonrası yaptığı söyleşisinde geçiyor: "İnönü'yü, babam öldükten sonra, 1965 seçimleri ertesinde gördüm. Cumhuriyet gazetesindeydim… Seçimin galibi olan Süleyman Demirel'e Yılmaz Çetiner, İsmet İnönü'ye de ben gitmiştim gazete için söyleşi yapmaya. CHP tarihinin en büyük seçim yenilgisi, İnönü'yü ziyadesiyle üzmüştü. Partideki odasına girdim. Beni, 'Hoş geldin Cemil Sait'in oğlu,' diye karşıladı. 'Paşam, üzülmeyin. Biz sizi destekliyoruz,' dedim. Dikkatlice baktı, 'Siz kimsiniz? Beni kim destekliyor?' diye sordu. 'Paşam, biz Cumhuriyet gazetesi olarak sizi destekliyoruz,' dedim. 'Bak Cemil Sait'in oğlu. Sen çocuksun. Hiçbir gazete, hiçbir politikacıyı desteklemez. Bugün destekler gibi görünüp yarın tersini yaparlar. Bir daha destekliyoruz deme sakın. Ben destekliyorum dersen, bu anlaşılır,' dedi."
Çocukluk arkadaşı İsmail Cem'in 1974'te TRT Genel Müdürü olarak atanmasıyla, devlette görev süresi yeterli olmadığı için vekaleten de olsa TRT Haber Dairesi Başkanlığı'na televizyonculuğa geçen Barlas'ın CHP ve solla son yakınlığı da bu dönem. Doğduğundan itibaren politikanın içinde olmuş, gazetecilikle siyasi görüşün flu alanında yaşamış biri olarak iktidardan ayrı kalamamasına çok da şaşırmamak gerek. Burada suçlunun aslında bir daha kolay kolay iktidar yüzü görmeyen CHP'nin olduğunu söylemek lazım! Bu anlamda Sedat Peker, "Çaresizlik ne kötü? Korku iklimi oluşturmak için elde malzeme kalmayınca pokemon suratlı Mehmet Barlas'ı sahaya sürmüşler. Beklemeyi sevmeyen, ilk gelen otobüse binen kaplama Mehmet; sen boğazdaki lüks mekanlarda gezmeye, iş bağlamaya devam et. Kıpraklık yapma" twiti ile büyük haksızlık yapmış.
Mehmet Barlas, eşi Canan Barlas ve oğlu Cemil Barlas hepsi de gazeteci, üstelik de aile olarak (oğul Barlas zaman zaman durumu biraz karıştırsa da) siyasi çizgi açısından tam bir uyum içindeler. Her dönem iktidarı sever ve desteklerler. Barlas medyada tavrını asla gizlemese de "yandaş" eleştirilerinden rahatsız olsa gerek verdiği bazı söyleşilerde şikâyet etmeden duramıyor:
"Ailesini eleştirdiğim için Özal'la iki sene küs kaldığım zamanlar da oldu, ama ölene kadar onu savundum. Doğruydu yaptıkları. Pek çok şeyi değiştirdi. Öldüğü zaman herkes çarşaf çarşaf övgü yazıları yazdı. 'Ben bütün bunları o henüz hayattayken de yazmıştım' dedim. Hürriyet'teydim. Şimdi bakın, nasıl Özal'la her konuda uyuşamıyorsam Recep Tayyip Erdoğan'la da her konuda uyuşamayabilirim. Ama Recep Tayyip Erdoğan'ı sonuna kadar savunur, bunun kavgasını da sonuna kadar veririm. Büyük resme bakıldığında, Türkiye'yi aldı ve bir yerden bambaşka bir yere taşıdı. Özal'ın açtığı yollara asfalt döşeyip başka bir yüzyıla hazır hale getirdi Türkiye'yi. Ben imam hatip mezunu değilim, o imam hatip mezunu. Farklı kültürlerden geliyoruz, her konuda fikirlerimiz aynı değil, dış politikada uyuşmadığımız bir sürü mesele var ama açık söyleyeyim, Erdoğan'ı kimseye yedirmem. Özal için de böyle hissetmiştim. Öte yandan Ecevit ya da Demirel'le de yakın hukukum oldu ama onlar için hiçbir zaman böyle hissetmedim." (Kaynak)
Medya ve siyaset iç içe geçmiş, uyum içinde iki kaşık. Bu uyumlu ilişkide çoğunlukla medya sahipleri ve arada çalışanları güçlerini abartıp (bakınız Aydın Doğan) siyasetin ve siyasetçilerin iplerini ellerinde tuttukları yanılsamasına kapılıyor. Adı üzerinde, yanılsama, herkes bir gün attan düşer.