ATİNA
Daha önce de yazmıştık. "Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesi için illa depremleri mi beklemek lazım" diye.(12 Haziran 2022)
Nitekim yine öyle oldu.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu "ilişkileri düzeltmek için depremleri beklememek lazım" dedi ve uzun bir aradan sonra diyalog kapılarının tekrar açılacağının işaretini vermiş oldu.
Atina, Çavuşoğlu'nun bu ifadesini memnuniyetle karşıladığını açıkladı.
Son üç yıldan bu yana devam eden Türk-Yunan ilişkilerindeki gergin dönem bir türlü yatışmadığı gibi daha tehlikeli boyutlar kazanmaya yüz tutmuştu.
Öyle ki, siyasi ve diplomatik gözlemciler bu tıkanmadan nasıl çıkılacağına dair herhangi bir formül bulmakta zorlanıyordu.
Türkiye Yunanistan'ı; Yunanistan da Türkiye'yi kendisine bir tehdit olarak görüyor; sanki her an bir savaş çıkacakmış gibi yayınlar yapan her iki ülkedeki yayın organları yangına körükle gidiyordu.
Aklı selimlerin neredeyse "vatan haini" olarak ilan edildiği girilen bu çıkmaz sokakta, iki ülke ilişkilerinde ilk defa bu denli uzun soluklu ve tehditlerle dolu eylem ve söylemlere tanık oluyorduk.
Aynı dönemde her iki ülkenin yetkili makamları, kendi çıkarlarına göre yorumladıkları "uluslararası hukuk kurallarından yana ve diyaloga her zaman açık olduklarını" açıklamaktan geri kalmıyordu. Ama sonuç alınamıyordu. Çünkü yapılan bu "diyalog çağrılarına" tahrik, ve tehditler eşlik ediyor ve "geri adım atmama" politikaları izleniyordu.
Türkiye'den yükselen sesler, Yunan milliyetçi damarları; Yunanistan'da yükselen sesler Türk milliyetçi damarları kabartır hale geliyordu. Tam bir kısır döngü içine girilmişti.
1999 yılında da benzeri gerginlikler yaşandı. İlişkiler tıkanma noktasına gelmişti.
17 Ağustos 1999 depremi, adeta her şeyi değiştirecekti. Bu tarihe kadar Türkiye'yi düşman olarak gören Yunan basını bir gece içinde tavır değiştirmiş; Yunan halkı gayri ihtiyari insani yardım kampanyaları başlatmıştı.
İki hafta sonra Atina'yı vuran depremde de o döneme kadar Yunanistan'ı düşman olarak gören Türk basını da tavır değiştirmiş; Türk halkı Yunanistan'a yardım eli uzatmıştı.
Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Yunanistan'a dayanışma için Atina'ya gelmiş; dönemin Atina Belediye Başkanı Dimitris Avramopoulos ile -bugüne dek devam ettiği söylenen- dostluk ilişkileri kurmuştu.
Aynı deprem yılının Aralık ayında Helsinki'de toplanan AB liderler zirvesinde Yunanistan, Türkiye'nin aleyhinde kullandığı tüm vetolarını kaldırmış; Türkiye'nin AB üyelik adaylığı resmen kabul edilmişti.
Önceki gün o dönemin Dışişleri Bakanı Yorgos Papandreu ile yolda karşılaştım. Eskiden tanışıklığımız olan Papandreu'ya 1999 depremlerinden sonra dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Türk-Yunan ilişkilerinde nasıl yeni bir sayfayı açmayı başardıklarını sordum.
Papandreu'nun anlattıklarından "depremlerin halklar üzerinde yarattığı duygusal tepkileri bir yana, depremlerin sayesinde Dışişleri Bakanlarının da, ilişkilerin düzelmesine olumlu bakışlarını dışa vurması için bir fırsat yakalandığı" sonucunu çıkardım.
Ancak bu irade elbette sadece bu iki Bakan'a ait değildi, arkalarında aynı görüşü paylaşan güçlü birer hükümetin de iradesi ve desteği vardı.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile Yunan Başbakan Kostas Simitis, Bakanlarına "yürü kulum" demişler ve aslında halkların başlattığı Türk-Yunan ilişkilerindeki yakınlaşma, Dışişleri Bakanlarının karşılıklı saygı ve iyi niyeti ile ilişkilerin "işbirliği ve dayanışma" yörüngesine girmesi sağlanmıştı.
Depremler sayesinde kurulan bu iyi ilişkilerin devam etmesi için çözümü kolay olmayan anlaşmazlıklar bir kenara bırakılarak iki ülke arasında alçak düzeyli denen "ekonomi, turizm, ticaret, kültür ve halk ilişkilerini güçlendirecek adımların atılmasına karar verildi. Aynı anlayışla iki ülke arasında "askeri ilişkiler" başlayacak Güven Artırıcı Önlemlere ağırlık verilecekti.
Kıta sahanlığı ve deniz yetki alanlarının belirlenmesi konularında görüş alışverişini öngören istikşafi/istişari görüşmeler de aynı dönemde başlatılacaktı.
Kaydedilen tüm bu olumlu gelişmeler 2009'da Ankara ile Atina'nın, "Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyinin" oluşmasına ve her iki ülkede rotasyon usülü yılda bir kez liderlerin başkanlığında toplanması kararının alınmasına yol açmıştı.
Sonraki yıllarda her şey aniden çöküverdi. İlişkiler yeniden gerginleşti.
Bu kez anlaşmazlıklar zincirine Doğu Akdeniz'de hidrokarbon denen sondaj hakları sorunu halkası eklendi. Taraflar 2019'dan bu yana adım adım ilerleyen gerginliğin yatışması için hiç özen göstermedi. Bunun yerine -yayın organlarının da katısı ile- halkları korkutacak yapay da olsa "savaşa hazırlık" havası yaratıldı.
İlişikiler tam tıkanmışken ve kriz tavan yapmışken yine deprem oldu. Halkların yardımına yine halklar koştu. Yunanistan'ın her bir kentinde depremzedelere yardım kampanyaları başlatıldı. Uzun atlamada dünya rekoru kıran Miltos Tentoglou, -sembolik de olsa- depremzedelere parasını vermek üzere kendisini dünya şampiyonu yapan ayakkabılarını müzayedeye çıkardı. Panathinaikos, AEK, PAOK gibi büyük futbol ve basketbol takımları maç tahsilatlarını depremzedelere ayırdı.
Belli ki insanlar savaş naraları değil; yardımlaşma ve dayanışma istiyor, aynı 1999 da olduğu gibi.
Halkların duyguları, arzuları apaçık ortada. Şimdi önemli olan İsmail Cem gibi Yorgos Papandreu gibi babayiğitlerin şimdi de var olup olmadığı; Bülent Ecevit gibi Kostas Simitis gibi liderlerin olası yeni babayiğitlere destek verip vermeyeceği.
Bu soruların yanıtlarını her iki ülkede yapılacak seçimlerden sonra iktidarda bulunacak hükümetlerin tutumları verecek.
Hodri meydan...