ATİNA
Bu yılın 10 Kasım sabahında da Türkiye'nin Atina Büyükelçiğinde her yıl aynı gün ve saatte düzenlenen Atatürk'ü anma töreni vardı. Büyükelçi Burak Özügergin'in ev sahipliği yaptığı törene büyük ilgi gösterildi.
Bir dakikalık saygı duruşundan sonra Büyükelçinin, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili yaptığı kısa konuşmasından sonra, çay, kahve ikram edildi.
Neoklasik mimari ile 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş Büyükelçilik binasının içindeki salonda, sefaret mensuplarından başka Atina'daki Türk kurumlarında çalışanlar, gazeteciler ve Atina'da yaşayan Türk vatandaşların yanı sıra bu yıl ayrıca, Atina'yı ziyaret etmekte olan Galatasaray Üniversitesinden birkaç öğrenci ile Kadir Has Üniversitesinden Atina Üniversitesine belirli bir süre için misafir öğretmenlik yapmak için gelen bir Do.ç Dr. ve Batı Trakya'dan küçük bir gurup vardı.
Ayaküstü sohbetlerimizde, Türk ve Yunan üniversiteleri arasında öğretim üyelerinin karşılıklı olarak misafir edildiği; Kadir Has Üniversitesinde de misafir Yunan hocaların ders verdiğini; iş insanlarının iki ülke arasında hâlâ mekik dokuduğunu; günde beş uçak seferi yapıldığını; THY'de bazen Yunan pilotların da çalıştığını, yeni açılan İzmir-Selanik feribot hattından sonra sırada Selanik-İstanbul demiryolunun tekrar açılması gerektiği vs. gibi konuları konuştuk.
Ancak Galatasaray Üniversitesinin öğrencileri ile tanışmam beni çok etkiledi. Kendilerini Galatasaray Üniversitesi "Uluslararası Hukuk ve Diplomasi Kulübü" üyeleri olan tanıtan öğrencilere Atina'ya niçin geldiklerini sordum. Atina Üniversitesi ile "ortak bir çalıştay" yapmak için hazırladıkları bir projeyi sunmak için geldiklerini söylediler.
Konu oldukça ilgimi çektiği için ertesi gün üç Galatasaray Üniversitesi öğrencisi ile Atina'nın merkezinde buluştuk. Hayata geçirmek istedikleri projenin Atina üniversitesinde görüştükleri profesör ve öğrenciler tarafından ilgiyle karşılandığından söz ettiler.
Projenin konusu da oldukça ilginç. Her şey yolunda giderse ilk çalıştay önümüzdeki yılın ilk aylarında İstanbul'da yapılacak, ikincisi de Atina'da.
Çalıştayda "Kıbrıs ve Türk-Yunan anlaşmazlıkları" gibi her iki ülkenin de gündeminden düşmeyen "yakıcı" konular görüşülecek, tartışılacak. Ama nasıl görüşülecek ve nasıl tartışılacak? İşte projenin "albenisi" de burada yatıyor.
Proje, yıllar önce Fransızlarla Almanların, Amerikalılarla Sovyetlerin aralarındaki anlaşmazlıkları, yalnız gidermek için değil; "karşı tarafın görüşlerini anlamak için" geliştirilen oldukça yapıcı bir yöntemi anımsatıyor.
Yani çalıştaydan önce örneğin Ege anlaşmazlıklarında Türk öğrenciler Yunan tezlerini, Yunan öğrenciler de Türk tezlerini iyice okuyup anlayacaklar. Çalıştayda da Türk öğrenciler Yunan tezlerini, Yunan öğrenciler de Türk tezlerini savunmaya çalışacaklar.
Amaç, iki ülke arasındaki sorunların yalnız kendi ülkelerinin kaynaklarından değil, karşı ülkenin kaynaklarından da yararlanarak öğrenmek, karşılaştırmak ve bir sonuç çıkartmak.
Yani "empati" dediğimiz, kendini karşısındakinin yerine koyarak düşünme sanatını yapmayı öğrenmek.
Yarının diplomatları, siyasetçi ya da yöneticileri, kim bilir, belki bu gibi çalıştaylardan sonra olaylara daha objektif bakabilecek; karşı tarafın kaygılarını, hassasiyetlerini, endişelerini, hatta kompleksleri varsa bunun nedenlerini bir zamanlar öğrendiği için, karşısındakine daha makul davranabilecek, daha yapıcı bir siyaset yapabilecek.
Çünkü öyle bir döneme girildi ki, her iki ülkenin siyasetçileri de diplomatları da, -maalesef basını da- karşı tarafın tezlerini ve haklarını neredeyse "yok hükmünde" sayıyor.
Öğrencilerle yaptığım sohbet, içime biraz olsun su serptiğini kabul etmem lazım. "Demek ki her şey bitmemiş" dedim içimden.
Yani yeni kuşak, belki başlarındaki değerli ve aydınlık hocalarının da teşviki ile böyle bir çalıştay düzenlemeyi göze alabilmişler.
Demek ki bu yeni kuşak (bazen Z kuşağı da deniyor) her şeye rağmen; bu patırtı, gürültü ve "Sen değil, ben haklıyım" söylemleri arasında karşı tarafın görüşlerini de ilk elden öğrenmek, bilmek istiyor.
Aslında bu görevi, yani karşı tarafın görüşlerini aktarma görevini, yakın bir geçmişe kadar basın üstleniyordu. Ama basın da bu görevinden feragat edince, ve "sahibinin sesi" olunca, genç kuşak için geriye, illa da hırlaşmak, savaşmak değil, yüzyüze tanışmak, görüşmek, tartışmak ve ortak bir noktada buluşmak gibi, medeni insanların yaptığı gibi doğal ve mantıklı ilişkiler kurmak da kalıyormuş.
Öğrencilerden bu çalıştay projesinin ayrıntılarını dinlediğimde bu çocukların gayretini, hani bazen yoldan geçerken görüp şaşırırız; duvar çatlakları, beton yarıkları arasında bir çiçek; bir filiz çıkar ya; işte onun gibi bir şeye benzettim. Bu süregelen karamsarlık içinde ümitleniverdim.
Gençlerin, öğrencilerin, onların da çocuklarının daha mantıklı, daha barışçıl bir yaşam için verdikleri ve verecekleri bu gibi mücadelenin ilk etapta karşılaştığı sorun ise, bütçe sıkıntısı. Yani çalıştayın düzenlenmesi için Yunan öğrenciler, Türkiye'de, Türk öğrenciler Yunanistan'da nasıl ağırlanacak? Bunun hesabını yapıyor, umutsuzluğa kapılıyorlar.
Silahlar için harcanan milyar dolarlar aklıma geliyor. Türkiye ile Yunanistan'ın kaç savaş uçağı, savaş gemisi, İHA, SİHA derken yaptıkları olağanüstü -hem de karşı tarafa göz dağı vermek için- harcamalar karşısında bir gurup genci -hem de barış ve bilimsel amaçlı- ağırlanmasının bedeli ne olabilir ki?
Kendilerine verdiğim ilk tavsiyem "sakın ola yılmamaları" oldu. İkinci tavsiyem, eğer kendi ülkelerinde bu proje için mali destek verecek Bakanlık (mesela Dışişleri), holding, banka, iş insanları, hayırsever bulamazlarsa -ki bulmaları zor gözüküyor- Avrupa Birliğinin fonlarına başvurmaları oldu.
Çünkü bildiğim kadarıyla Avrupa Birliğinin, AB üyesi (mesela Yunanistan gibi) bir ülkenin bir kurumu ile AB üyesi olmayan (mesela Türkiye gibi) başka bir ülkenin kurumu arasında yapılacak ortak çalışmaları teşvik eden fonları var.
O AB ki, Türkiye ile Yunanistan arasında bir çatışma olasılığında AB'nin bile dağılabileceğinden ödü patlıyor; o zaman iki ülkenin barış isteyen ve empati yapmak isteyen gençlerine yardımcı olsun.