Rusya ile Ukrayna arasında "savaş çıktı çıkacak" endişeleri tam yol devam ederken, Türk-Yunan anlaşmazlıklarının ne denli hafif ve yüzeysel kaldığı bir kez daha anlaşılıyor.
Türkiye bir yandan son yıllarda arasının açık olduğu ülkelerle arasını düzeltmek içim birçok adım atarken, Yunanistan'la arasındaki ilişkilerde hiçbir değişiklik gözlenmiyor.
Mesela Türkiye'de son iki yıldır yapılan resmi açıklamlarda Ege'deki Yunan adalarının 1923 Lozan ve 1947 Paris anlaşmalarındaki "silahtan arındırılması" şartının ihlal edildiğinden şikayet ediliyor ve silahtan arındırılmazlarsa bu adaların egemenliklerinin "tartışma konusu" olacağı uyarısında bulunuluyor.
Bu konuda gerek Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, gerek Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın gerekse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat yaptığı açıklamalar Yunanistan'da ince elenip sık dokunuyor. Adalarla ilgili yapılan bu açıklamalar hemen her gün Yunan medyasının gündemine taşınıyor.
Yunan siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler siyasi analiz yapanlar, Türkiye'den gelen bu açıklamaları "provokatif, tehditkâr ve tahrikkâr" olarak yorumluyorlar.
Adaların niçin silahlanmak zorunda kaldıklarını da şöyle açıklıyorlar: "Evet, bu adaların silahlandırılması belki Lozan ve Paris anlaşmalarına karşı olabilir ama bu adalar, Türkiye'nin 1974'te Kıbrıs operasyonundan sonra 'olası bir Türk-Yunan savaşı çıkabileceği' gerekçesiyle Yunanistan'ın meşru müdafaa hakkını kullanarak ve BM kartasının 51. maddesine dayanılarak adaların savunmaya yönelik silahlandırıldıkları..."
Aynı yorumcular, Türkiye gibi büyük ve askeri açıdan güçlü bir ülkenin, Ege'de sırf ada halkını korumak için silahlandırılmış olan irili ufaklı Yunan adalarını kendisine bir 'tehdit' olarak görmesine de bir anlam veremiyorlar.
Yunan hükümeti, Türkiye'nin konuyla ilgili BM'ye gönderdiği şikayet mektubuna karşı BM'ye kendi görüşlerini kaleme alan bir mektup gönderdi.
Yunanistan bu mektubunda özetle:
1- Bu adaların 1974'te Türkiye'nin Kıbrıs operasyonundan sonra savunmalarının güçlendirildiği
2- Türkiye'nin 1974'ten sonra Akdeniz'in en büyük çıkartma gemilerine sahip NATO dışında kurduğu Ege ordusunun varlığı" gerekçesi gösterildi.
Mektupta ayrıca "bu adaların silahlanma amacı bütünüyle savunmaya yöneliktir" ifadelerine yer verildi.
Yunanistan'da yapılan yorumlarda "Türkiye, meşru müdafaa hakkı gerekçesiyle Suriye'ye askeri operasyonlar düzenlerken, Kıbrıs'ta 1974'ten bu yana hâlâ asker bulundururken, Ege ordusundaki çıkartma botları bize göre Yunan adaları için bir tehdit oluştururken, Yunan adalarını kendisine göre bir tehdit oluşturmadığını bilecek kadar deneyimli bir ülke ise o zaman niçin 46 yıl aradan sonra Yunan adalarının silahlanmasını gündeme getiriyor? Olası bir çatışmada adalar savunmasız mı kalmalı? Bundan kim yararlı çıkar?" gibi kaygılar dile getiriliyor.
Kaldı ki Yunanistan'da, herhangi bir hükümetin Ege'deki adalarını silahlardan arındırması, "savunmasız bırakıldıkları" gerekçesiyle ada halklarının isyan etmesine ve o hükümetin aynı gün iktidardan düşmesine yol açacağı görüşü hakim.
Adaların tamamen silahtan arındırılması ise ancak ve ancak Türk-Yunan ilişkilerinin örneğin bir Fransa-Almanya ilişkisi benzerine dönüşmesi ya da Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği ile mümkün olabileceği inancı hakim.
Adalar konusu, Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıklar zincirine eklenen sadece ufak bir halka.
Ege'deki anlaşmazlıklara şimdi bir yenisi daha eklendi. O da Doğu Akdeniz'deki "çekişme zinciri".
2020'de başlayan "Adaların kıta sahanlıkları olmalı mı olmamalı mı" tartışması Doğu Akdeniz'de iki ülkenin savaş gemilerini burun buruna getirmişti.
Türkiye, adaların kıta sahanlığı hakkına sahip olmadığı görüşünde.
Yunanistan ise deniz hukuku anlaşmasının adalarla ilgili maddeleri uyarınca "üzerinde yaşanan her bir adanın kıta sahanlığı hakkı olduğu" görüşünde.
Ama aynı deniz hukuku anlaşmasının, "kıta sahanlığı hakkına sahip olan adaların yetki alanlarının kıyıdaş ülkelerle görüşülmesi; eğer anlaşma sağlayamazlarsa, tarafların uluslararası mahkemelere başvurması " ile ilgili tavsiyeleri her iki ülke tarafından da göz ardı ediliyor.
Çünkü biliyorlar ki uluslararası mahkemelerin vereceği kararlar bağlayıcı olacak ve taraflar kendi savundukları tezlerinin bir kısmından ödün vermek zorunda kalacaklar. Böyle "bağlayıcı bir karar"ın ne Türkiye'yi, ne de Yunanistan'ı yüzde yüz tatmin etmesi mümkün.
Uluslararası deniz hukuku uzmanı Prof. Tore Henriksen'in deyişiyle "uluslararası mahkemeden çıkacak çözüm kararı tarafların hiçbirini memnun etmeyecektir ancak çıkacak sonuç her bir taraf için yararlı olacaktır."
Anlaşmazlıkların "sürüncemede" bırakılması, anlaşılan her iki ülkenin de "siyasi açıdan" işine yaramakta.