Hepimizin sevdiği işi yapmak gibi bir lüksü olmayabilir.
Ancak, iş konusunda seçim hakkınız olmasa bile, işi yapış konusunda seçim hakkınız mutlaka vardır.
Bazı uygulamalar harika ve cazip bir işi sıkıcı bir angaryaya , bazı uygulamalar ise angarya bir işi muhteşem bir oyuna çevirebilir.
Mark Twain'in ''Tom Sawyer 'in Maceraları'' adlı romanındaki kurgusal karakteri Tom, Polly Teyze'nin 30 metrelik çitini kireçle boyamak gibi son derece sıkıcı bir işi yapmak durumunda kaldığında hikayemiz can bulur. Verilen işin aslında ilk bakışta hiç bir cazibesi bulunmamaktadır. Tom da söz konusu durumdan hiç de memnun değildir. Bu iş karşısında gözüne hayat son derece sığ, varoluş bir külfet olarak görünmektedir. Tom tam umutlarını yitirmek üzereyken arkadaşı Ben çıkagelip onla dalga geçmeye başladığında aklına ışıltılı bir ilham gelir. Bir çiti boyamanın lanet bir angarya olmadığını, bilakis benzeri olmayan bir ayrıcalık olduğunu ifade eder. Çit boyamanın cazibesini öyle ballandıra ballandıra anlatır ki, etkilenen Ben bir kaç fırça darbesini vurmak istediğinde Tom bu isteği geri çevirir. Ben bu işi yapabilmek için elmasını teklif edene kadar onun boya yapmasına müsaade etmez. Onları gören diğer arkadaşları da oyunun bir parçası olmaktan kendini alıkoyamaz. Çiti hep birlikte hatta bazen aynı yerden birden fazla kez geçerek boyarlar. Böylece ortaya önemli bir motivasyon kuralı çıkar; ''İş birinin yapmaya mecbur olduğu, oyun ise mecbur olmadığı bir eylemdir.'' Yaptığınız işi oyun haline getirmeniz halinde yaratıcılığın içsel motivasyonu artar ve işi severek yapar hale gelirsiniz.
Motivasyon unsurları arasında, Zevk alma temelli içsel motivasyon yeni bir proje üzerinde çalışırken kişinin kendi yaratıcı yönünü belirgin bir şekilde hissetmesinin en güçlü ve en kalıcı güdüsüdür.
Davranış bilimciler, işimizde yaptıklarımız veya okulda öğrendiklerimizi genelde ''Algoritmik'' ve ''Keşifsel'' diye ikiye ayırır.
Algoritmik bir görevde sonuca ulaşmak için yerleşik bir dizi yönergeyi izlemeniz, formüle edilen süreçleri takip etmeniz yeterlidir.
Keşifsel bir görev ise bunun tam tersidir. Ortada hiç bir algoritma yoktur. Olasılıkları değerlendirip yeni bir çözüm yolu keşfetmeniz gerekir.
Yirminci yüzyılda işlerin son derece önemli bir kısmi algoritmik idi. Charles Dickens'ın, Viktor Hugo'nun romanlarını besleyen, Marx'ın ideolojisine kaynaklık eden, Şarlo'nun her an yedeklenmesi mümkün, üretime katma değeri sıfır olan ''mekanik insan tiplemesiyle'' sanatsal ifadesine kavuşan bu dönem, insanı makine olarak gören verimliliği merkeze alan ödül-ceza uygulamaları ile kontrolu ele alan Taylorizm'de ifade bulmuştur. Taylor, Havuç-Sopa (Ödül-Ceza) yöntemini uygularken zaten işin sıkıcı ve mecburi olduğuna baştan ön kabul olarak yaklaşmıştır.
Günümüzde iş yapış şekilleri ise komple değişmiş durumda. Bütün gün aynı vidayı sıkarak iş yapmanız artık mümkün değil. Mavi yakalıların yerini beyaz yakalılar alsa bile, beyaz yakalıların da yerini bilgisayarlar almaya devam ediyor. Gerek kol gücünün de gerekse de basit entelektüel emeğin de yerini bilgisayar yazılımları alıyor ve dış kaynak kullanımı giderek artıyor.
Bugün Amerika'da istihdam büyümesinin sadece yüzde otuz kadarını algoritmik çalışma ile yapılan işler oluşturuyor. Keşifsel işler ise işgücü pastasının yüzde yetmişini meydana getiriyor.
Rutin işler outsource yöntemiyle veya otomasyon ile aşılabilirken, rutin olmayan, empati gerektiren, sanatsal ve keşifsel işler ise insanı merkezine alarak yoluna devam ediyor.
Bir anlamda algoritmik işleri matematiğe, keşifsel işleri ise edebiyata benzetmek mümkün.
Burada ortaya çıkan kritik tespitler;
Artık iş dünyasının piramit organizasyonları yassılaştıkça kurumlar kendi kendini motive edebilen kişilere ihtiyaç duymaya başlıyor. Bu durum bir anlamda para almaksızın, haftada 20-30 saatini ayırarak dünyanın en geniş ve en popüler ansiklopedisi olan wikipedia gibi şaşırtıcı bir yapıyı ortaya çıkaran ekiplerin amatör ruhu ile çalışmaya benziyor.
Özüne bakarsanız; istemci kurum ihtiyacı ile çalışacak adayların ihtiyaçları birbirinin aynısı. İki tarafta temelde dört özellik arıyor; Yaratıcılık, tutku, esneklik ve içtenlik.
Artık bazı istemci kurumlar adaylara görüşme esnasında “Sizi motive etmemize ihtiyacınız olacaksa, büyük ihtimalle çalışacağımız kişi siz olmayabilirsiniz” diyebiliyor.
Eğer adaysanız ve benzer bir soru ile de muhatap kalırsanız; “Kurumunuzda bu şekilde çalışacaksam, harici motivasyonu arttıran havuç-sopa gibi klasik uygulamaları da bir kenara bırakıyor olursak, ilham veren, içsel motivasyonu tetikleyebilen uygulama ve iş tanımlarına, en önemlisi bu değerlere sahip çıkıp destekleyecek bir yapıya sahip misiniz?” karşı sorusu ile durumu kristalize etmenizde hiç bir sakınca olmayacaktır.