16 Nisan 2015, Marmara Tıp Fakültesi için hüzünlü bir gündü. Fakültenin Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Işıl Barlan’ı aniden kaybetmenin şoku ve acısı ile sarsılan öğretim üyeleri, öğrenciler, arkadaşları, hastane çalışanları dolu bir salonda onu hissetmeye çalıştık. Salona girdiğimde Işıl Barlan’ın birinci sınıf öğrencilerine verdiği fakülte açılış dersinin videosundan sesi yankılanıyordu. Bir an orda olduğunu düşündü sanırım birçok insan. Konuşmasından, hekimliğe ve bilime ne kadar tutku ile bağlı olduğu anlaşılıyordu ama esas, duygularını ve deneyimlerini öğrencilerine geçirmekten, onlarda yankılanmaktan, öğrencilerinde filiz vermekten coşku duyduğu görülüyordu. Biraz o Karadeniz kadınlarının burunlarından aldıkları güzellik ve dik duruşla ama her kelimenin hakkını vererek konuştuğu Türkçe ile etkili ve çok güzel bir konuşmaydı dinlediğimiz.
Onu değil ama 15 yıl önce yine aniden kaybettiğimiz çok sevdiği hocası Prof. Dr. Müjdat Başaran’ı tanır ve severdim. Ara sıra jüri görevi için gittiğim Marmara Tıp Çocuk Kliniğinde bir iki konuşmuşluğumuz, beraber bir şeyler yapalım demişliğimiz vardı ama öğrencilerine yaptığı konuşmayı dinleyince güçlü bir akrabalık hissettim ve onla yaşarken arkadaşlık edemediğim için hayıflandım. Müjdat Başaran bir önceki kuşağın, Işıl Barlan ise bizim kuşağın (78’liler diyelim) temsilcisi olarak bilim yolculuğunu birbirlerini tamamlayarak ve severek kat etmişlerdi. Yaşamlarında misyonu öne koyanların erken gitmesi üzücü. Hayat böyle biraz; iyiler erken gidiyor sözü doğru mu acaba düşünüyor insan. Ölümler, yaşam üzerine düşünmeyi de sağlıyor; yani nasıl yaşadığımız ve bu dünyaya neler bırakılabileceğimiz üzerine düşünme imkanı sunuyor. Arkadaşları ve öğrencileri çok güzel anlattılar Işıl Barlan’ı; benim gibi onu daha az tanıyanlar emeği değer bulmuş, etkili olmuş bir bilim insanını yitirmenin hüznü ile ayrıldı salondan.
Işıl Barlan, 6 Mart 1958’de Trabzon’da doğmuş ve çocukluğu bu şehirde geçmiş. Liseyi Robert Kolej’de, tıp fakültesini Cerrahpaşa’da okumuş ve daha sonra Harvard Üniversitesi’nde geçen 3 yıl dışında hep Marmara Tıp Fakültesi çocuk kliniğinde çalışmış. Konuşmalardan yaşamındaki en önemli karşılaşmanın Prof. Dr. Müjdat Başaran olduğunu ve onu yitirdikten sonra biraz da onu çalışmalarında yaşatarak akademik hayatına devam ettiğini ve onu anmadığı tek bir günün bile olmadığını öğreniyoruz. İmmünoloji gibi çocuk hekimliğinin kenarda kalmış ama çok önemli bir alanına uzun süredir emek veren Işıl Barlan, ulusal ve uluslararası bir çok ödülün sahibi olduğu gibi hastalarının sosyal sorunlarına sahip çıkan, onları sarıp sarmalayan bir hekim kimliği ile çalışmış.
Çocuk hekimi olmak, çocuk varoluşunu sürdürebilmenin yanı sıra çocuklarla zenginleşen bir yaşam imkanı da sunar. Bunu hak etmek için ise çok çalışmak gerekir. Törende içi yanarak konuşan ve uzun zamandır en yakın çalışma arkadaşlarından olan Prof. Dr. Mustafa Bakır, onun “mesleği ve hastaları için canından fazlasını veren birisi olduğunu ve almanın revaçta olduğu zamanın ruhuna inat vermenin örneği bir yaşama sahip olduğunu” söyledi. Yine Mustafa Bakır, Müjdat Başaran ve Işıl Barlan’ın dünya görüşü kendilerinden farklı olduğunu bildikleri halde kendisine zor zamanlarda sahip çıktıklarını ve kucakladıklarını söylerken aslında giderek yok olan birlikte yaşama kültürü için onlara teşekkür ediyordu.
Yaşlı anne ve babasının tekerlekli sandalyede oturarak çocuklarına veda ettiği törende en kısa ama en etkili konuşmalardan birisini onun yetiştirdiği hekimlerden Doç. Dr. Elif Karakoç Aydıner yaptı: “Dün sabaha kadar hayat bizim için çok basitti. Sabahları birbirimize günaydın der, sonra çalışmaya koyulurduk. Sonra akşam olur ve iyi akşamlar diyerek gün biterdi. Şimdi o yok ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Bundan sonra her şey çok zor olacak”. Müjdat Başaran’ının da arkadaşı olan ve törene yakasında onun resmini de taşıyarak katılan şair Sunay Akın ise “ İnsan için hisse senedi değil, hisli insanlar biriktirmenin daha önemli olduğunu, kendisinin aydınlık bir insanı yitirmenin acısını hissettiğini, onu tanıyan birisi olarak esas ağlaması gerekenin öğrencileri ve hastaları olduğunu, çünkü bundan sonra ondan yoksun olacaklarını” söyledi.
Birkaç yıl önce katıldığım bir Avrupa Çocuk Endokrin Kongresi’nde en prestijli ödülü alan ve Berlin Charite Tıp Fakültesi dekanı da olan Annette Grüters, “ Ayrı ayrı iyi hekimler ve bilim adamları var ama bilim adamı-hekim türünün kaybolmaya yüz tuttuğunu ve kendisinin dekan olarak misyonunun bu türün korunması, geliştirilmesi olduğunu” söylemişti. Öğrencilerine yaptığı konuşmada hekimlikle bilimi birleştirmenin heyecanını aktaran ve anneleri iyi dinleyerek nasıl iyi araştırmalar yapılabileceğini anlatan Prof.Dr. Işıl Barlan, sanırım ülkemizde de giderek kaybolan “bilim adamı-hekim” türünün iyi örneklerinden birisiydi. Işıl Barlan’ın hastanedeki odasının panosunda “ Umut yoksa, düş yoksa o günü ömürden saymayalım, zaten” yazdığını söyledi bir arkadaşı. Bu sözü, ondan bize kalanları anlatan bir özdeyiş olarak kabul edebiliriz sanırım. Dileriz geride kalanlar onun mirasını koruyabilir ve ileriye taşıyabilir. Hepimizin başı sağ olsun.
İzleme önerisi
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1. sınıf öğrencilerine, Prof. Dr. Işıl Barlan’dan unutulmayacak ilk ders...