Dünyamızın geleceği için ciddi bir soruna dönüşen küresel ısınmaya yönelik önlemleri konuşmak üzere, geçen iki hafta boyunca Glasgow'da 26. Taraflar Konferansı (COP26) yapıldı. 1992'den beri her yıl düzenlenen bu etkinliklerin bu seneki gündemi 2015'te imzalanan Paris Sözleşmesi'nden sonraki gelişmeleri tartışmaktı. Bu amaçla pek çok ülkenin devlet başkanları, çevre kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve çevre gönüllüleri bir araya geldi.
Bu sene Paris Sözleşmesi'ni imzalayanlar arasına Türkiye de katıldı ama COP26 ülkemizde yeterince gündeme gelmedi. Oysa küresel ısınmadan en fazla etkilenecek ülkeler arasındayız. Bu yazı kaleme alındığı sırada henüz COP26 sonuçlanmadığı için oradaki tartışmalara kısaca değinmekle yetineceğim.
Gidişattan anlaşılan o ki, küresel ısınmayı kontrol altına almak için şimdiye kadar yapılanlar ve verilen sözler yeterli değil. Artık, sıcaklık artışını 1,5 derecede tutmanın mümkün olamayacağı ve 2,4 derecenin bile aşılabileceği konuşuluyor. Bu da son dönemde sıklıkla görmeye başladığımız kuraklık ve sel felaketleri gibi iklim sorunlarının artarak devam edeceğini gösteriyor.
Bilindiği gibi şu anda dünyada en fazla sera gazı üretimi Çin'den kaynaklanıyor. Başkan Şi Cinping COP26'ya katılmadı ama Çinli yetkililer iklim konusunda ciddi önlem almayı planladıklarını söylediler. Öte yandan, Amerika'da Biden'in seçim öncesinde çevre konusunda atmayı hedeflediği adımların hepsi gerçekleşecek gibi görünmüyor.
Hindistan da karbon sıfır için 2070 yılını yani oldukça uzak bir hedefi işaret etti. Türkiye'nin hedefi ise 2053'te karbon sıfır noktasına ulaşmak. Gelişmekte olan ülkelerin uzun vadeli plan yapmaları nispeten anlayışla karşılanıyor.
2030'a kadar elektrik üretiminde kömür kullanımına son verilmesi için önemli ülkeler imza verdi. Buna karşılık Çin, Rusya ve ABD'nin geri durduğu ancak Avustralya'nın imza verebileceği söyleniyor. Bilindiği gibi, birçok ülkede fosil yakıt tüketimini azaltmak için petrol ile çalışan araçların üretiminin durdurulması için takvim belirleniyor.
Önemli bir hedef de 2030 yılına kadar tarla veya mera açmak amacıyla ormanların kesilmesini engellemek. Bu amaçla, az gelişmiş ülkelere mali destek verilmesi düşünülüyor. Umarız bu önlemler, toplantıda yapılan konuşmalardan ibaret kalmaz.
Çevre gönüllüleri bu konferansın uzaktan elektronik ortamda yapılarak enerji tasarruf edileceğini hatırlattılar. Özellikle de Glasgow civarındaki havaalanlarını dolduran jetleri göstererek, iklim krizi tartışılırken yaşanan bu çelişkiye işaret ettiler.
Aslında yukarıdaki konularda bireyler olarak neler yapabileceğimiz de çok önemli. Kantar araştırma şirketi tarafından gelişmiş sekiz ülkede yapılan kamuoyu araştırmaları halkın iklim değişikliği konusunda oldukça duyarlı olduğunu gösterdi. Çoğu insan kendilerinin yeterince önlem aldığını, buna karşılık devletlerinin bu konuda gerekli adımları atmadığını düşünüyor. Öte yandan, toplumun yüzde 46 kadarı daha fazla fedakârlık yapmak konusunda ise istekli olmadığını söylüyor.
Ben bu yazıda, çevre kirliliği ve iklim krizi için vatandaşlar olarak bizlerin de yapabileceğimiz şeyler olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bu amaçla, özellikle de Türkiye için güncel bir örnekten bahsedeceğim. Geçenlerde çöpten kâğıt toplayan üniversite mezunları konusunu tartışmıştım. Şimdi geri dönüşebilen kâğıdın ne kadar kıymetli bir hammadde olduğunu ve ormanları korumak için onun çöpe atılmaması gerektiğini vurgulayacağım. Bence kâğıdın önemini anlamak için tarih boyunca, kullanımındaki çeşitlilik ve yaygınlığı hatırlamakta yarar var.
İlk insanlar, yazı benzeri ilk işaretleri önce taş, kil tablet, deri, kemik ve ağaç parçaları üzerine kaydetmeye başladılar. Yazının icadı ile Çin'de ve Mısır'da sazlardan elde edilen papirüsün kullanılması büyük bir atılım sağladı ama yazının küresel ölçekte yaygınlaşması için yeterli olmadı. İki bin yıl kadar önce Çin'de kenevir kullanılarak kâğıdın üretilmesi medeniyetin gelişiminde çok önemli bir basamak oldu. Bu yöntem yazının ve yazılı metinlerin yaygınlaşmasına fırsat verdi. Buna ilaveten, şemsiyeler, yelpazeler hatta kâğıt paralar yapılmaya başlandı.
Kâğıt üretim teknolojisi İslam dünyasına, 8. yüzyılda Orta Asya'daki savaşlarda esir düşen Çinliler tarafından getirildi. Yapılan geliştirmeler sonucunda pek çok çeşitli bitkisel maddeler kullanılarak, farklı özelliklere sahip kâğıtlar üretildi. Kâğıdın yaygınlaşması kitapların ve belgelerin kolay taşınabilir hale gelmesini sağladı. Kervanlar çoğaltılan değerli el yazmalarını Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında pek çok yere ulaştırdı. Avrupa'nın kâğıt ihtiyacı da Orta Doğu'daki üreticiler tarafından karşılandı.
Avrupa'da kâğıt üretimi ilkin Endülüs'te ve İtalya'da başladı. Matbaanın icadı ile birlikte artan kâğıt talebini karşılamak için üretim bütün Avrupa ülkelerinde yaygınlaştı. Avrupa'da kitap yanında yeni keşfedilen ülkelerle ilgili haritalar da basılıyordu. Kısa bir süre sonra büyük Avrupa şehirlerinde gazeteler satılmaya başlandı. Bu şekilde kitaplar ve haberler hızla yayıldı, bilgi çağının kapısı aralandı.
Günümüzde kâğıt için; kitap ve gazetenin çok ötesinde kullanım alanları bulunuyor. Örneğin, tuvalet kâğıdı, havlu, tabak, bardak, paketleme malzemeleri, kutular ve inşaat malzemeleri gibi sayısız ürün karşımıza çıkıyor. Pandemi döneminde, internetten yapılan alışverişin yükselişi ile paketleme malzemelerinin tüketiminde beklenmedik bir artış oldu. Bu nedenle çöpteki atık kâğıt yüzdesi yükseldi. Şimdi atık olarak karşımıza çıkan kâğıdın yarattığı fırsat ve sorunlara değinelim.
Kâğıdın hammaddesi olan selülozun yüzde 90'ı ağaçlardan elde ediliyor. COP26 toplantısı kapsamında, küresel ısınmayı engellemek amacıyla artık bütün dünyada ormanların kesilmesinin engellenmesi gerektiği konuşuldu. Günümüzde kâğıdın en önemli kaynağının ağaç olması geri dönüşümü çok kritik hale getiriyor. Aslında, gelecekte doğal ormanlar kâğıt üretimi için bir kaynak olmaktan çıkarmalıyız. Sadece endüstriyel ormanların ve kenevir gibi bitkilerin kâğıt üretiminde kullanılması mümkün olabilir.
Kâğıt geri dönüşümü giderek çok önemli bir işlem olacak gibi görünüyor. Artık yeni kâğıt fabrikaları ormanların yanına değil büyük şehirlerin yakınına kuruluyor. Avrupa ve Amerika'da toplanan atık kâğıtların bir kısmı ihraç ediliyor. yüzde 60-70 seviyesinde geri dönüşüm sağlayan ülkeler bile bu oranı yukarı çekmeye çalışıyorlar. Geri dönüşümü yapılan cam, metal ve plastik atıklara kıyasla daha fazla itina gösterilen kâğıt mümkün olduğu kadar tek başına toplanıyor. Kâğıdın kalitesini korumak için ayrı toplama çok önemli. Çünkü özellikle de mutfaktan kaynaklanan çöplere karışması durumunda kâğıdın geri dönüşümü zorlaşıyor, hatta imkansızlaşıyor.
Gelişmiş ülkelerde kâğıt, kaynağında ve özellikle de evlerde çöpe atılmadan önce ayrılıyor. Hatta bazı ülkelerde kâğıdı diğer çöplerle karıştıranlar cezalandırılıyor. Bu nedenle, yurt dışında yaşayanlar, kâğıdın Türkiye'de neden çöpe atıldığını ve belediyeler tarafından ayrı toplanmadığını sorguluyorlar. Bu konuda belediyelerin ve vatandaşların yapması gerekenleri bir kere daha değerlendirmek gerekiyor.
Geri dönüşümü sağlanan her 1 ton kâğıt 17 ağacın kesilmesini engelliyor. Bunun yanında 2,5 ton petrol ve 26 ton su tasarrufu mümkün oluyor. Yani kağıdın çöpe atılması ağaçların kesilmesi yanında üretimde kullanılan çok miktarda enerji ve suyun da kaybı anlamına geliyor.
Dünyada her yıl 350-400 milyon ton kâğıt üretiliyor. Bunun yaklaşık 7 milyon tonu Türkiye'de tüketiliyor. Onların yarısına yakını geri kazanılıyor ve üretimde kullanılıyor. Atık Kağıt ve Geri Dönüşümcüler Derneği (AGED) tarafından 5 üniversiteye yaptırılan araştırmaya göre ilkemizde 3 milyon ton kadar kâğıt çöp olarak gömülüyor. Çöpe giden bu miktarda kağıdın selülozdan üretilebilmesi için, yaklaşık 51 milyon ağacın kesilmesi gerekir. Başka bir deyişle, iki yıllık dönemde her bir vatandaşımız için ormanlardan bir ağaç eksiliyor.
Ormanlarımız selüloz üretimi için uygun ve yeterli değil. Bu nedenle, büyük miktarlarda kâğıt hammaddesi ve kâğıt ithal ediyoruz. Geri kazanım da yeterli olmadığı için, ayrıca üretimde kullanılmak üzere başka ülkelerden geri dönüşebilen kâğıt ithalatı yapılması gerekiyor. AGED tarafından verilen bilgilere göre, Türkiye'de üretim kapasitesi ve ihracatı artarken geri dönüşebilen kâğıt ithalatına sınırlama getirildi. Üreticiler geçmişte kullandıkları atık kâğıdın yüzde 80'ini ithal edebilirken şimdi bu miktar yüzde 50'ye indirildi. Yakın gelecekte yapılması planlanan yatırımlar için hammadde sıkıntısı çekileceği, AGED tarafından öngörülüyor.
İstanbul'da kişi başına günde 1 kilodan fazla atık toplanıyor. Bu da günde 20 bin ton civarında çöpün gömülerek bertaraf edilmesi demek oluyor. Bu nedenle, en önemli çevre sorunlarından biri de büyük şehirlerimizde birikmekte olan çöpler için yeni depolama alanlarının bulunması. Bazı illerimizde toplanan çöplerin büyük bir kısmı vahşi depolama yapılıyor yani doğrudan açık alanlara dökülüyor. Toplanan çöplerin OECD ülkelerinde sadece yüzde 42'si depolama alanlarına giderken Türkiye'de bu oran yüzde 90'a ulaşıyor. Yani biz topraklarımıza iki katı kadar fazla çöp gömüyoruz.
Bazı gelişmiş ülkelerde ise haftanın belli bir gününde çöp kamyonları sadece kâğıt atıkları topluyor. Bazı ülkelerde ise şehirlerde sadece kâğıt için özel çöp konteynerleri var. Bu şekilde kâğıdın diğer atıklarla karışarak ıslanması engelleniyor. Onların baca şeklindeki kapakları içerisine dışarıdan ulaşılmasını da engelliyor.
Türkiye'de son yıllarda bazı belediyeler atıkların ayrı ayrı toplanması için deneme çalışmaları başlattı ancak henüz şehirler ölçeğinde kâğıtlar evlerde ayrılarak toplanmıyor. Mutfak atıkları ile karışık olarak çöp torbalarına konduğu için belediyelerin katı atık tesislerinde çöpten kâğıt geri kazanımı da zorlaşıyor. Aşağıdaki resimde İstanbul sokaklarında bir çöp toplama noktası görülüyor. Çöp torbaları sokak hayvanları tarafından parçalandığı zaman da kâğıtlarla mutfak atıkları birbirine karışıyor.
Türkiye'de belediyeler atık kâğıtların kaynağında ayrılmasını ve ayrı toplanmasını sağlamadığı için kâğıt toplayıcıları sağlıksız koşullarda risk alarak çalışıyorlar. Bu sorunu çözmek sokak toplayıcılarının kendi başlarına yapabileceği bir iş değil. Çankaya Belediyesi bu konuya ilginç bir yaklaşım geliştirdi ve sokak toplayıcılarını sigortalı işçi yaptı.
Türkiye'de geri dönüşümün öneminin henüz yeterince anlaşılmadığını söyleyebiliriz. Bu konuda yapılan iki ayrı bilimsel çalışmada vatandaşlarımızın geri dönüşüm konusunda yeterli bilgi sahibi olmadıkları ve belediyelerimizin de gerekli önlemleri almadıkları ortaya çıkıyor.
Kâğıdın geri kazanımı için ülkemizde gerekli önlemler alınması sadece çevre ve iklim değişikliği için önemli değildir. Ayrıca ekonomik olarak ciddi ölçekte tasarruf söz konusudur. Bu nedenle kâğıt geri dönüşümünde gelişmiş ülkelere yakın seviyeleri hedeflemeliyiz.
Geri dönüşümün faydaları konusunda halkımızın bilgi sahibi olmasını sağlamak ilk adım olmalıdır. Özellikle ilkokuldan itibaren öğrencilere kâğıdın geri dönüşümünün çevre ve ekonomi için önemi konusunda bilgi verilmeli ve evlerde ayrı toplama ödüllendirilerek teşvik edilmelidir. Bu şekilde öğrencilerin aileleri ile bu bilgileri paylaşmaları sağlanmalıdır.
Belediyelerin de ayrı toplama için altyapılarını hazırladıktan sonra eğitim vererek ayrı toplamayı sağlamaları gerekiyor. Sokaklarda kâğıt toplayan gençlerin durumu da belediyelerden çözüm beklemektedir. Onların sigortalı işçilere dönüştürülmesi değerlendirilmelidir.
Son Söz: Kâğıtları çöpe atmak ormanların kesilmesine neden olur.