2006 yılında Çin'de kurulan Shenzhen Institute of Advanced Technology (SIAT) 15 yılda 10500 patent başvurusuna ulaşarak bu konuda dünyada ilk sıralara yerleşti. Bu üniversitenin Akademik Konseyi Başkanı Prof. Dr. Wei Zhao'ya bu başarının sırrını sordum. Cevabı, kaliteli akademisyenleri görevlendirmek ve onların çalışmalarını ciddiyetle takip etmek, oldu. Bu seçkin araştırmacılar için elbette uygun ücretler ve proje destekleri sağlanıyordu. Patentler de ayrıca ödüllendiriliyordu. Bunlar herkesin iyi bildiği ama pek az üniversitenin becerebildiği işler.
Bizim üniversitelerimiz ise sık sık intihal olayları ile gündeme gelirken, en yetenekli mezunlarımızı da beyin göçü ile kaybediyoruz. Daha önce de bu köşede eğitim ile ilgili sorunlarımızı ve bunların çözümlerini pek çok değerli akademisyenle tartıştık. Bu yazıda, dijital çağın üniversitelerinden ve beş yüzyıl önce kaçan tarihi bir fırsattan bahsedeceğim.
15. yüzyılda Avrupa'da matbaa ile birlikte yeni bir üniversite modeli şekillenmeye başladı. Birçok ülkede kitaplar yazıldı, çeviriler yapıldı ve patentler verildi. Avrupa şehirlerinde gazeteler çıkmaya başladı. Yeni keşfedilen kıtalarda sömürgeler oluşturuldu. Sanayi devriminin temelleri atıldı. İlk matbaayı icat eden Çin onu eğitimde kullanamamıştı. Bu önemli fırsatı yakalayan Batı; eğitim, bilim ve teknolojide küresel liderlik koltuğuna yerleşti.
Osmanlı Devleti, Musevi ve Hristiyan vatandaşlara matbaa kullanma izni vermesine rağmen, Müslüman halkı birkaç yüzyıl engelledi. El yazması kitaplar çok pahalı olduğu için onlara sahip olmak bir ayrıcalık olarak kaldı. Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren Küçük Buzul Çağı'nın dondurucu soğukları, savaşlar ve veba üst üste geldi. Kapitülasyonlar ithal ürünlere vergi muafiyeti sağlarken, çiftçiler artan vergileri vermemek için tarlalarını terk etti. Yüksek enflasyon (Para tağşişi) ve yüksek faiz halkı fakirleştirdi.
Takiyeddin Rasathanesinin yıkıldığı dönemde, medreselerin de bozulduğunu, Kâtip Çelebi ve Koçi Bey gibi yazarlardan öğreniyoruz. Artık talebeler olay çıkarıyor ve isyanlara karışıyordu. İslam bilim tarihçisi rahmetli Prof. Dr. Fuat Sezgin, o dönemden sonra dikkate değer bilimsel bir eser bulamadığını söylemişti.
18. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde başlatılan eğitim ve sanayi hamlesi yeterli olmadı. Aynı dönemde, benzer bir yeni yapılanma başlatan Japonya ise çok daha başarılı oldu.
Cumhuriyet'in ilanından sonra yeni bir kalkınma stratejisi geliştiren Türkiye, hızlı bir şekilde okullar ve fabrikalar kurdu. Kapitülasyonlar kaldırıldı ve gümrük vergileri yükseltildi. Çağdaş tarzda üniversiteler kuruldu.
20. yüzyılın ortalarında Türkiye ile benzer durumda olan Güney Kore, 1970'lerden itibaren ciddi bir gelişme gösterdi. Günümüzde Kore ile kıyaslayınca, Türkiye'nin eğitim, bilim, teknoloji ve sanayide ne kadar geri kaldığı daha iyi anlaşılabilir. Küresel rekabetin uzaya taşındığı ve yapay zekânın her alana girdiği bu yüzyılda, eğitim, bilim ve teknoloji, ülkemizde hâlâ gereken seviyede değil.
Geleceğin üniversitelerini konuşmadan önce, gelin mevcut akademik yapıyı inceleyelim.
Yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle son dönemde ortaya çıkan, "Boş Baklava, Boş Tost ve Boş Mantı" zamanın ruhunu çok iyi yansıtıyor. Bu ürünler bana, alanlarında iş bulamayan gençlere verilen diplomaları düşündürüyor. Şimdi bu diplomaların içinin neden boş olduğunu tartışalım.
Aslında diplomalı işsizliğin birinci nedeni, insan kaynakları planlaması yapılmadan üniversitelere kontenjan verilmesidir. İkinci neden de üniversitelerin akademik yetersizliğidir. Eski Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bir hukuk fakültesine bir veterinerin dekan olduğunu işaret etmişti. Prof. Dr. Engin Karadağ tarafından yapılan bir çalışmada da 68 üniversitemizin rektörünün hiçbir uluslararası bilimsel yayını olmadığı belirlendi.
Sahte diplomalar, intihal vakaları ve çakma bilimsel dergiler ortaya çıkıyor. Akademisyenler para karşılığında öğrenciler için tez ve ödev bile hazırlıyor.
2020 yılında yapılan araştırmalara göre, Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü (OECD) ülkeleri arasında eğitimden memnuniyet oranının en düşük olduğu ülke Türkiye. Norveç'te bu oran yüzde 93 bizde ise sadece yüzde 25.
Üniversitelerin ve öğrencilerin sayısı artarken, eğitim ve araştırma için ayrılan kaynaklar iyice seyreliyor. İş dünyası için yeterli kalifiye eleman yetiştirilemezken, diplomalılar vasıfsız işçilere dönüşüyorlar. Ne yazık ki bu tablo bana, John Taylor Gatto'nun "Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı" isimli eserini hatırlatıyor. Bu kadar sorun yetmezmiş gibi, düşük puanlı öğrencilerin de üniversitelere girmesine izin verileceği duyuruldu. Bu gidişle, dünya sıralamalarında üniversitelerimiz gerilemeye devam edeceğini tahmin edebiliriz.
Üniversitelerimize bilimsel gözle bakmak için, küresel üniversite değerlendirme kuruluşlarının (THE, QS vb.) raporlarına başvurabiliriz. Aslında ODTÜ tarafından kurulan URAP, üniversitelerimizin performansını yakinen inceliyor. Bu kaynaklardaki sıralamalardaki yerimize bakılırsa, küresel rekabete uygun üniversitelere ihtiyacımız var.
Matbaa ile birlikte Batı'da modern üniversitelerin temelleri atılırken, Osmanlı Devleti'nin yaşamakta olduğu sıkıntılardan yukarıda bahsetmiştim. Şimdi de Türkiye benzer sıkıntılarla karşı karşıya. Küçük Buzul Çağı yerine günümüzde küresel iklim krizi var. Göller kuruyor, sel felaketleri ile orman yangınları ciddi hasarlar veriyor. Gıda ve tarım ürünleri ithalatı artarken, yükselen maliyetler nedeniyle yerli çiftçiler üretim yapmakta zorlanıyor. Veba salgını kadar ölümcül olmasa da Covid-19 pandemisi hâlâ devam ediyor. Yüksek enflasyon ve faiz halkı fakirleştiriyor. Milyonlarca insan icralık oluyor. Mevcut ekonomik şartlar altında, üniversitelerimiz için ayırabildiğimiz kaynakların toplamı, küresel sıralamalara giren tek bir üniversitenin bütçesi kadar. Bu kadar çok üniversiteye ayıracak kaynağımız yok.
Orta Çağ'da matbaa ile şekillenen üniversiteler gelişmeye devam etti. Biz ne yazık ki üniversitelerin ikinci nesil (Humboldt Araştırmacı Üniversite Modeli) ve üçüncü nesil (Stanford Girişimci Üniversite Modeli) dönüşümlerini de yakalayamadık. Günümüzde gelişmekte olan dijital üniversite fırsatını kaçırırsak, ufukta beliren Endüstri 4.0 dönüşümünü de gerçekleştiremeyiz.
Eğitim stratejileri geliştirmek için faydalı olacağına inandığım bazı kaynaklardan ve uzmanlardan bahsetmek istiyorum. Prof. Dr. Yunus Çengel'in "Geleceğin Eğitimi, Felsefesi ve Temel İlkeleri" ve Prof. Dr. Erhan Erkut'un "Sistem Çaresiz: Eğitim Sizde" isimli kitaplarını öncelikle tavsiye ediyorum. Bu konuya Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve Prof. Dr. Selçuk Şirin gibi değerli bilim insanları da ışık tutuyor. Pek çok ülkede başarı ile uygulanan uzun staj (COOP) ve Prof. Dr. Mustafa Özcan'ın geliştirdiği "İşyerinde Üniversite" modelinden yararlanmak mümkün. Dünyanın en seçkin üniversitelerinde rektörlük yapan Prof. Dr. Feridun Hamdullahpur ve Prof. Dr. Metin Tolan ve Dünya Mühendislik Dekanlar Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şirin Tekinay gibi seçkin akademisyenlerin deneyimlerinden de istifade edilebilir.
Dijital çağın akademik eğitim sistemi için, eş zamanlı olarak yürütülebilecek üç paralel strateji gerektiğini düşünüyorum. Bu süreçte iş dünyasının desteği ile insan kaynakları planlaması yapılması da gerekiyor.
Üniversitelerin başarısını belirleyen en önemli etken öğrencilerin kalitesidir. Prof. Dr. Selçuk Şirin, çocukların 2 ile 18 yaşları arasında aldığı eğitimin, yaşamsal beceriler edinmek için çok önemli olduğunu vurguluyor. Bu nedenle, dar gelirli ailelerin, çocukların eğitimi için desteklenmesi gerekiyor.
Türkiye orta öğrenimde test ve sınav odaklı yaklaşım nedeniyle, OECD ülkeleri arasında PISA ölçümlerinde alt sıralardan bir türlü kurtulamıyor. Oysa bu aşama, gençlerin yeteneklerini keşfetmek ve onlara mesleki beceriler kazandırmak için değerlendirilebilir. Akademik eğitime hevesi olmayan gençler üniversite yerine, yeteneklerine uygun mesleki eğitime yönlendirilebilir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk döneminde Köy Enstitüleri olarak bilinen ilginç bir eğitim modeli geliştirilmişti. Aslında, Köy Enstitüleri yerel kalkınmayı desteklemek amacını taşıyordu. Günümüzde küresel iklim krizi ve Ukrayna Savaşı da bize yerel kalkınmanın ve tarımın yaşamsal önemini hatırlattı. Şimdi artık, su havzaları temelli yerleşim, tarım, orman ve sanayi stratejileri oluşturmamız gerekiyor.
Günümüzde çoğu meslek dijital teknolojilerle bir dönüşüm yaşıyor. Ben bu sürece ayak uydurabilmek için, Prof. Dr. Yunus Çengel'in tabiri ile çağdaş Meslek Akademilerinin oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Bu okulların Amerika'daki karşılığı, genellikle 2 yıllık yüksek eğitim (Community Colleges) kurumlarıdır. Herkese açık ve üniversitelerden bağımsız olan bu kurumlarda, yetişkinler de bilgi ve beceriler edinebilir. Meslek Akademileri'nde tarım, hayvancılık, ormancılık ve sanayi sektörleri için eğitim verilirken, geleceğin dünyasında ihtiyaç duyulacak, yazılım, yapay zekâ, robotik ve biyoteknoloji gibi alanlarda kalifiye elemanlar da yetiştirilebilir.
Meslek Akademilerini oluşturmak için mevcut meslek liselerini, meslek yüksek okullarını ve bazı yerel üniversiteleri bir araya getirebiliriz. Özellikle de küresel ölçekte başarılı olamayacak üniversitelerin Meslek Akademileri'ne dönüşmesi düşünülmelidir.
Bu yazıya başlarken, Çin'de kurulan SIAT'ın, 15 yıl gibi kısa bir sürede küresel patent sıralamasında tepeye tırmandığından bahsetmiştim.
Bu üniversite için, en iyi akademik kuruluşlardaki uygulamalardan esinlenerek bir model oluşturulduğunu anlıyoruz. Prof. Dr. Zhao gibi küresel ölçekte başarılı bir akademisyene tepe yönetimde görev verilmesi de bu yaklaşımın bir parçası. Bu örnekten öğrenilebilecek çok şey var.
Sanayide üst düzey yönetici olarak çalıştığım yıllarda, pek çok üniversite mezununun performansını yakinen izleme fırsatı buldum. Mesleki bilgi ve beceri konusunda ciddi sorunlara şahit oldum. Artık, lisans mezunlarının bir mesleki yeterlilik sınavlarından geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Dekanlığım sırasında, anket çalışmaları ile öğrencilerin sorunlarının kaynağını anlamaya çalıştım. Mühendislik öğrencileri arasında, profesyonel meslek sahibi olmak isteyenler kadar girişimci olmayı hayal edenler vardı. Akademisyen veya araştırmacı olmak isteyenler ise çok az sayıdaydı. Gençlerin eğitimden beklentilerindeki farklılığa karşılık, standart müfredat onlara yeterince esneklik sağlamıyordu. Bireyselleştirmeye uygun müfredat hazırlanabileceği ve öğrencilerin ilgi duydukları alanlarda uzun staj yapmaları sağlanabileceğini düşünüyorum.
ABD'de Vanderbilt Üniversitesi, mezunların meslek yaşamlarındaki performanslarının uzun yıllar boyunca incelemiş ve yorumlamıştır. Üniversitelerimizin, mezunlarının başarı veya işsizlik nedenlerini araştırması gerektiğini düşünüyorum. Lisans yanında, yüksek lisans ve doktora mezunlarının meslek alanlarındaki performansları da incelenmelidir. Benzer şekilde açık öğrenim, ön lisans ve meslek yüksek okullarının hedeflerine ne kadar ulaştığı da ortaya çıkarılmalıdır. Verilen eğitimin ne kadar isabetli olduğu ve mezunların mesleklerindeki başarı düzeyleri kamuoyu ve aday öğrencilerle paylaşılmalıdır. Bu değerlendirmelere, URAP gibi bilimsel kuruluşların ve meslek örgütlerinin de katılımı sağlanmalıdır.
Pek çok üniversite, öğrencilerin derslerde başarılı olmaları için özel gayret gösteriyor. Örneğin, Stony Brook Üniversitesi derslerde zorlanan öğrencilere özel destek vererek dört yılda mezun olanların yüzdesini artırıyor. Stanford Üniversitesi "Akran Danışmanlık" sistemini yaygınlaştırarak, öğrencilere kısa sürede yazılım becerisi kazandırıyor. Waterloo ve Drexel Üniversiteleri de uzun staj (COOP) sistemi ile iş dünyasında aranan profesyonelleri yetiştiriyorlar. Gençlere bilgi yüklemek yerine, bilgiyi kullanma becerisi kazandırmak için proje temelli çalışmalar yapılıyor. Deneyimli iş insanlarından yararlanarak gençler girişimcilik konusunda yetiştiriliyor.
Türkiye'de Sabancı, MEF ve TOBB ETÜ farklı eğitim sistemleri deniyor. Türk Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesi de yeni bir model oluşturmak üzere tasarlandı. Üniversiteleri geliştirmek için bu deneyimlerden de yararlanmak mümkün.
Türkiye hızla yaşlanan ülkeler arasına giriyor. Aslında emekliler de eğitim dünyası için önemli bir potansiyel oluşturuyor. Çin'de yaşlıların yaşam kalitesini geliştirecek eğitimleri vermek maksadıyla çok sayıda üniversite kuruluyor. Yetişkin eğitimi konusuna bazı üniversitelerimizin ilgi göstermeye başladığı görülüyor.
Facebook, Apple ve Microsoft gibi pek çok şirketin kurucusu üniversite mezunu bile olmadığı biliniyor. Buna karşılık, Silikon Vadisi gibi büyük inovasyon merkezlerini ve yeni teknoloji şirketlerini ayakta tutanlar üniversite mezunları ve özellikle de doktoralı araştırmacılardır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde üniversiteler doktora öğrencisi sayısını artırmaya çalışıyor. Üniversitelerimizin başarılı olması için doktora programlarına ağırlık vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye'de SIAT benzeri başarı hikayeleri oluşturabilmek için, üniversitelerimiz arasında en iyilerini seçerek desteklerken yukarıda bahsedilen başarılı uygulamalardan faydalanılmalıdır.
Şimdi de dijital teknolojilerden yararlanan yeni üniversitelerin nasıl kurulabileceğine bakalım.
Dijital çağ uzun süredir şekillenmekteydi. 20. yüzyılın ikinci yarısında bilgisayarlar, internet, dijital oyunlar ve mobil telefonlar yaygınlaşmıştı. Yeni yüzyılda ise, geçmişin dev petrol ve otomobil şirketlerinin yerini alan Google, Amazon, Facebook ve AliBaba gibi teknoloji şirketleri küresel devlere dönüştüler. Artık kimse akıllı telefonlar olmadan adım atmıyor. Hepsiburada ve Trendyol gibi başarılı yerel şirketler de doğmaya başladı.
Faruk Eczacıbaşı'nın "Daha Yeni Başlıyor" ve Doç. Dr. Mustafa Lale'nin "Geleceği Konuşmak İstiyorum: Yapay Zekanın Esiri mi Olacağız? " isimli kitapları dijital dünyadaki baş döndürücü gelişmeleri çok iyi özetliyor. Yeni yüzyıla damga vuran bu teknolojiler özellikle de pandemi döneminde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Dijital paralar, akıllı aletler, akıllı evler ve akıllı şehirler yaygınlaşırken, Metaverse ve hologramlar ile sanal alemde yer almak mümkün.
Yapay zekâ ve robotik pek çok sanayi sektöründe kullanılmaya başlandı. Artık, doktor, avukat ve mühendisler onlardan yararlanıyorlar. Navigasyon ve nöroergonomi gibi teknolojiler günlük yaşamda ve iş dünyasında kullanılıyor. Geleceğin iş dünyası (Endüstri 4.0) için karanlık fabrikalar tasarlanıyor. Üç boyutlu yazıcılar ile çeşitli karmaşık aletler üretiliyor.
Eğitimde oyunlaştırma, animasyon ve simülasyonlar yaygınlaşıyor. Artık her yerde ve her şekilde bilgiye ulaşmak ve eğitilmek mümkün. Sanal ve artırılmış gerçeklik deneme yanılmayı tehlikesiz hale getiriyor. Dijital teknolojiler, geleceğin üniversitelerinin kurulmasına ve bireyselleştirilmiş eğitim verilmesine imkan sağlıyor. Geleceğin becerileri için, dijital teknolojilerle donanmış yeni üniversitelere ihtiyaç var. Oysa, pek çok kuruluş bu teknolojik yenilikleri görmezden geliyor. Örneğin pandemi döneminde pek çok okul uzaktan eğitim veremedi. İş dünyasındaki dijital dönüşümden haberi olmayan akademisyenler bu fırsatı da kaçıracak gibi görünüyor. Dijital çağa uygun gençlerin yetiştirilmesi gerekiyor.
İş dünyasında artık, bilgiye sahip olmak değil ona ulaşmayı bilmek ve onu kullanarak çözüm üretmek önem kazanıyor. Meslekler büyük bir dönüşüm geçirirken, akademik müfredat ve derslerin içeriği aynı hızda güncellenmiyor. Bu nedenle yeni üniversitelerinin kurulması da düşünülmelidir.
Prof. Dr. Erkut'un yukarıda bahsedilen "Sistem Çaresiz: Eğitim Sizde" isimli kitabı yeni kurulan dijital üniversiteler konusunda güncel bir kaynak. Singularity University, Minerva University, Ecole 42 ve Code University gibi ilginç kurumlarla birlikte Türkiye'de başlatılan bazı öncü çalışmaları orada bulabilirsiniz.
Sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik, oyunlaştırma, çevrim içi iletişim teknolojileri ile eğitimin yaygınlaşmasına ve ekonomikleşmesine şahit oluyoruz. Coursera, Khan Academy ve Udemy gibi kuruluşlar dünyanın her yerine uzaktan eğitim sağlıyorlar. Pek çok üniversite de bu kuruluşlardan alınan derslerin kredilerini kabul ediyor.
Bazı üniversiteler yerleşkeleri olmadan sadece dijital eğitim veriyor. Öğrencilerin iş yerlerinde uygulama yaparak deneyim kazanmaları sağlanıyor. Bu şekilde dijital teknolojiler ile İşyerinde Üniversite kavramının sentezi gerçekleşiyor. Dijitalleşme, gelişmekte olan ülkeler için ekonomik bir fırsat penceresine dönüşüyor.
Orta Çağ'da matbaa ile birlikte şekillenen üniversite fırsatını kaçırmıştık. Asırlar boyunca devam eden akademik gelişmeleri takip etmekte de yeterince başarılı olduğumuz söylenemez. Şimdi, dijital teknolojilerin yarattığı fırsatı kaçırmamak için üç akademik strateji gerektiğini düşünüyorum.
Birinci strateji, hazırlık kursuna dönüşen orta öğrenimin yeniden yapılanmasını gerektiriyor. Artık hedefimiz, gençlerin yeteneklerinin keşfedilmesi ve geliştirilmesi olmalıdır. Orta öğrenim ayrıca, tüm öğrencilere ve özellikle de akademik hevesi olmayanlara yaşamsal beceriler kazandırmalıdır. Küresel iklim krizinin gerektirdiği yerel kalkınma amacıyla kalifiye elemanlar yetiştirmeliyiz. Dijitalleşmenin sağladığı imkanlarla, meslek liselerini, meslek yüksek okullarını ve bazı üniversiteleri Meslek Akademilerine dönüştürmeliyiz. Bu okullarda gençlere ve yeni beceriler edinmek isteyen yetişkinlere mesleki eğitimler vermeliyiz.
İkinci strateji, seçkin üniversitelerin, yüksek lisans, doktora ve doktora sonrası araştırmaları artırmak suretiyle küresel standartlara yükseltilmesidir. Akademik bütçelerin daha az sayıda üniversiteye yönlendirilerek daha etkin kullanılması sağlanabilir. Bireyselleştirilmiş eğitim, akran danışmanlığı ve İş Yerinde Üniversite gibi başarılı yöntemler kullanılarak mezunlar iş dünyasına hazırlanabilir.
Üçüncü strateji, yeni çağın üniversitelerinin oluşturulmasını içeriyor. Aslında geleceğin dijital üniversiteleri yaygın ve ekonomik eğitime fırsat veriyor. Günümüzde hibrid sınıflar, sanal gerçeklik, yapay zekâ gibi yeni teknolojilerden yararlanarak eğitim veren kuruluşlar ortaya çıkıyor. Derslere uzaktan ulaşılabilirken İş Yerinde Üniversite modeli ile uygulamalı eğitim verilebilir. Bu şekilde yerleşke ihtiyacı azaltılarak eğitim maliyeti düşürülebilir.
Son söz
21. yüzyılda küresel ölçekte rekabet etmek için dijital teknolojileri etkin bir şekilde kullanan üniversitelere ihtiyaç var.