20. yüzyılda gerçekleşen iki dünya savaşında on milyonlarca insan öldü. Avrupa'da yakılan ve yıkılan şehirler ile atom bombasının Japonya'da yarattığı facia hakkında sayısız kitap yazıldı ve filmler yapıldı. Yeterli ders alındığı için bir daha dünya savaşına girilmedi.
Geçen yüzyılın son döneminde konuşulmaya başlayan iklim krizinin etkileri artarak devam ediyor ama pandemi sebebiyle pek fazla gündeme gelmiyor. Örneğin geçenlerde, Birleşmiş Milletler tarafından 30 civarında ülke için yapılan açlık uyarısı yeterince ilgi çekmedi. Yakın gelecekte kuraklık ve kıtlık sorunlarının daha da artmasına kesin gözüyle bakıldığı için ben bu yazıda küresel ısınma ile mücadele stratejisini tartışmak istiyorum.
İnsanlar asırlardır ormanları ve hayvanları yok ediyordu. Son iki yüzyılda artan nüfus ve fosil yakıt kullanımı ile farkında olmadan doğa ile bir kör dövüşüne girdik. Bindiğimiz dalı kesmekte olduğumuzu anlamadık. Şimdi artık daha önce benzeri görülmemiş fırtınalar kopuyor, buzullar parçalanıyor ve çöller genişliyor. Milyonlarca insan elektriksiz, susuz hatta evsiz kalıyor. Ülkemizde de bir tarafta seller evleri yıkarken, diğer tarafta göller kuruyor ve obruklar oluşuyor. Türkiye'ye gelen milyonlarca göçmenin bir kısmı da iklim krizi nedeniyle yollara düşenler. Ben doğaya verilen zararın ve devamında yaşanan kargaşanın bütün dünyayı uzun süre etkileyeceğini düşünerek, iklim krizini III. Dünya Savaşı olarak tanımlıyorum.
Son yıllarda küresel ısınmayı yavaşlatmaya yönelik bazı sevindirici gelişmeler de oluyor. Örneğin, Paris Anlaşması'nı imzalayan Çin ve Rusya fosil yakıt tüketimini azaltmayı planlıyor. Avrupa Birliği de Yeşil Mutabakat (EU Green Deal) kapsamında, işbirliği yapılan ülkelere çevre önlemleri almalarını şart koşacak. Yeni ABD başkanı Biden da bazı çevre dostu politikalar uygulamaya başladı. Buna karşılık, uzmanlar büyük devletlerin atacağı bu adımların, iklim krizini durdurmak için yeterli olmayacağını ve önlemlerin etkilerinin 2050'den önce görülemeyeceğini söylüyorlar. Başka bir deyişle, küresel ısınma ile birlikte III. Dünya Savaşı sertleşerek sürecek. Sonuç olarak, hem doğanın hem de bizim kaybedeceğimiz bu kör dövüşü devam edecek.
Küresel ısınma sürecini yavaşlatacak tek seçenek olarak, tüketimi azaltmak üzere yaşam tarzımızı değiştirmek kalıyor. Bence pandeminin bu konuda beklenmedik bir faydası oldu. Vazgeçilmez olduğunu düşündüğümüz birçok alışkanlıklarımızı değiştirebileceğimizi gördük. Örneğin; ofissiz işyeri, dersliksiz eğitim, dükkansız alışveriş ve nakitsiz ödeme yaygınlaştı. Şimdi artık bu birikimler ışığında iklim krizine karşı neler yapabileceğimizi tartışmanın zamanı geldi.
Küresel iklim krizinden en fazla etkilenecek ve çölleşecek ülkeler arasında ne yazık ki Türkiye de var. Uzmanlar, 21. yüzyılın sonuna kadar Anadolu'da sıcaklıklar 5-6 derece artarken yağışların azalacağını öngörüyor. Denizlerin yükselmesi, sahil şehirlerimizi su altında bırakabilecek. Nüfusumuz 100 milyona doğru ilerlerken, ne yazık ki tarım, ormancılık ve hayvancılığa dayalı biyoekonomik üretim faaliyetleri azalacak.
Ben bu öngörülerin doğru olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Zaten ülkemizde tarım ve hayvancılık ürünleri ile ilgili acil önlemlere gerek duyuluyordu. Daha önce de kuraklık sorunumuza karşı uyarmış ve su havzalarının yönetimi konusundaki görüşlerimi paylaşmıştım.
Osmanlılar bir bölgede tarım ve hayvancılık yapılmaya başlanmasına "şenlendirmek" derlerdi. Şimdi artık bütün su havzalarımızı tarım, hayvancılık ve ormancılık ile şenlendirecek bir Yeşil Vatan seferberliği ilan etmemizin zamanı geldiğini düşünüyorum. Bir taraftan da, sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelerek, su, karbon ve kimyasal ayak izlerini azaltmaya gayret etmeliyiz.
İnsanların yaşam mücadelesini, çok sayıda stratejik hamle gerektirdiği için Yaşamsal Satranç olarak tanımlıyorum. Bu oyunda, insanların beslenmeden barınmaya, çalışmadan dinlenmeye, öğrenmeden araştırmaya kadar çeşitli alanlarda verdikleri kararlar küresel ölçekte sonuçlara neden oluyor. Yani bireyler ve toplumlar olarak iklim krizine karşı mücadele için yaşam tarzımızı değiştirmek tek şansımız. Bu maksatla pandemi döneminde öğrendiklerimizin bize yardımcı olabileceğini düşünüyorum.
Günümüzde pek çok gıda ürünü ithal ediyoruz. Uzak ülkelerden getirilen ürünlerin paketlenmesi ve taşınması da onların karbon ve su ayak izini artırıyor. Yerel tarım ürünlerini tüketerek bu izleri azaltmanın yanında yerel biyoekonominin gelişmesine de fırsat verebiliriz. Ayrıca, yüksek seviyede karbon salımı, su ve toprak kullanımına neden olan kırmızı et yerine, tavuk, balık ve bitkisel proteinler tüketmek de çevre dostu bir yaklaşım olacaktır.
Ülkemizde iklim krizine uygun bitki ve hayvan türlerini değerlendirerek sürdürülebilir tarım ve hayvancılık yapmalıyız. Bu amaçla su havzalarına yönelik kalkınma planlarının yenilenmesi ve uygulanması gerekiyor. Sürdürülebilir gelecek için ayrıca yenilenebilir enerji ve tarım desteklenmelidir. Biyoekonomi alanında, Hollanda'nın tarım ürünleri konusundaki başarısının örnek alınması gerektiğini düşünüyorum. Su havzalarını, ürün deseni ve lojistik için yeniden tasarlayarak yerel tarım ve hayvancılık ürünlerinin kullanımını hedeflemeliyiz.
Büyük şehirlerde, zamanlarının büyük bir kısmını hareketsiz geçirenler spor salonlarını kullanıyordu. Salgın döneminde yazlıklara ve küçük şehirlere taşınanlar açık havada dolaşma ve bahçelerde çalışma fırsatı buldular ve trafikte kaybettikleri zamanın değerini anladılar. Birçok Avrupa ülkesinde ve Uzakdoğu'da şehir içi ulaşımda özel otomobillere kıyasla daha fazla toplu taşıma ve bisiklet kullanılıyor. Örneğin Hollanda başbakanı işe giderken bisiklete biniyor. Doğa ile barışık ve sağlıklı bir yaşam için, biz de işe yürüyerek veya bisikletle gitmeye çalışmalıyız. Bu maksatla, Türkiye'de bisikletlerin de güvenle ilerlemesini sağlayacak yol düzenlemelerinin yapılması gerekiyor. Otomobilimize ne kadar yakıt aldığımız, ne kadar elektrik, doğalgaz ve su faturası ödediğimiz, ne kadar alışveriş yapıp ne kadar çöp attığımız ile ne kadar uçak seyahati yaptığımıza dikkat ederek dünyanın sırtındaki yükü azaltabiliriz.
Pandemi sırasında aile fertleri ve dostlarımızla görüşmeleri uzaktan görüntülü olarak yürütebildik. Sosyal medya, uzaklardaki insanların zaman ve enerji tasarrufu yaparak kolayca buluşmasını sağladı. Buna karşılık internet altyapısındaki eksiklik birçok insanın iletişim kurmasını engelledi. Seyahat ederek tonlarca karbon salınımına neden olmadan sevdiklerimizle buluşabilmek için gerekli iletişim altyapısının kurulması gerekecek. Pandemi döneminde uzaktan eğitimin önemi de anlaşıldı. Artık, uzaktan eğitimi de içeren yeni bir hibrid akademik modelin tasarlanması gerekiyor. Bu çerçevede su havzaları ve kırsal kalkınma için yetişkin eğitimi de göz önüne alınmalıdır.
İklim krizinde sürdürülebilir şehirler ve fabrikalar için karbon, su ve kimyasal ayak izine dikkat edilmesi gerekiyor. Kaynağında ayrıldığı ve ayrı toplandığı takdirde sınai ve evsel atıklar değerli hammaddelere dönüştürülebiliyor. Şehirlerin etrafında yeşil alanları kaplayan çöp dağlarına, ne yazık ki kompost gübre yapılabilecek organik atıklar ve diğer değerli atıklar gömülüyor. Evlerde kağıt, şişe, metal ve plastik olarak ayrılan çöplerin ayrı günlerde toplanması için belediyelere görev düşüyor. Evlerin yalıtımı, çatıların güneş panelleri ile donatılması ve yağmur suyunun toplanması da sürdürülebilir şehirler için gerekiyor.
Türkiye'de iklim krizine karşı önlemler almak ve yerel biyoekonomiyi geliştirmek için yeni teknolojilere de ihtiyaç var. Örneğin, sürdürülebilir tarım, hayvancılık ve balıkçılık alanlarında biyoteknoloji, yapay zeka ve robotik uzmanlarının katkıları gerekiyor. Pandemi döneminde koronavirüse karşı aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarının küresel yaratıcılık yarışına dönüştüğünü gördük. Bu teknolojilere sahip olmak ve yüksek katma değerli biyoekonomi ürünleri üretebilmek için Küba'nın başarı hikayesinin örnek alınmasında yarar olduğunu düşünüyorum.
Yukarıda bahsedilen önlemleri alarak, Yaşamsal Satranç oyununda biyoekonomi hamleleri ile Yeşil Vatanı şenlendirebileceğimizi düşünüyorum. Aksi takdirde, III. Dünya Savaşında en önemli silahın gıda olduğunu tatsız ve çaresiz bir şekilde keşfedebiliriz.
Son dönemde, başarılı küresel örnekler bize pandemiden çıkış yolu bulabileceğimizi gösteriyor. Buna karşılık, benim III. Dünya Savaşı olarak tanımladığım iklim krizinin çok uzun süre devam edeceği ve Türkiye'ye büyük kayıplar verdireceği anlaşılıyor.
İklim krizi ile mücadele edebilmek için, öncelikle doğa ile barışık bir yaşam tarzı geliştirerek küresel ısınmayı yavaşlatmalıyız. Bu amaçla, bir Yeşil Vatan yaratmak için seferberlik başlatmalıyız. Artık yerel tarım, ormancılık ve hayvancılık için su havzaları temelli kalkınma hamlesine gerek var. Bu konuda örnek alınacak Hollanda modeli, Türkiye'nin önemli bir gıda ihracatçısı olmasını bile sağlayabilir.
Pandeminin bize bir faydası da biyoteknolojinin stratejik önemini hatırlatması oldu. Örneğin aşı ve antikor gibi ürünlerin temininde yaşanan zorluklar nedeniyle, onların stratejik değerini anlamış olduk. Bu amaçla da Küba'nın yüksek katma değerli biyoekonomi alanındaki başarılarını örnek almakta yarar olduğunu düşünüyorum.
Eski bir deyiş vardır; "Düşmanı yakaladık, meğersem bizmişiz". Kör dövüşü şeklinde devam eden III. Dünya Savaşı'nda karşımızda kendimizi bulduk. Şimdi Yaşamsal Satranç oyunu bizim alışkanlıklarımızı terk ederek doğa ile barış yapmamızı gerektiriyor. Daha da önemlisi, artık hedefimiz Yeşil Vatanı şenlendirmek olmalı.