Bugünlerde en önemli küresel mesele koronavirüs aşılarının bütün dünyayı aşılamaya yetmeyecek olması. Bu durum ortaya çıkınca bazı devlet başkanları aşı patentlerinin kullanıma açılmasını ve aşıların her yerde üretilmesini önerdiler. Aşı geliştiren şirketlerin ne yapacağı merak edilirken patentin önemi bir kere daha anlaşıldı.
Koronavirüs aşısı nedeniyle de olsa patent konusunun Türkiye'nin gündemine gelmiş olmasında fayda var. Bizim zaten, icat, fikri haklar ve patent konularındaki eksiklerimizi konuşmamız gerekiyordu. Rahmetli babaannem bisiklete "Cin Atı" derdi. Bütün cihazların "Gavur İcadı" olduğu bir dönemde, her fırsatta "İcat çıkarma!" diye uyarılarak büyüdüm. Yıllar sonra ülkemizde hâlâ yeterince icat çıkarılmadığı ve patent alınamadığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Buna karşılık, üniversite mezunu genç beyinlerimiz de iş bulamıyor.
Bu yazıda önce, patentin tarihçesinden bahsedeceğim. Avrupa'da teknoloji ve mühendislik alanları gelişirken Osmanlıların rekabet gücünü nasıl kaybettiğine değineceğim. Son olarak, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerin icat çıkaracak ve patent alacak şekilde yetiştirilmesi için bazı önerilerimi paylaşacağım.
Teknoloji Eski Yunanca tekne sözcüğünden türetilmiştir. Türkçede kullandığımız "ekmek teknesi" çok isabetli bir şekilde bu kavramı tanımlar. Teknolojik yenilikleri icat veya buluş olarak ifade edebiliriz. Tarih boyunca ustadan çırağa sır olarak geçen çoğu bilginin kaybolduğu biliniyor. Bu nedenle uygulanmakta olan bilginin patent verilerek kayda geçirilmesi yazının icadı kadar önemliydi. Patent kısaca, bir buluşun sahibine sınırlı bir süre için verilen münhasır hak yani ayrıcalıktır. İlk patent 1474'te Venedik'te verilmişti. Onu 1624'te İngiliz, 1787'de Fransız ve 1790'da ABD patentleri takip etti. Patentler zaman içinde teknolojik buluşların en önemli belgesi haline geldi.
Aslında fikri haklar sadece patentten ibaret değildir. Markalar ve faydalı model olarak tanımlanan ürünlerin iki ve üç boyutlu görünüşleri koruma altına alınabilir. Benzer şekilde bütün edebiyat ve sanat eserleri fikri haklar kapsamına girer. Bu konularda bilgi almak isteyenler, değerli dostum Kaan Dericioğlu'nun yazdığı "Siz de Buluş Yapabilirsiniz: Patent El Kitabı" isimli eserinden yararlanabilirler.
Buluş sahibine verilen sürenin sonunda patentin içerdiği bilgiler kamuya mal olur ve herkes onları kullanarak buluş veya üretim yapabilir. Çoğu patent yeni buluşların oluşmasına fırsat verir. Bu nedenle patent sahibi de yenilikler yapmak zorunda kalır. Bu rekabet sonucunda yeni ürün, hizmet ve yöntemler geliştirilmeye devam eder. Bir tarafta yeni mühendislik dalları oluşurken, diğer tarafta da yeni sanayi sektörleri ortaya çıkar.
Küresel rekabette ayakta kalmaya çalışan teknoloji şirketleri ürünlerini geliştirirken sayısız yerel ve uluslararası patent alırlar. Ayrıca sahip olmadıkları teknolojilerin patentlerini lisanslama yoluyla temin ederler. Günümüzde bir akıllı telefonun, otomobilin veya televizyonun üretilebilmesi için binlerce patentin kullanılması gerekiyor.
Bir patentin faydalı olabilmesi için onun uygulanması gerekir. Genel olarak yüzlerce patentten sadece birkaç tanesi işe yarar. Buna karşılık bir tek patent bile bir şirketin kaderini değiştirebilir. Örneğin, Japon Sony şirketi Amerikalı Bell Laboratories'den lisansını aldığı transistör patenti ile sayısız yeni ürün geliştirmişti. Böylece Japonya'dan bir dünya devi doğmuştu. Bell gibi çok sayıda patente sahip olan teknoloji şirketleri de kullanma fırsatı bulamadıkları patentleri lisanslamak suretiyle kazanç sağlayabilirler.
Avrupa'da çok sayıda keşif ve icadın ortaya çıktığı 15. yüzyıldan itibaren bazı buluşlara patent verildi. Genel olarak patent alınması için özgün bir buluşun tarifinin yapılması ve resminin çizilmesi gerekiyordu. Matbaanın icadı her türlü yazılı metnin çoğaltılmasını ve bilginin yaygınlaşmasını sağladı. Bu şekilde pek çok yeni sanayi ve mühendislik dalları gelişebildi.
Portekizliler okyanuslarda yolculuk yapabilmek için sağlam tekneler tasarladı. Hafif ve uzun menzilli toplarla donatılan bu yelkenliler açık denizlerde büyük üstünlük sağladı. Böylece gemi inşaatı mühendisliği hızla gelişti. Güney Amerika'daki madenlerin işletilmesi ve oradan çeşitli bitkilerin getirilerek Avrupa'da üretilmesi sırasında madencilik ve tarım ile ilgili önemli bir bilgi birikimi oluştu. Tarım makinelerinin ve azotlu gübrelerin tarlalarda kullanılması ile ziraat mühendisliğinin temelleri atıldı. Besin maddelerinden konserve yapılması ve yeni ürünlerin üretilmesi ile gıda mühendisliği ortaya çıktı.
17. yüzyıldan itibaren icat edilen ilk buhar makineleri önce madenlerde kullanıldı. Farklı buhar makineleri geliştirildi ve patentleri alındı. Onların çeşitli amaçlarla kullanılması, sanayileşme için bir dönüm noktası oldu. Buharlı trenin 1825'te icat edilmesinin ardından demiryolu ağları oluştu. Gemilerde buhar makinelerinin kullanılması okyanus aşırı seyahatleri kolaylaştırdı.
Tren, otomobil ve bisiklet gibi ulaşım araçları insanların uzun mesafelere seyahat etmelerine imkân sağladı. Bisiklet tamircisi Wright kardeşler ilk uçak patentini aldı. Makine mühendisliğinin gelişmesi ile makineler pek çok sektörü yeniden yapılandırdı. Örneğin İngiltere ve Fransa'da geliştirilen patentli dokuma makineleri tekstil üretiminde dönüşüme neden olurken tekstil mühendisliğinin de temelleri atıldı.
Kömür ile çalışan buhar makineleri tren ve vapurlarlar ulaşımda devrim yaratmıştı. Ancak, buhar makinelerinin yaygınlaşması enerji darboğazına neden oldu. Bu yüzden kömür madenlerinin yanında petrol yataklarının bulunması ve işletilmesi gerekti. Bu süreçte maden ve kimya mühendislikleri gelişti.
Çimento ve çeliğin yaygınlaşması mimarlık ve inşaat mühendisliğinde devrim yarattı. Artık daha büyük ve yüksek yapılar yapılabiliyordu. Gökdelenlerin kullanılabilmesi için asansörün icat edilmesi gerekti. Günümüzde ise, uzay teknolojilerinden nanoteknolojiye, biyoteknolojiden bilişime kadar geniş bir yelpazede yenilikler yapılıyor. Yapay zeka ve robotik gibi alanlardaki gelişmeler pek çok sektörde gelişmeleri tetikliyor.
İslam dünyası Ortadoğu'nun bilim ve teknoloji birikimini özümsemekle kalmadı, Çin ve Hindistan'ın buluşlarından da yararlandı. Eski Yunan makine ve bina örneklerinden esinlenen El Cezeri ve Mimar Sinan gibi dehalar önemli eserler ortaya koydular. Kanuni Sultan Süleyman zamanına kadar İslam dünyası pek çok konuda Avrupa'dan daha ileri seviyedeydi.
İslam dünyasındaki önemli keşif ve icatlar hakkında üç değerli dostumun kitaplarını önerebilirim. Rahmetli Prof. Dr. Fuat Sezgin'in beş ciltlik "İslam'da Bilim ve Teknik" isimli kitabı bu alandaki en kapsamlı kaynaktır. Prof. Dr. Salim al-Hassani'nin "1001 İcat: Dünyamızda İslam Mirası" isimli kitabında pek çok önemli buluşun tarifini bulabilirsiniz. Prof. Dr. Bekir Karlığa da "Batı'ya Akan Nehir" isimli kitabı ve aynı isimdeki TV dizisi ile İslam dünyasının küresel bilim ve teknolojiye katkısını bütün dünyaya duyurmuştu.
Prof. Dr. Sezgin'e göre, 16. yüzyıldan itibaren İslam dünyası ve Osmanlılar fen alanında duraklama dönemine girdi. Avrupa'daki bilimsel ve teknolojik yeniliklerle ilgilenilmedi. Aslında o dönemde, Osmanlı istihbarat teşkilatının Avrupa'da askeri alanda olup bitenleri yakınen takip ettiğini Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan'ın "Sultanın Casusları" isimli kitabından öğreniyoruz. Buna karşılık, Avrupa'daki buluşlar öğrenilmedi ve kitaplar tercüme edilmedi. Oysa, İslam dünyasının bütün önemli bilimsel eserleri Avrupa ülkelerinde eğitimde kullanılmıştı. Avrupalı elçiler, misyonerler ve gezginler Osmanlılar hakkında bilgi topluyor ve raporlar yazıyordu. Örneğin, İstanbul'daki İngiliz elçisinin eşi Lady Montagu'nun çiçek aşısı tekniğini öğrenerek ülkesine götürdüğünü biliyoruz.
İslam dünyasının ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme süreci ile ilgili çalışmalarda enflasyonun, kıtlıkların, isyanların ve vebanın rolü çoğu kez tartışılmıştı. İlahiyatçı Prof. Dr. Mehmet Azimli ise konuya farklı bir bakış getirdi. Editörlüğünü yaptığı "Müslümanların Engizisyonu" isimli iki ciltlik kitapta bilimsel ve teknolojik çalışmalar yapan pek çok kişinin engellendiği ortaya kondu. İslam dünyasının yetiştirdiği İbn Sina, İbnül Heysem, İbn Haldun, Molla Lutfi, Takiyeddin ve Hezarfen Ahmet Çelebi gibi pek çok önemli kişinin nasıl cezalandırıldığı anlatıldı. Eskiler "Marifet iltifata tabidir." derlerdi. Anlaşılan, onların marifeti iltifat görmemişti.
Osmanlılar, Fatih Sultan Mehmet zamanından itibaren Taife-i Efranciye (Fransız Takımı) olarak tanımlanan Avrupalı uzmanlardan yararlanıyordu. Başta Fransa olmak üzere Almanya, İtalya, Macaristan, Sırbistan gibi ülkelerden gelen çok sayıda teknik uzmana önemli görevler veriliyordu.
17. yüzyıldan itibaren Avrupa donanmaları ve orduları ile yapılan savaşlarda askeri mühendislikte geri kalındığı görüldü. Rakiplerin silah gücü arttıkça geniş topraklar kaybedildi. Bu nedenle, Avrupa'daki yenilikleri öğrenmek için ciddi adımlar atılmaya başlandı. 18. yüzyıldan itibaren Fransız hocaların eğitim verdiği teknik okullar açıldı. Nihayet matbaa da kuruldu. Aslında çok sayıda misyoner okulunda mesleki ve teknik eğitimler veriliyordu. Ancak onlardan yararlananlar sadece Hıristiyan azınlıklardı.
İthalatı azaltmak amacıyla, 19. yüzyılda makineler ve yabancı uzmanlar getirilerek fabrikalar kuruldu ama bunların birçoğu işletilemedi. Yabancılar çoğu zaman tercüman ve yardımcı olarak azınlıklara iş verdiler ve onları eğittiler. Yerli üreticiler, Batı'da gerçekleşmekte olan Sanayi Devrimi ve kapitülasyonlar nedeniyle rekabet edemediler. Özetle teknoloji transferi çalışmaları yerel sanayinin ve mühendisliğin gelişmesi için yeterli olamadı.
1879'da patent (İhtira Beratı) kanununun kabul edilmesi, yerel buluş yapılamadığı için bir fayda sağlamadı. Daha da kötüsü, yabancılara daha fazla ayrıcalık tanınması anlamına geldi. İhtira Beratı Kanunu 1995 yılında yürürlükten kaldırıldı ve uluslararası sözleşmelere uygun düzenlemeler yapıldı.
Son dönemlerde ülkemizde yerel başvurularda önemli artışlar olmakla birlikte hâlâ patent sayıları küresel rekabet için yeterli değil. Kaan Dericioğlu'nun "Siz de Buluş Yapabilirsiniz" isimli kitabından edindiğim bilgiye göre Türkiye 2017 yılında 1900 patent alırken Çin 420 bin, Güney Kore ise 120 bin patent almış. Bir başka kıyaslama yapmak gerekirse, günümüzde sadece Güney Kore'nin aldığı patentler, nüfusu 1.5 milyarın üstünde olan İslam dünyasının aldığı patentlerden çok daha fazla.
Günümüzde küresel ölçekte bir teknoloji mücadelesi yaşanıyor. Çin, Japonya ve Güney Kore tarafından alınan patentler Amerika ve Avrupa'nın toplamının iki katına yaklaştı. Özellikle de bilişim dünyasındaki patent yarışı, özellikle Çinli Huawei ve ZTE ile Güney Koreli Samsung ve LG şirketleri arasında cereyan ediyor. Gelecekte yüksek teknoloji ürünleri sadece Uzakdoğu'da üretilirse hiç şaşmamak gerekir.
Günümüzde Amerika'da doktora yapanların büyük bir kısmını Uzakdoğu'lu öğrenciler oluşturuyor. Onlar da mezun olduktan veya bir süre sanayide çalıştıktan sonra ülkelerine dönüyorlar. Ayrıca Çin dünyada en çok doktoralı mezun veren ülke konumuna gelmiş bulunuyor.
Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve arkadaşlarının yaptığı kapsamlı bir çalışma doktoralı çalışanların diğer üniversite mezunlarına kıyasla 15 kat daha fazla patent alabildiklerini ortaya çıkardı. Doktoralıların patent sayısı ortalama nüfusun 30 katı kadar. Günümüzde en çok patentin, en çok doktoralı mezun eden Çin'den çıkması tesadüf değil. Prof. Dr. Akçiğit'in Dr. Elif Özcan Tok ile hazırladıkları "Türkiye Bilim Raporu" da ülkemizdeki durum ile ilgili çok önemli bilgiler içeriyor. Bu raporu bir uyarı olarak görmekte ve tartışmakta yarar var.
Artık Amerikalılar da patent konusunda gelecekte sıkıntı çekeceklerini görüyorlar ve önlemler almaya çalışıyorlar. Vanderbilt Üniversitesi'nde yapılan bir çalışma görsel ve uzamsal zeka testinde yüksek not alanların meslek hayatında daha fazla patent aldıklarını gösterdi. Anlaşılan, özel yetenekli öğrencileri seçmek ve yetiştirmek için eğitim sisteminin yeniden tasarlanması gerekiyor. Önemli bir uygulama da, fen eğitimine artık sanat derslerinin ilave edilmesi.
Ben Yaşamsal Satranç isimli kitabımda, bu oyunda vezirin bilimsel ve sanatsal yaratıcılık olduğunu yazmıştım. Kısaca patentin veziri temsil ettiğini söyleyebilirim. Patent sahibi olmadan rekabet edilemeyecek bir dünyada yaşadığımızı bilerek strateji geliştirmeliyiz. İlk öğretimden başlayarak uygulamalı ve proje temelli eğitim için yeniden yapılanma gerekiyor. Üniversitelerin proje temelli eğitim verebilmesi için iş dünyası ile yakın iş birliğine ihtiyaç var. Aksi takdirde işsiz mezunlar üretmeye devam edebiliriz. Hedefimiz "icat çıkarabilen" yaratıcı bir nesil yetiştirmek olmalı. Akademik araştırmaların da sanayinin rekabet gücünü artıracak konulara yönelmesi gerekiyor. Yapay zeka ve robotik gibi kritik teknoloji alanlarında yenilik yapmak üzere bir patent seferberliği başlatmak gerektiğine inanıyorum.
Ben Güney Kore'nin gelişim sürecinde uyguladığı teknoloji ve patent stratejilerini çok isabetli buluyorum. 1945 yılında Japonya'nın işgalinden kurtulan bu ülke, o tarihlerde Türkiye'ye kıyasla çok daha zor şartlar altındaydı. Özellikle 1980'lerden bu yana uygulanan stratejiler ile küresel ölçekte başarılı şirketler ortaya çıktı. Bir taraftan da okullarda ve üniversitelerde eğitim kalitesi yükseltilerek yaratıcı bir nesil yetiştirildi. Yurtdışında yaşayan uzmanlar için oluşturulan cazip şartlar, onların ülkelerine dönmelerini sağladı. Bence Güney Kore'nin başarı ile uyguladığı yol haritası Türkiye için örnek alınabilir.
Günümüzde Çin'in önderliğinde Uzakdoğu'nun yükselişi ile küresel dengeler hızla değişiyor. Patentin öne çıktığı ve Uzakdoğu'nun yüksek teknolojide hamleler yaptığı bir satranç oyunu oynanıyor. Çoğu uzmanlar bu temponun giderek artacağını ve gelecek on yıllarda Uzakdoğu'nun daha da gelişeceğini öngörüyor. ABD ve AB bu gidişatı engellemek için hamleler yapmaya hazırlanıyor.
Türkiye'nin de bu tabloyu iyi değerlendirmesi gerekiyor. Küresel rekabette yer alabilmek için, patent alabilen doktoralı uzmanlardan oluşan bir nesil yetiştirmeliyiz. Bu amaçla, üniversite mezunu olmalarına rağmen iş bulamayan genç beyinleri harekete geçirmeliyiz. Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramını kutladığımız bugünlerde, gelecek nesiller için bilim ve teknoloji seferberliğini tartışmalıyız.
12. yüzyılda Artukoğlu Beyliği'nde mühendis olarak çalışan El Cezeri'nin sözleriyle yazıma son veriyorum:
"Uygulamaya geçmemiş bilgi, doğru ile yanlış arasında bir yerdedir."