İktidar nimetlerine ihtiyaç duyanlar büyük sermaye güçleridir. Ancak iktidar olmanın külfetleri onların iş yapmalarına engeldir, pek girmezler.
Yönetime talip olan politikacı işte onları kollar. Sizin ihtiyaç duyduğunuz yasal, siyasal ve sosyal ilkeler bizim parti programımızda yazılıdır, derler.
Sonra anlaştığı ekonomik gücün istekleri doğrultusunda söylem ve eyleme geçer. Onları savunur, kayırır ve onların rakipleri ile de çatışır.
Seçimlerden başarı ile çıkarsa iktidar olur. Ülkeyi yani ekonomiyi yönetmeye başlar. Rakipleri de onun hızını, yanlışlarını dillerine dolar.
Başkan bütün bu politik eleştiriler karşısında yanlışını kabul etmez, eğilmez dimdik durur. Böylece "sağlam irade" sıfatına hak kazanır.
Alkışlar onadır, başarı onundur, artık büyüktür, liderdir. Ondan istenen uygulamaların sahibidir. Giderek buna şahsı da inanmaya başlar.
Kerameti kendinde bulur. Ona göre, işleri yürütmeye başlar. Döviz, faiz, borç enflasyon, hukuk, adalet sorun olmaktan çıkar, elinde oyun olur.
Bütün tarih kitaplarında, onun gibi, inadım inat güç kullananların çevresini, oyunlarına ortak olan küçük adamların sardığı anlatılır.
Ne zamana kadar sürer, bu dediğim dedik yönetim?
İhtiyaçları karşılanan, politik ve ekonomik imkânlara kavuşturulan büyük sermayedar güçler, sessiz kalmaya başlayıncaya kadar...
Bu sükûnet korkutucudur. Seçmenlerin çoluk çocuğu da homurdanmayı keserse, bu çok daha ürkütücü olur, izleyeni rahatsız eder.
Çıplak ayaklı üç buçuk yaşlarında, biri donsuz, üstünde pipisini açıkta bırakan pislik içinde kısa bir fanila var, o kadar. Diğeri, dünyaya geleli üç yıl bile henüz dolmamış, yalın ayak, kıçında ıslak keçeleşmiş paçalı kirli bir tuman var.
Tarlabaşı'nın dik, inişli çıkışlı, eğri büğrü yolları, çinko inşaat perdesinin iyice daralttığı bakımsız bir yolun köşe yaptığı, avuç içi kadar ıslak bir meydancık.
İki yarı çıplak çocukla orada karşılaştık. Baka kaldık!..
Oynuyorlar mı, zinhar! Ayakta öyle yüz yüze duruyorlar, dengeli olmak için çıplak bacakları ayrık. Derken ıslak tumanın apış arasından şırrr diye sular akmaya başladı, işiyordu. Bitince bir adım attı, durdu, Dona kaldık!..
Dolapdere'nin şık galerilerinde özenli sergiler izlemiş, yürüyerek İstiklâl'e çıkıyorduk. Bizi donduran iki küçük çıplak canlının, etrafta kimi kimsesi yok muydu? Açık duran bir kapıdan içerisi görünüyordu, kimse yoktu.
Köşelerinde çer çöp birikmiş iki metrelik beton zemin, yerde bırakılmış bez parçaları, bir set üstünde buruşuk kâğıtlar. Ev!.. Küçük çıplakları sahiplenen birileri var mı, yoksa onları bırakıp, bir dilim ekmek peşinde iş mi aramaktalar?..
Sen ne diyon babalık? Baka kaldık diyorum, donsuz bebeler karşısında dona kaldık!
Kulağımda yıllar yıllar öncesinden Tevfik Fikret'in bir dizesi çınladı;
"Ey kimsesiz âvâre çocuklar… Hele sizler… hele sizler…"
Bir de gözümün önüne yine yıllar öncesinden Zeki Beyner'in yoksul çocuk çizimlerinden biri geldi, çıplak ayaklı ama hiç olmazsa ayağında donu var!..
Bir kedi gözlemi ile bu yazıyı bitirmek isterim.
Dolapdere'de, biz güzel bir galerinin kahvesinde tünemiş bir şeyler atıştırırken, bir kedi bahçeye açılan döner kapının cıvarında oturmuş bakınıyordu. Yemek yiyen biri, dışarı çıkması için kediye yardıma geldi, kedi aldırmadı, çekti gitti.
Biraz sonra baktım kedi yine geliyor. Döner kapıya yaklaştı, yavaşlamadı, kapı dönmeye başladı, kedi durmadı, lâkayt yürüyüşe devam etti, kapıya dahil oldu, beraber döndüler, bahçeye çıktı, uzaklaştı. Biraz sonra aynı yoldan içeri girdi.
Siz ne diyordunuz?..