Hem de hiçbir ayırım gözetmeden, kimseyi ayırmadan, kendi çıkarı uğruna, çoğalmak gibi bir amaçla hepsine bulaştı, sonra feda etti. Şansı yaver gidip de ona yakalanmadan paçayı kurtaranlara, ağızlarını burunlarını kapatıp, yuvalarının kuytularında saklanmaktan başka çare kalmadı.
Eşitlik gibi efsunlu bir kavram herhalda dikenli küçük bir yaratığın insafına bırakılamazdı. Zaten öyleydi, kavgada dövüşte, itirazda, nazda amaç bir an önce eşitliği sağlamak ve sükûnete kavuşmaktı.
Eşitlik uğruna ne tartışmalar götürdük hem de en ateşlilerinden, maksat sorun çıkartan farklılığı ortadan kaldırmaktı. Ne anayasalar eleştirdik, yetmedi değiştirdik, yine de beğenmedik, olmadı. Meşrutî tarihimizin Kanun-i Esasî’sinde bile müsavat kelimesi Fransız ihtilalinden, eşitlik anlamında, uçup gelen bir l’égalité yansımasıydı.
Sonradan, musavat kelimesi kolaylıkla eşitlik olmuş ama fark sözcüğü hâlâ ve zorla ayırd biçimine sokulmağa çabalanıp duruyor. Bana göre fark etmez, pardon ayırd etmez. Yok olmadı, yani farklılık yerine ayırdlık mı diyeceğiz?
Eşitler arasında elbet fark olmaz. Yine de, eşitler arasında birinci olmak özdeyişi, pek makbuldür. Latincesi bile var, boyuna kullanılır; Primus inter pares, eşitler arasında birinci !..
Eşitin tersi 'ç' ile çeşit. Eski deyimle musavatın muarızı da farktır, 'ç' yetmez, pardon kifayet etmez.
Neden, sandıktan çıkma bu küflü kelimelerle oynayıp duruyorum? Evlere kapanan altmış beş üstü' ler sokağa çıkmadan önce yada döndüklerinde, ola ki bu yazıyı kıraat etmeğe kalkarlarsa biraz hoşnut olsunlar, oyalansınlar diye. Ama sanmam, altmış beş civarında olanlar, bu dil değişikliklerinin tadına varmak için artık çok genç kalıyorlar, neticede 1955 doğumlular.
Eşitlik ve farklılık aslında düşman kardeşlerdir. Birbirlerinden ayrılamazlar, hem birbirlerini var ederler, hem de yok ederler. Eşitlik, soyuttur, varsayım ve kabule dayalı ideal bir kavramdır. Olsa olsa aynılık, ikizlik gibi bir tekrar.
Farklılıklar ise somuttur, adına layık zorunlu kabul gören pratik bir kavram. Onlar da kendi aralarında kardeştirler, dedim ya, ama biri küçük, diğeri ağabey yada abladır, biri kız diğeri oğlandır, biri öyle, diğeri böyledir.
Yazı tam istediğim yere gelmiş de farkında değilim. Başlığımız eşitlik ama ben farklılıktan söz etmek niyetindeydim, Eşitlik her zaman tartışma çıkarır, farklılıkta ise birini seçersiniz olur biter. Genellikle de büyük olan seçilir, o daha kârlıdır. Baş tarafına bir de "en" eklerseniz tadından yenmez:
En büyük, en çok, en üstün gibi… en önde, ileride, yukarıda, tepede, uzakta, uzun, iri, kocaman, geniş, gelişmiş, yüksek, hızlı, ağır, sıcak, güzel, alımlı, fazla, şişman, karmaşık, gizemli, sert, pahalı, zengin, en değerli, en parlak ve bu en’ler böyle uzar gider.
Bunların içinde en tılsımlı olan, en başta andığım, en büyük olanıdır. Buna bağlı olarak da en makbul olan büyüme ise, sürekli büyümedir. Sürekli büyüme mümkün olabilir mi? Olursa nereye kadar?
Belki bir şekilde olabilir. Büyüme için, bir başka şeyin aynı hızla küçülüyor olması gerekir.
Hiç aklıma gelmezdi, bir gün okullarda öğrettikleri Lavoisier kanununu hatırlayabileceğim. Ne diyordu üstad "hiçbir şey yoktan var olmaz, varken de yok olmaz". E yani ben ne diyordum;
Büyümek için başka bir şeylerin de azalması gerekiyor. Aklımda elbet de ülke ekonomisi var ama şimdilik o şöyle dursun bir kenarda.
Evrende sürekli büyüyen her şey sonunda patlar, parçalanır, dağılır. Belki parçalar kendi başlarına büyümeyi sürdürebilir ama diğerlerinin aleyhine olur, aynı ilkeler aynı doğrultudadır.
Çünkü, aslında sürdürülmesi imkânsız olan, ideal durum sabit dengedir. Bu da hiçlik anlamına gelir. Sabit, hareketsiz, kıpırtısız olan, kısacası yok sayılır. O şey, her ne ise, ya azalacak, ya çoğalacaktır. Konumunu korumak istiyorsa eğer, o zaman titreşecektir hep. Gidip gelecek, azalıp çoğalacak, dalgalanacaktır, İşte bu koşulda süreklilik olabilir. Kulağınıza küpe olsun.
İki aydır evde oturmaktan içiniz dışınız pelte gibi olmuştur. Dışarı çıkmadan önce, dışarıdaki durumu hatırlamak için biraz abukluk iyi gelir demiştim, meselâ bana iyi geldi.
Lâfı da, yazıyı da, daha fazla, uzatmadan, işi büyütmeden tadında bırakmak gerek.
Annelerin mübarek ellerinden öpüyorum. Sağlık çalışanlarına minnet duyuyorum.
Saat 11’e beş var, haydi sokağa çıkma vaktidir. Altmış beş üstü dostlarımı da fazla bunaltmadan kendilerine, bir an önce sokağa çıkarmalarını, ama maskeli, ama sosyal mesafeli, dikkatli ve neşeli olmalarını öneririm.
Sakın öksürük olmayın. İyi bir pazar gezmesi olsun…