15 Nisan 2020 günü TBMM'de "infaz sisteminde düzenleme" adı altında örtülü bir 'af kanunu' kabul edildi. İktidar sözcüleri, bunun bir af kanunu olmadığını, Koronavirüs salgını nedeniyle cezaevlerindeki aşırı yığılmayı seyrekleştirmek için infaz sisteminde değişiklik yapılarak tahliyelerin kolaylaştırılmasını sağlayan bir kanun olduğunu savunmakta. Oysa af konusu MHP lideri Bahçeli'nin Alaattin Çakıcı'yı ziyaret ettiği 23 Mayıs 2018'den itibaren Türkiye'nin gündemindedir. Çakıcı'nın, bu ziyarette, Ülkücü hareketten destek görmediğinden yakındığını basından öğreniyoruz. Bahçeli'nin, bu ziyaretin hemen ardından, Erdoğan'la özel bir görüşme yapması olayın önemini arttırdı ve af sorunu basının ilgi odağına yerleşti. Erdoğan af için koşulların elverişli olmadığını ileri sürmek suretiyle konunun görüşülmesini ertelemeye çalıştı. Hatta öteden beri savunduğu "devlet kendine karşı işlenen suçları affedebilir, kişilere karşı olanları affedemez" ilkesel yaklaşımını yineleyerek Bahçeli'nin gündeme getirdiği affın mümkün olmadığını dolaylı yoldan açıklamaya çalıştı. Ama konu Bahçeli'nin gündeminden hiçbir zaman çıkmadı. Sabırla uygun koşulların oluşmasını bekledi. Koronavirüs salgını Türkiye'de de yaygınlaşınca cezaevlerindeki yığılmaların kitlesel ölümlere neden olabileceği korkusu kamu vicdanını harekete geçirdi. Bu yığılmaların seyrekleştirilmesi ve muhtemel çoklu ölümlerin önüne geçilmesi toplumun öncelikli bir sorunu haline geldi. Herkes, açık ya da dolaylı bir af beklentisi içine girmişti. Artık ertelenmesi ya da geciktirilmesi mümkün değildi. Toplum adil, dengeli ve eşit bir genel laf bekliyordu. Özellikle çıkarılacak affın, Sayın Erdoğan'ın ahlaki ve insani açıdan benimsediği ilkeye uygun olarak "devlete karşı işlenen suçlara" öncelik tanınacak nitelikte olacağı inancı yaygındı. Düşünce suçu olarak da adlandırılan bu tür suçlardan mahkûm olanların öncelikle affedileceği beklenirken tam aksi oldu. İnfaz yasasında türlü, çeşitli indirimler yapılarak çıkarılan 'örtülü af kanunu' düşünce suçlarından hüküm giyen hiçbir mahkûmu kapsamıyordu. Hatta öğrenci hakları bağlamında attıkları kimi masum tweet'ler nedeniyle tutuklu ya da mahkûm olan öğrenciler bile af kapsamı dışında bırakılmıştı.
İktidarın destek sunarak sahip çıktığı af teklifi mecliste salt AKP ve MHP oylarıyla kabul edilerek kanunlaşınca toplumda büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Kanun, havuz medyası hariç, ülkenin görece bağımsız, yazılı, görsel ya da elektronik basın organlarında yazan, açıklamalar yapan kalem erbabı ile hukukçu ve akademisyenler tarafından ağır şekilde eleştirildi. Çünkü kanunun ahlaki ve vicdani bir rasyonalitesi yoktu. Evrensel hukuk kurallarına göre değil, kişilere göre ve sübjektif ölçütlerle hazırlanmıştı. Diğer bir deyimle, kanun, hangi 'suçluların' cezasının indirilerek tahliye edileceğine, hangilerinin infazının devam edeceğine yandaş ve karşıt ayırımı yapılarak düzenlenmişti. Kanunda Sayın Erdoğan'ın sıkça yinelediği "devlet kendine karşı suçları af edebilir. Kişilere karşı suçları affedemez" kuralı bile dikkate alınmamıştı. "Hukuk diliyle hangi 'suçların' hangi ilkelere göre infazının düzenleneceği değil 'hangi suçluların' cezasının indirileceğine bakılmıştı".[1]
İnfazda yapılan düzenlemeden önce cezaevlerindeki toplam mahpus sayısı 300 bin olarak hesaplanmakta. Bunun 257 bini hükümlü, 43 bini de yargılanmakta olan tutuklulardır. Kanunun Resmi Gazete'de yayımlanmasından sonra 90 bin kişinin tahliye edileceği tahmin ediliyor. Ama infaz indirimleriyle hangi kategorideki suçluların tahliye edileceği henüz açıklanmamıştır. Pek çok suç işleyen mafya babaları, uyuşturucu baronları, cinayet, hırsızlık, kaçakçılık, gasp, dolandırıcılık, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma, yağma, küçük kızların zorla evlendirilmesi ve benzeri kriminal suç işleyenlere infazda belli indirimler yapılarak çoğunun tahliyesi sağlanacaktır. Buna karşılık tweet atana, gazetecilere, siyasetçilere, basın açıklaması yapanlara, bilim adamlarına, akademisyenlere vb. salt düşüncelerini açıklamaktan tutuklu olanlara infaz indirimi yapılmamış ve bunlardan hiçbiri tahliye edilmemiştir.
İNFAZ KANUNU NEDEN TASVİP GÖRMEDİ?
Son yıllarda adalet sistemine olan güvensizliğin artması nedeniyle toplumda yaygın bir af beklentisi oluşmuştu. Koronavirüs salgını ile birlikte bu beklenti daha da arttı. Ayrıca hükümet, MHP kanadından gelen taleplere daha fazla sessiz kalamazdı. Muhalefet partileri ise affa karşı değildi. Adalet sisteminin bozukluğu, yerli yersiz mahkûmiyet kararlarının yarattığı toplumsal huzursuzluk ve salgın tehlikesi karşısında muhalefet de affa taraftardı. Hatta çoğunluk genel af istiyordu. Bu ölçüde kamu desteği ve mecliste taraftarı olan bir af kanunu teklifi bütün partilerin üzerinde uzlaştığı ortak bir metin şeklinde TBMM'ye sunulabilirdi. Ama iktidar farklı bir yöntemle ve tek başına özel bir çıkarmayı yeğledi.
İktidarın İnfazda değişiklikler yaparak dolaylı yollardan kimi suçluların tahliyesini sağlamak için izlediği yöntem hukuk dışıdır. Ahlaki açıdan da tartışmalıdır. İktidarın af kanunu yerine infazda değişiklik yapmayı tercih etmesinin nedeni muhalefeti dışlamak ve anayasanın af için öngördüğü 3/5 çoğunluğu aşarak uygun gördüğü tahliyeleri yapmaktı. Bu nedenle de, af kanunu yerine, infazda değişiklik yaparak kimi yandaş suçluların tahliyesini sağlamayı tercih etmiştir. İzledikleri anayasaya aykırıdır. Keza önceden belirlenmiş tutukluların tahliye edilmesi bir 'özel aftır.' Salt kimi yandaş suçluların tahliyelerini sağlamak için hukukun temel ilkelerine ve anayasaya aykırı şekilde özel af niteliğinde infaz değişikliği yaparak amaçlarına ulaşmaları evrensel hukuk kurallarına ve temel ahlaki prensiplere aykırı olduğu için kanun tasvip görmemiştir.
Vicdan akla dayanan bir iç muhasebedir. Her insan yaptığı eylem ve edimlerin "doğru mu yanlış mı olduğunun" içgüdüsel olarak muhasebesini yapar. Kendisine, ailesine ve topluma ne gibi etkisi olduğunu değerlendirir. Bazen birey, üyesi olduğu toplumun tümünü ilgilendiren olay ve eylemlerin muhasebesini de yapmak durumunda kalabilir. Örneğin vatandaşlar önemli kanun ve kararlar karşısında da pasif kalmaz bir vicdan muhasebesi yapabilirler. Konumları elveriyorsa kişisel kararlarını başkalarıyla paylaşabilir ve ortak bir vicdani duruş oluşmasına katkı yapabilirler. Ortak bir vicdani duruşun şekillenmesinde hükümetlerin, basının ve kimi ulusal kuruluşların rolü önemli olmakla beraber mutlak değildir. Kimi zaman hükümetlerin yetki kullanımı toplum vicdanının hoşgörü sınırlarını aşar. Bu takdirde yapılan eylem ve tasarruflar tasvip görmez, ya da çok sert tepkilerle karşılaşır. Olumsuz tasarruflar genelde uygulamanın somutlaşmasıyla daha net olarak algılanır. Bu da zaman almakta. Bu nedenle, kimi eylemlerin vicdani ve ahlaki değerlendirilmesi gecikebilir. Böyle bir gecikmenin neden olduğu tepkisizliğin zamanla tepkiye dönüşmesi her an mümkündür. Yeni af kanununun adaletsiz, eşitsiz, bölücü ve gayri vicdani olduğu, ancak tahliyeleri izleyen belli bir sürecin sonunda toplum vicdanında yaygın bir yankı bulur. Bu olguyu bir örnekle somutlaştırmakta yarar vardır. Örneğin af kanununun uygulanmasında, aynı gün cezaevine giren ve her biri 5 yıla hükümlü iki mahkûmdan biri eşini öldürmek kastıyla ağır şekilde yaralamaktan ceza aldığı için derhal tahliye edilecek, diğeri ise bir gazetede yayınlanan yazısından ötürü FETÖ'cü örgütle iltisaklı görülerek cezalandırıldığı için cezası bitinceye kadar infazı devam edecek. Cinayete teşebbüsten hükümlüyü af eden, ama yazdığı bir yazıdan dolayı hüküm giyen bir yazarın mahkûmiyetinin devamına rıza gösteren bir kanunun vicdan sahibi hiçbir vatandaş tarafın kabul görmesi mümkün değildir.
İnfazla gerçekleştirilen tahliyeler sürecinde, af kanununun bölücü olduğu ve toplumu karşıt iki cepheye ayırmak suretiyle yıkıcı düşmanlıklara neden olacağı daha şimdiden açıklık kazanmıştır. Nitekim infazda yapılan değişiklik tutukluları iki gruba ayırmaktadır. Kriminal suç (mafya liderliği, uyuşturucu ticareti, adam öldürme, hırsızlık, kaçakçılık, gasp, dolandırıcılık, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma vb.) işlemekten hüküm giyenler himayeye mazhar kader mahkûmları oldukları iddia edilerek dolaylı yoldan özel bir afla tahliye edilmeleri meşru olacak. Buna karşılık söz veya yazı ile düşünce açıklayan fikir insanlarının düşünceleriyle terör örgütleri arasında zorlama bir bağ kurarak 'vatana hıyaneti' suçu işledikleri iddia edilerek tutuklandıkları öne sürülecek ve af edilmelerinin mümkün olmadığı savunulacaktır. Dünyanın hiçbir ülkesinde hükümlüler arasında böyle bir ayırımın yapıldığına ilişkin bir örnek yoktur. Bu, çok açık bir bölücülüktür. Kriminal suçluları aydınlara karşı kışkırtıcı bir uygulamadır. Popülizmi körükleyerek toplumu demokrasi dışı bir alana sürüklemekte ve faşizme ortam hazırlamaktadır. Soygun, kaçakçılık vb. büyük kriminal suçlar genelde moral değerleri önemsemeyen örgütlü gruplar tarafından yapılır. Kontrol edilmeleri güçtür. Siyasetin gücünü arkalarına alınca yapmayacakları kötülük yoktur. Siyasal iktidar kriminal suçlular için özel af çıkarmak suretiyle güç kazanmaya çalışırken vahim bir bölücülük yapmaktadır. AKP'nin güçlenmek için izlediği yöntem tehlikelidir. Bu, hem ülkeye hem de kendi iktidarına zarar verecek maceracı bir yoldur. Kaçınılması gerekir.
Salt kriminal suçlular için çıkarılan özel af kanun teklifi görüşülürken iktidar kanadından tek bir itirazın yapılmamış olmasını ve infaz kanununun yine onların fire vermeden kullandıkları oylarla kabul edilmesini açıklamak güçtür. Türkiye'de ortalama bir vatandaşın bu kanunu vicdanen onaylaması mümkün değildir. Eğitimli ve iyi yetişmiş AKP milletvekillerinin ortalama TC vatandaşlarından daha az vicdanlı ve daha az merhametli olduklarını iddia etmek gerçekçi olmaz. O zaman kriminal suçluların affını isterken, salt beğenilmeyen düşünceleri nedeniyle tutuklanan aydınların af kapsamı dışında bırakılmasına onay vermelerini nasıl açıklayacağız. Yüzlerce eğitimli ve vicdanlı milletvekili arasından tek birinin dahi bu akıl dışı tersliğe itiraz etme cesaretini gösterememiş olmasını nedeni ne olabilir? Sözünü ettiğimiz kanun teklifine olumlu oy kullanan vekiller arasında kapalı ve gizli bir anket yapmak mümkün olabilseydi çoğunluğun farklı bir görüş sergileyeceklerini saptamanın ihtimal dışı olacağını düşünemiyorum. Bu oylamalarda lider kültü ve merkezi idare korkusunun belirleyici olduğu kesindir.
Tarih boyunca iktidardaki lider ve yönetici kadronun başlıca amacı iktidarı korumak ve sürdürmek olmuştur. Bunu için 'korku salmak' öncelikli bir araçtır. Kralların tahtta hak iddia edebilecek kardeşlerini hatta kendi öz çocuklarını katlettikleri ve iktidardan pay isteyenlerin de nasıl sona ulaştıkları biliniyor. İktidarı sürdürmede korku ve dehşet yaratma tek başına yeterli bir araç değildir. İktidar sahiplerine kutsallık izafe edilmesi ve tapınılması gereken şahsiyetler olarak benimsenmeleri de çok önemli bir araçtır. Günümüzde şahsa tapınma (culte dela personalité) iktidarda kalabilmenin çok etkili bir diğer aracıdır. Özellikle Popülizmin kişiye tapınma olgusunu seçimli iktidar aracı olarak kullanmaya özen göstermesi dikkat çekicidir.
Türkiye'de siyasi partiler kanunu ile seçim kanunu ve parti tüzükler iç tartışma ve düşünce üretme hakkını salt genel başkanlara ve merkez organlarına tanınmıştır. Milletvekilleri ile diğer seçilmişlerin ve parti üyelerinin tartışmaları ve parti adına düşünce üretme yetkileri yoktur. Görevleri, genel merkezden gelen karar ve buyruklara itaat etmektir. AKP gibi şahsa tapınma olgusunun belirleyici olduğu partilerde ise merkez karar organları da biçimsel kalmakta karar üretme yetkisi yalnız genel başkanlara tanınmıştır. Milletvekillerinin ve diğer seçilmişlerin parti adına düşünce üretme hakkını engelleyen en etkili araç genel başkana ve merkez organlarına tanınan korkutucu otoriter yetkilerdir. Parti organlarını feshetme, tüzük dışı düşünce üreten üyeleri partiden çıkarma, milletvekili adayları başta olmak üzere seçimli makamlara aday gösterme yetkisi sadece merkeze, özellikle de genel başkanlara tanınmış münhasır bir haktır. Bu aşırı yetkiler partilerin merkez yürütme organlarını, özellikle de genel başkanları korku salan ve mutlak bir itaat bekleyen otoriter güç haline getirmiştir. Siyasi partilerimizin merkeziyetçi yapıları meclislerde oylanacak kanun ve kararların alınmasında da belirleyicidir. Hiçbir üye bağlayıcı grup kararına aykırı oy kullanamaz. Aksine bir davranış ancak atılmayı göze almakla mümkündür. Neticede hiçbir AKP milletvekili vicdanıyla baş başa kalarak oy kullanma cesaretini gösteremediği için adalete, eşitliğe ve vicdana ters düşen bölücü özel bir af kanunu iktidar kanadının oybirliği ile kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Siyasi iktidarın hak, adalet, eşitlik ve vicdanilik ilkelerini yok sayarak keyfi ve bölücü nitelikte özel bir af kanunu çıkarıp uygulamasının yaratacağı toplumsal huzursuzluktan ve kargaşadan kurtulmanın ve Türkiye'de de her şeye rağmen hâlâ adaletin var olduğunu kanıtlamanın tek bir yolu vardır, o da Anayasa mahkemesinin eşitlik ilkesini baz alarak özel af kanununda, tutukluların tümünü kapsayacak şekilde affın şümulünü genişletecek, bir düzeltme yapmaya karar vermesidir. Böyle bir karar hem Türkiye'yi rahatlatır, hem de AKP'yi…
[1] Taha Akyol, 16 Nisan 2020 günlü Karar Gazetesi