2002 genel seçimleri öncesi televizyonlarımızda en çok seyre mazhar olan iki siyasi figür vardı: Recep Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal.
Neredeyse 12 Eylül 1980 sonrasından itibaren aşağı yukarı 20 yıllık dönemde Türkiye siyaset sahnesinde 'bağdaş kurmuş' partiler ve figürler; ANAP, DYP, MHP, DSP… Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Bahçeli, Ecevit… Evet, onlar da meydanlarda oldukları kadar ekranlardaydılar ama onları kimsenin gözünün gördüğü yoktu.
Televizüel çağda siyaset böyleydi. Seyre mazhar olan siyasette de 'muhkem' olmaktaydı.
25 Ekim 2002'de Uğur Dündar'ın Seçim Arenası programına katılan Erdoğan ve Baykal'ın konumları, 3 Kasım seçimleri sonrası Türkiye'nin siyasi hayatına kimlerin hâkim olacağına ilişkin de en kesin sonucu önümüze koymuş gibiydi. Başka kamuoyu yoklamasına dahi gerek yoktu.
Program, Türkiye'yi seyre kilitledi, kapı-baca yıktı.
Köprülerin altından çok su aktı. Bu liderlerden birinin önü bu topraklarda seyredilme oranı olarak alabildiğine artarken diğerininki düştükçe düştü.
Elbette tarihte bireyin rolünü abartmamak gerekir, ama aynı ölçüde hiçe saymamak da gerekir.
Her şeyin ötesinde Marx'a kulak verilecek olursa, insanlar kendi tarihlerini önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yapma imkanına sahipler. Bu çerçeveden olarak tarihte bireyin rolünü yerli yerine oturtmak mümkün.
Yine bu çerçeveden olarak, belli ekonomi-politik, sosyal-kültürel ve ideolojik-psikolojik bağlamlarla uyarlıca göz dolduran tarihsel şahsiyetlerin seyir merdivenlerinde de siyaset merdivenlerinde de yükselişini anlamak-anlamlandırmak mümkün.
Deniz Baykal açısından bakıldığında, onun 1999 seçimlerinde ülkenin en eski ve kurucu partisini Meclis-dışı bırakan siyaset pratiği sonrasında, o seçimde sosyal demokrat oyların kendisine yöneldiği Ecevit'in siyasi ömrünün de 2000'ler dönümünden itibaren bitmiş olmasına bağlı olarak eşsiz bir geri-dönüş, yeniden-doğuş şansıydı 2002 seçimleri…
Baykal bu şansı harcadı. O yüzden 2002'deki 'reyting'in onun açısından sonun başlangıcını oluşturduğunu bugünden söyleyebiliyoruz.
Genellikle de böyledir hep. 'Reyting'in zirvede olduğu nokta, en kritik, hassas ve riskli noktadır. Çünkü sonrası, zirvede yerini koruma yolunda tam anlamıyla bir 'zamana yenilmeme' mücadelesidir.
Recep Tayyip Erdoğan bağlamında süreç, yapısal (format) olarak aynı koşullar işlerlikte olmakla birlikte içerik açısından farklılık arz etmiştir.
Onun siyaset sahnesine, 'yardımcı roller'den sonra ön planda 'başrol' olarak çıkmaya başlaması 1994 yerel seçimleriyle olduysa da adını bugünkü terminolojik tercih doğrultusunda 'Reis' olarak koyabileceğimiz 'dizi'de reyting zirvesine oturması yine de zaman aldı: 28 Şubat (1997) süreci, sonrasında şiir okuduğu için mahkumiyet, ardından seçilme yasağı, bu aşılıp başbakanlık koltuğuna oturması ve 27 Nisan (2007) e-Muhtırası'na kadar, 'reyting'in kararlı ve tedrici şekilde arttığı ama yine de pik yapmadığını kaydetmek gerekir.
Erdoğan'ın vazgeçilmez başrol oyunculuğunda seyrimize sunulan 'Reis' dizisinde reytingin doruğa çıkıp bulutları deldiği nokta, Davos 2009'dur.
Bir başka deyişle, "Van Minüt, Van Minüüüüt, Van Minüttt!!!"
29 Ocak 2009'da ekrana gelen 'Reis' dizisinin o bölümü, artık sadece Türkiye sathında değil, Ortadoğu-İslam coğrafyası başta olmak üzere 'mağripten maşrığa' yeryüzünün her yerinde gözlerin ekrana kilitlenmesini sağladı.
'Reis', artık küresel ölçekte, o popüler deyişle, bir 'fenomen dizi' idi.
Ama işte 'Reis' ve başrol oyuncusu için de Davos Zirvesi, daha doğrusu Davos'la gelen reyting zirvesi, elbette yaşanılan anın içinde pek fark edilememiş olsa da bugünden bakıldığında rahatlıkla söyleyebiliriz ki sonun başlangıcını oluşturdu.
'İktidar zehri', içten içe o noktadan itibaren akmaya başladı.
'Şöhret yönetimi', akılcı, sağlıklı, dikkatli şekilde sağlanamadı.
Tam aksi istikamette gelişmelerle ve içe aktığı kadar dışa da akan zehrin lezzetinden istifade etmek isteyen irili-ufaklı nice kifayetsiz muhterisin de ortalığa yandan yandan ve yandaş yandaş saçılması hasıl oldu.
Yine de 'dizi' zirvede yerini korudu.
2011 genel seçimlerindeki yüzde 49,95'lik başarı mesela, herkese "Reis, zirveyi hiç bırakmıyor, bırakmaz" dedirtecek cinstendi.
Fakat yavaş yavaş da kurgusal akışta dinamizmin yitirildiği, statikleşmenin baş gösterdiği, bu doğrultuda da "Acaba daha ne atraksiyonlar yapsak" kaygılı soruları eşliğinde bir yeni sürece girildi.
'Dizi' hâlâ seyir evreninde rakipsizdi, ama alttan alta 'seyirci'de bir usanma, bezme, bıkkınlık emareleri de belirmeye başlamıştı.
Buna paralel olarak, özellikle diziye ölümüne 'fan' olmuş bir çekirdek kitleyi kaybetmeme yolunda, onlara hitap edecek mahiyette 'dizi'nin avantür dozu, amiyane deyişle vurdulu-kırdılı sekansları alabildiğine arttırıldı!.. Bunu takviye mahiyetinde de 'dizi'yi fanatikçe sahiplenenleri daha güçlü şekilde bağlayacağı düşüncesiyle irili ufaklı yeni 'oyuncular' diziye dâhil edildi.
Artık seyrettiğimiz dizide, gözlerini belerte belerte, ağzından kıvılcımlar-ateşler, zehirli mi zehirli lakırdılar saça saça, Reis'ten çok Reisçi, raconcu, kabadayı karakterler karşımızdaydı.
Fakat dedik ya, giderek eski izlenme oranlarına sahip olmasa da 'dizi' yine de zirvedeydi, çünkü onunla rekabet edebilecek çapta, ölçekte, yetkinlikte yapımlar denendiyse de başarılı olamadı, tutmadı.
Tabii ayrıca çok uzun zamandır piyasada olduğu için her tarafın kapatılmış, başka 'yapım'lara imkân ortamı açmama yolunda bütün yayın platformlarına hâkim olunmuş, bu bakımdan bir 'tek-el' sağlanmış olmasının bunda payı büyüktü.
'Reis', kimseye göz açtırmıyordu ki seyirci başka seçeneklere yönelebilsin!..
'Tek dizi'den, 'tek karakter'den ve onu oynayan değişmez bir 'tek oyuncu'ya kilitli seyre adeta mahkumdu bütün memleket.
'Dizi' reyting kaybı yaşıyordu ama başka seçeneğin olmaması, başka seçeneklerin kendini 'seyirci'ye sunmasına aman verilmemesi, aksine özde tek-kişilik bu diziyi seyre sunma yolunda yayıncı kuruluşların adeta birbirini ezercesine yarışması nedeniyle bu bıkkınlık veren diziyi izlemeye mahkûmiyet, keyfiyet olmuştu.
Yani yapım girişimlerine kahkahalarla gülünüp geçiliyordu!.. Hatta bazı yeni yapımları ekrana getirmeye söz veriyorlar, ama ardından 'Reis'ten bir yeni 'fragman' piyasaya sürüldüğünde, seyre sunma sözü verdikleri yapımı apar topar yayından alıp 'Reis'in yeni fragmanını akıl ve kalpleri mühürlenmiş şekilde derhal yayınlıyorlardı.
Ama yine de 'Dominasyon' ilanihaye devam etmedi/edemedi.
Neredeyse 10 yıldır reyting merdiveninin üst basamaklarında olmaya devam eden 'Reis'de irtifa kaybı saklanamaz, hasır altı edilemez, görmezden gelinemez olduğu noktada çatlaya patlaya da olsa yeni bir ruh, coşku ve umutla sahneye konan 'İmam'ın Oğlu'na seyirci ilgisinin önüne geçemediler
2009 Davos'unda reyting doruğuna çıkmış 'Reis', 2019 İstanbul'unda bir Haziran gecesi zirvedeki yerini yeni dizi 'İmam'ın Oğlu'na kaptırdı.
Panik başladı. Bu, 'Reis' dizisini avantür, vurdu-kırdı, 'çakarım-kayarım' belagati eşliğinde daha da dibe vuracak bir savrulmaya uğrattı. Bağlantılı olarak seyirci, 'dizi'den koptukça koptu. Dizinin nispeten makul müdavimlerinin dahi bu çukur-kurgular karşısında yüzü buruştu, sıdkı sıyrıldı.
Yeni dizi 'İmam'ın Oğlu' ve onun ortaya çıkışında emeği olan, 'organizasyon'dan sorumlu, remzi 'Altı Ok' olan 'Yapımcı Kuruluş'un önemi, değeri, kredisi de birdenbire 'seyir tüccarları' nezdinde arttı.
Ama işte 'düzen' de bir kere kurulmuş yahu! Dile kolay, 10 yıldır seyre sunulan reytingi herkesi büyülemiş bir 'dizi' var ortada.
Şimdi onu öyle kolayından da kıyıya itemiyorlar. 'Sözleşme'ler var, 'şartname'ler var, 'yatırım'lar var.
O yüzden durumu 'idare etmeye' kalkışıyorlar.
Hâlâ 'Reis' dizisi, onun başrol oyuncusu ve yan(daş) rolleri ön plânda olsun, bu arada 'yeni dizi'nin oyuncularını da sahnede tutalım istiyorlar.
Kim bu ikincilleştirmeyi, asimetriyi, artık kabak tadı vermiş bir eski 'dizi' karşısında hadsizce hiçe sayılmayı, itibarsızlaştırılmayı kabul eder?!..
Sonuç: 'Yapımcı', 'yayıncı kuruluş'la çalışmama kararı aldı!
'Dizi'sini o kuruluş bünyesinde yayından çekti.
Yayıncı kuruluş ne halde ne düşünüyor ne plânlıyor, belirsiz.
Ama artık öyle şen-şakrak kahkahalar atamadığı kesin!..