Tayyip Erdoğan’ın, “Sanatçı, sanatıyla konuşur, dalkavukluk yapmaz” sözü bende iki ana çağrışıma yol açtı. Birincisi, Murat Belge’nin yıllar yıllar önce, tâ 1981’de Sanat Olayı dergisinin 1’inci sayısında (ki şu anda elimde; derginin sayılarını topluca ciltletmiştim!) ilk kez yayımlanmış efsane yazısı “Saray Soytarısı ve Dalkavuk”. Diğeri de Keloğlan masalları ve Rüstü Asyalı’nın sinemadaki performansıyla belleğimize yerleşmiş Keloğlan imgesi…
AKP’li Cumhurbaşkanı’nın sözünün bir kıymeti varsa işte bu, söz konusu iki “hayırlı” anımsatmadır!..
Erdoğan, “Her şey çok güzel olacak” sözüyle YSK’nın “iktidar hukuku”na dayalı seçim yenileme kararına tepkilerin sosyal medyadan stadyumlara kadar her yerde karşılık bulmasına bağlı olarak sarf etti bu sözü. Diğer başka ağır sözlerle birlikte ve korkunç tehditlerle de tortop halde…
Söylediklerinden bir demet şöyle:
“Sinema dünyasıyla ilgili olarak bize kadar kimse bir yasal düzenleme yapmadığı halde, bu yasal düzenlemeyi yapıp, ondan sonra bir taraftan bize teşekküre geleceksin, arkadan da bunlarla beraber şakşakçılık yapacaksın. Bunu ne ile ifade edeceğiz?”
Bu arada işte şu söz: “Sanatçı, sanatıyla konuşur, dalkavukluk yapmaz.”
Ardından Fenerbahçe maçında statta açılan “Her şey çok güzel olacak” pankartı ve aynı şekilde atılan sloganlara binaen:
“Bunlar o kadar şirazeden çıktı ki, şimdi statların tribünlerine pankartlar asıp, FETÖ’nün uşaklarının sloganlarını yazıyorlar. Bu statları biz yaptık biz. Kapalı spor salonunda beyefendinin ifadelerini orada söyletiyorlar. Bunlara eyvallah diyemeyiz.”
Nihayet: “Bunlar yanlış yolda. Ama biz düzelteceğiz. Hepsi kayda giriyor.”
Nasıl Katolik iktidar Yeni Çağ başında Avrupa’da ekonomi-politik iktidarını kaybetme noktasına geldiğini hissettiğinde kendisine rakip olarak çıkan herkesi “cadılaştırma” yoluna gittiyse, aynı şekilde bugün bu memlekette de benzeri çerçevede bir “fetöleştirme” kampanyası var.
Yeni Çağ Avrupa’sında dinbazlık için iktidar sürekliliğinin yolu, muhalifleri “cadı”lama ameliyesinden geçmekteydi.
“Yeni Türkiye” dinbazlığında iktidar sürekliliğinin yolu da muhalifleri “fetö”leme ameliyesinden geçiyor.
Şimdilerde Ekrem İmamoğlu böyle bir ameliyeye hedef... “FETÖ’nün uşaklarının sloganları” (eşittir,) “beyefendinin ifadeleri” sözleri bunu işaret ediyor.
Sanatçıların “dalkavuk” olmasını işaret eden de yine onların İmamoğlu’nun ağzından çıkan “Her şey çok güzel olacak” ifadesine rağbet etmeleri.
Peki, ama bu "dalkavuk" tabiri ne kadar söz konusu muhalif tercih ya da pratikle örtüşüyor? Söz konusu "#herşeyçokgüzelolacak" etiketlemesini sosyal medyada yapan, diline dolayıp skeçe dönüştürenler, tüm hışmıyla iktidarın hedef tahtasına oturtuldular. “Dalkavuk”ların böyle bir riski göze aldıkları tarihin hangi sayfasında görülmüş?..
Dalkavuk hikâyeleri saymakla bitmez; onlara bakın, tablo tam tersidir.
Mesela vakti zamanında dalkavuğu ölmüş bir padişah, yeni dalkavuk almak için her yere haber salmış. Yüzlerce dalkavuk işi kapmak için sıraya girmiş. Padişah, “Dalkavuk musun” sorusuna “Evet, dalkavuğum Padişahım, hem de en hasından” diyen hiçbirini beğenmemiş.
En sonda yer alana aynı şekilde “Dalkavuk musun” diye sorduğunda ise şu cevap gelmiş: “Estağfurullah, siz ki cihan padişahısınız. Siz hükmederseniz dalkavuğuzdur, yok dalkavuk olduğuma hükmetmezseniz kapınızda paçavrayızdır.”
Tabii ki padişah onu almış saraya dalkavuk olarak!..
Hikâye çoktur: “Sıfır” nedir diye dalkavuğuna soran padişah “doğru” cevabı şöyle almış mesela: “Sizin yanınızda bendeniz hünkarım!..”
Ya da bunların hepsinin zirvesinde şu hikâye: Yine padişahımız dalkavuk arayışındadır. Gelenleri tek tek huzura alır ve sorar:
“-Demek dalkavuksun öyle mi?
-Evet Padişahım.
-Ama hiç benzemiyorsun.
-Olur mu Padişahım, dalkavuğun âlâsıyım ben!..”
Padişah bu cevaplardan tatmin olmayarak umudu kesmişken yine en son karşısına gelen aday, onun sorularına şu karşılıkları verir:
“- Dalkavuk musun?
- Evet, Padişahım.
- Ama hiç benzemiyorsun.
- Öyledir Padişahım, ben hiç dalkavuğa benzemem.
- Ama dur bakayım, biraz da benziyorsun dalkavuğa…
- Öyledir Padişahım, ben biraz dalkavuğa benzerim.”
Padişah, aradığını bulmuştur!..
Görüldüğü üzere dalkavuk, iktidarın “güzellik aynası”dır.
Dalkavuktan beklenen, “O statları biz yaptık biz” diyen muktedire, “Evet, siz yaptınız, Allah ne muradınız varsa versin, Allah sizi başımızdan eksik etmesin Efendim” demektir.
Dalkavuk, “Yaptınız o statları da kimin parasıyla, vergisiyle, katkısıyla yaptınız” diye, zinhar, soramaz.
Ne de o, “Her şey çok güzel olacak” diye çığırır.
Dalkavuktan beklenen, “Sinema dünyasıyla ilgili yasal düzenlemeyi biz yaptık biz” diyen muktedire, “Evet, siz yaptınız siz, siz, siz” şeklinde karşılık vermek ve ömür boyu minnet ve şükran borcu ile bir dediğini iki etmemektir.
Dalkavuk, ne söz konusu yasal düzenlemenin bir resmi görev ya da hizmet olduğunu hatırlatma densizliğinde bulunur…
Ne de "Her şey çok güzel olacak" çığırtkanlığında bulunur.
Demek ki “dalkavuk” nitelemesinde aslında bayağı bir revizyona gitmeye gerek var!..
Dalkavuk “Doğu”dan çıkar. Bunu işte Murat Belge’nin o güzel yazısından öğreniyoruz (“Saray Soytarısı ve Dalkavuk”, Sanat Olayı, Sayı: 1, Ocak 1981, s. 34.)
Batı’da Rönesans döneminde en olgun aşamasına ulaşan saray soytarısının muadili Osmanlı sarayında dalkavuktur. Şu farkla ki soytarı, doğrudan doğruya kralla alay edebilir, dalga geçebilir. Böylece iktidarın yüzüne karşı nükte ya da bugünkü dille söylersek espriler yapıp hem onu hem de çevredekileri güldüren soytarı, toplumda bir tür eleştirel emniyet supabı işlevi görür.
Soytarı, muktedir karşısında en aşağı konumdaki kişidir, ama hiçbir zaman muktedire, “Ben sizin yanınızda sıfırım Majesteleri” demez. En aşağı olmanın avantajıyla muktedire kimsenin söyleyemeyeceğini söyler. Belge’nin deyişiyle, onun “konumunun düşüklüğü, sözlerinin yarattığı şoku dengelemektedir.”
Bu topraklarda dünden bugüne sarayların olduğu her yerde hiç “soyrarı”ya rastlanmamış, hep dalkavuklar olmuştur.
Dalkavuk, muktedirin duymak istediğini söyleyendir. Sadece ensesine şaplak atılarak gülünür ona…
Muktedirin gülünç dilidir dalkavuk… Onun, muhalif odakların dili olması imkânsızdır.
O yüzden, evet, Erdoğan’ın “dalkavuk” nitelemesinde revizyona gitmek lâzımdır.
Doğuda soytarı yoktur. Ama ondan bir hayli farklı olmakla birlikte bazı yönlerden onu çağrıştıran bir halk kahramanı vardır.
Keloğlan bu.
Orta Asya’dan İran’a ve Anadolu’ya açılan yelpazede bir masal kahramanı olarak ortaya çıkan Keloğlan, aslında farklı isimlerle bir “arketip” olarak yeryüzünün pek çok bölgesinde karşımıza çıkan bir masal motifidir.
Biz de Keloğlan motifleriyle büyüdük. Sinemada Rüştü Asyalı’nın canlandırmasıyla sıradan-gariban bir yalın-ayak/başı-kabak köylü çocuğu olarak padişahın gözbebeği kızını (“Aykız”) prenslerin yakışıklılığını alt eden zekâsıyla nasıl elde ettiğini keyifle-gıptayla izledik.
Keloğlan, padişahtan korkmuyor muydu? Hayır, korkuyordu. Ona yeri geldiğinde minnetini, şükranını sunmuyor muydu? Hayır, sunuyordu.
Ama yeri geldiğinde de o padişaha, özellikle zekâsını kullanarak karşı durmaktan da geri kalmıyordu Keloğlan…
Keloğlan, padişahtan korkmakla ona teslim olmamak; şükran ve minnet duymakla gerektiğinde de eleştiriden geri kalmamak arasında ince bir çizgide hünerlice, zekice, dikkatlice, muzipçe ve en önemlisi şen-şakrak, güle-oynaya yürüyen bir figürdü.
İktidar karşısında dalkavuktan da soytarıdan da yukarıda, ama yine de tâbi bir figürdü.
Tahakküm karşısında gülünçlüklerle harikulade direniş sanatı sergileyen bir figür…
Onun üzerine kayda değer bir makale üretmiş, Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Prof. Tarık Özcan’ın değerlendirmesiyle, mitosları eposları, yani efsaneleştirmeleri ve destanlaştırmaları darmadağın eden bir figür!..
Prof. Özcan’dan bazı satır başlarıyla devam edelim:
“Keloğlan, masallardaki gücün (padişahın) karşısında halkı temsil etmiş kişidir.
Keloğlan’ın kavgası daha çok padişah, ağa, dev gibi muktedir olanlarladır. Özünde ciddi anlamda bir kültürel dönüşümün izlerini taşıyan Keloğlan, bunun için sürekli olarak mit ve mucizeyle kavga halindedir. Keloğlan’ın kavgası, mitin boşluğunu göstermek için kullandığı dil figürleri miti geçersiz kılan komiğe yaslanır.”
Mitik yapının yıkıma tabi tutulduğu çağdaş anlatılarda olduğu gibi Keloğlan masallarında da mitos-eposa ait kalıplar yıkılmaktadır. Keloğlan, mitik çağın kahramanları gibi meselelerini çözerken kılıç, mızrak ve ok gibi eril sembolleri kullanmamaktadır. Aksine akıl ve iletişim dilini kullanarak kendisinden daha güçlü kahramanları yenmektedir.
Keloğlan, mitik yapının yorgun düşen ve rutinleşen kalıpları karşısında bıyık altından gülerek ve onları gülünç duruma düşürerek boşluğunu/geçersizliğini vurgulamaktadır” (T. Özcan, “Modern Bir Özne: Keloğlan”, BİLİG, Sayı: 65, Bahar 2013, ss. 247-258; makaleye dikkatimi çeken Alperen Uluer’e teşekkür ederim!)
Demek ki Keloğlan bir mit-kırıcı, kült-yıkıcıdır.
Dalkavuk ise mit-yapıcı ve “kült” parlatıcı…
Keloğlan, muktediri kazır; dalkavuk ise cilalar.
Dalkavuk ezik ve gülünç bir kraldan çok kralcıdır.
Keloğlan ise evet, boynu kıldan ince olsa da her şeye rağmen gülünçlükleriyle “Kral çıplak” diyebilen biri…
Bu doğrultuda siz karar verin! Yılmaz Erdoğan’lar, Cem Yılmaz’lar, Şahan Gökbakar’lar… Dalkavuğa mı yakınlar, Keloğlan’a mı?..
Benim cevabım yukarıdaki akıştan aşikâr.
Ama eminim hepimiz onların “komik” olduğunda hemfikiriz.
E, o zaman Keloğlan incelemesinden yukarıda istifade ettiğimiz Prof. Tarık Özcan’ın şu cümlesiyle sözü noktalayalım:
“Çözülme ve yıkım, komiğin devreye girmesiyle başlar.”