Kastedilen, Darwin’in evrim kuramını dünyaya tanıtan “Türlerin Kökeni” adlı kitabıyla yaptığı çıkış!..
Sözün aslı Bernard Shaw’a ait. Özlü, esprili ve hicivli sözleriyle ünlü İrlandalı oyun yazarı, evrim konusu ve Darwin üzerine seri yazılarından oluşan kitabında (Back To Methuselah: A Metabiological Pentateuch, 1921) şu başlığı atıyor bir yazıya: “How One Touch of Darwin Makes the Whole World Kin” (“Darwin’in bir dokunuşu nasıl tüm dünyayı akraba yapar”).Kastedilen, Darwin’in evrim kuramını dünyaya tanıtan “Türlerin Kökeni” adlı kitabıyla yaptığı çıkış! Darwin’den önce de mevcut olan evrimsel düşüncenin “devrimsel” bir atılım gerçekleştirmesini sağlayan bu kitabın ilk baskısı 1859’da yayımlandı. 2009 yılı bu kitabın basılmasının 150’nci yıl dönümü olarak pek çok anma etkinliğine vesile oldu. Ben, gerek insanın biyolojik evrimi gerekse din ve yaratılış düşüncesi üzerine hayli kafa yormuş, yazıp-çizmiş biri olarak bu anlamlı yıldönümüne katkıda bulunamadım. Ama işte 2009’un son haftasında, herkesin yeni yıl, Noel Baba, vb. yazılarla haşir neşir olduğu günlerde bu açığı kapamak içimden geldi. Umarım sabır ve hoşgörüyle karşılanır. Ayrıca genlerle, DNA’yla, amino asitlerle yüklü sıkıcı bir yazı sunmamayı vaat ediyorum. Biraz da “ezber bozma” iddiasındayım. Genelde “ak” ve “kara” karşıtlığı içerisinde, çatışmacı bir motivasyonla sürdürülen evrim-yaratılış (bilim-din) tartışmasında, çıkarılan gürültüde güme giden ve geniş “gri” alanda kümelenen, kanımca şaşırtıcı olabilecek noktalara dikkat çekmek amacım. Bir tür “Bunları biliyor muydunuz?” yazısı yani... (Aktarılacaklar, Toplum ve Bilim dergisinin 2003’te çıkmış 96’ncı sayısındaki “Genesis’ten Genetiğe Gidişler ve Gelişler” başlıklı makalemde daha kapsamlı olarak ve referanslarıyla birlikte yer alıyor.) Söze bodoslamadan girelim: Evrimin babası diye bilinen ve bugün dinsel inanç karşısında materyalizmin pîri sayılan Charles Darwin, sıkı bir Protestan’dı! İnanç, Darwin’in ömrünün başından sonuna kadar hayatının en önemli unsuru oldu. O, evrim kuramını geliştirmesine temel oluşturan beş yıllık doğa gezisine çıktığında bile tamamen “imanî” bir maksat gütmekteydi. Hedefi, Kutsal Kitap’taki “yaratılış mucizesi”ni belgelemek, İncil’i bilimsel bulgularla doğrulamaktı! Lâkin evdeki hesap çarşıya uymadı. Bilimsel gözlemleri, yaratılış anlatısından farklı bir varoluş serüvenine işaret ediyordu. Kabaca özetlemek gerekirse, canlılar “Tanrı’nın eli”yle bir anda ve ayrı ayrı yaratılmamış, ortak bir kökten zamanla ve doğal seçilimle farklılaşıp bugünkü çeşitliliklerini kazanmışlardı.Darwin zor durumda kaldı. Gözlemleri inancıyla, aklı kalbiyle çatışma içindeydi. İnancından vazgeçmeyi hiç istemiyordu. O yüzden 1830’ların ortasında tamamladığı araştırmanın sonuçlarını 20 yılı aşkın süre yayımlamaya cesaret edemedi. “Türlerin Kökeni”nin 1859’da yayımlanmasına yol açan fitili bir başka doğa bilimci, Darwin’in seçkin, burjuva kimliği karşısında hep gölgede kalmış (“evrimin isimsiz kahramanı” da denebilir) mütevazı Alfred Russell Wallace ateşledi. Wallace, Darwin’in bulgularına kendi araştırmalarıyla ulaşıp sonucu kendisine ilettiğinde Darwin artık daha fazla bekleyemeyeceğini anladı da “Türlerin Kökeni” ancak o zaman yayımlandı.Gelgelelim Darwin kitabı yazarken bile hâlâ inancın etkisindeydi ve bu etki kitabın satırlarına da yansıdı. Dinsel yaratılış düşüncesine karşı bir manifesto addedilen kitap, şu satırlarla biter (kısaltarak aktarıyorum): “Yaradanın başlangıçta bütün özünü birkaç ya da bir biçime üfürdüğü yaşamı böyle anlayan, basit bir başlangıçtan en olağanüstü biçimlerin türemiş ve türemekte olduğunu kavrayan bu yaşam görüşünde güzellik vardır”. Anlaşılacağı gibi burada “materyalist” değil, “teistik” bir evrim görüşüne işlerlik kazandırılmaktadır.Öldüğünde Londra’daki meşhur Westminster Manastırı’nın bahçesine gömülen Darwin’i günümüzde pek çoklarınca yapıldığı gibi materyalizm üzerinden sosyalizmle ilişkilendirmek de doğru değildir. Darwin ilhamını kapitalizmden almış, onu deyiş yerindeyse “doğal”laştırmıştır. Yaptığı, Adam Smith ekonomisinin doğaya transferinden başka bir şey değildir. Bunları yazmaktan muradım, evrim düşüncesini hiçe saymak, reddetmek, gözden düşürmeye çalışmak değil. Yazının başında belirttiğim gibi, “ak” sayılanda “kara”, “kara” sayılanda ise “ak” bulunduğuna, bulunabileceğine dikkat çekmek amacıyla yazıyorum bunları. Tam da bu noktada aynı yaklaşımı “karşıt kutup” açısından işlerliğe sokmak gerekiyor. Din adına da ortaya her zaman “karşı-evrimci” ve salt yaratılışçı pozisyonlar çıkmıyor. Tanrı’nın evreni, evrim süreci aracılığıyla yarattığını söyleyen Hıristiyan din erbabı var. Papa II. Jean Paul 1996’daki “Tanrı yarattı, evrim oluştu, insanlar ilkel canlı formlarından türediler” sözleriyle bu çizgiyi en tepede temsil eden şahsiyet oldu.İslâm’da ise daha en baştan evrimci bir yaratılış görüşünü savunan âlim, mütefekkir ve mutasavvıflar bulunmakta. Mutezile ekolünden İhvân us-Sâfa’ya, İbn Haldun’dan Mevlânâ Celaleddin Rûmi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya kadar birçokları, Darwin’den çok önce, hatta Darwin’i mumla aratacak ölçüde “evrimci” fikirler ileri sürmüşler. Mesela Erzurumlu, insanla maymun arası “nesnas” denilen bir yaratıktan söz eder. Mevlana, “Mineral öldüm, bitki oldum; Bitki öldüm, hayvan doğdum; Hayvan öldüm, insan oldum” der… Bunlar evrim ile yaratılışı düşmanca ayırmak yerine dostça melezlemek isteyen “mübarek” çabalardır.Fakat en mübarek söz, dinin müjdecisi, “Hâtem’ül-Enbiyâ”dan gelir! İslâm Peygamberi, Darwin’in “dokunuşu”ndan çok zaman önce tüm dünyanın akrabalığına işaret etmek üzere şöyle buyurur: “Halanız hurma ağacına hürmet gösterin. Çünkü o, Âdem’in çamurunun artığından yaratılmıştır”.