Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a içimde garip bir sempati oluştu desem yeridir.
Başkan’ın herhangi bir yerde bir şeyler söylemesini neredeyse iple çeker oldum.
Çünkü o, her konuştuğunda sosyolojik veya kültürel-antropolojik çerçevede tam anlamıyla ders malzemesi olabilecek mahiyette veriler koyuyor önümüze.
Tabii bunun bir sakıncası, neredeyse gün aşırı onu köşemize konuk edip söyledikleri üzerine yorumlarla okurlarımızın sabrını zorlamak… Yine de anlayış bekleyerek, Başkan’ın en son Adıyaman’da “Peygamberimiz ve Aile” konulu konferansta söylediklerini de mercek altına alalım!..
Pazar günü T24 Haftalık’taki yazımızda da üzerinde durduğumuz, “sosyal-medya tehdidinde aile” şeklinde başlıklandırılabilecek Diyanet kamu spotlarından en çok tartışma yaratmış olanına yönelik eleştirileri karşılamış Ali Başkan o konuşmasında... Ama işte bu “karşılama”, tabiri caizse “özrü kabahatinden büyük” mahiyet arz etmiş. Kanaatimizce tabii…
Başkan diyor ki “Bir kamu spotu hazırladık. Bunu da hazmedemediler. Bununla ilgili Meclis’e önerge bile verdiler. Bir kadının eşine çay getirmesi, kek getirmesi, kocasının da kadınlara karşı görevlerini yerine getirmesi kadar doğal bir şey olabilir mi?..”
***
Erbaş’ın bu ifadeleri, “Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi” veya “Cinsiyet ve Kültür” derslerinde “Doğallaştırma” bahsi işlenirken, öğrencilerin zihninde kavramı netleştirecek kıvamda bir örnek olarak kullanılabilir.
“Doğallaştırma” (naturalization) toplumsal kurum ve pratiklerin, birer “kültürel icat” veya “inşa” oldukları es geçilerek, sanki doğal gereksinimler sonucunda ortaya çıktıkları inancıyla meşrulaştırılıp sorgulanmaksızın kabullerinin sağlandığı sürece verilen ad.
Toplumsal yaşamın tüm alanları içinde doğallaştırmadan en çok nasibini alan da cinsiyet kimlikleri, rolleri, davranış kalıplarıdır.
Doğallaştırmanın özünde, kadınlık ve erkeklik hallerini “kültürel” değil “doğal” saymak yatar.
Tabii ki cinsiyet kimlikleri kadar cinsel yönelimler de aynı şekilde doğallaştırmaya tâbi tutulmaktadır. Kadınla erkek arasında eşitsiz farklılaşmayı haklılaştırmak kadar, heteroseksüellik-dışı cinsel yönelimleri “anormal”, “sapkın”, “hastalıklı” saymak da kültürel itki ile işlerliğe sokulan doğallaştırma süreçlerinin sonuçları.
(Robert J. Bryme, Sociology for the 21st Century, Harcourt Brace, 1998, s. 75.)
***
Kısacası, cinsiyetleri tanımlama, kategorize etme, bazı yönlerden teşvik etme, bazı yönlerden bastırma-engelleme pratiklerimiz bütünüyle kültüreldir, ama biz bunları “doğal”laştırırız.
Doğallaştırırız ki ezeli-ebedi, yani değişmez, değiştirilemez olsunlar.
“Allah vergisi” sayılsınlar!
Diyanet İşleri Başkanı’nın, “Kadının eşine çay getirmesinden, kek getirmesinden daha doğal bir şey olabilir mi” sözü, bu çerçevede, binlerce yıllık ataerkil ekonomi-politik ve kültürel-ideolojik örüntüyü doğallaştırmaktan ibaret. Tabii şekle bakınca bu doğallaştırma ameliyesinin İslami kisve altında gerçekleştirildiğini not etmeden de geçmemek gerekiyor.
Üstelik Erbaş bunu “bizim medeniyetimiz” ifadesiyle “kültürel özcü/özgücü” bir daralmaya da uğratıyor ki bu daha da vahim bir yanlışlık. Sözlerine daha geniş kapsamda bakalım:
“Bizim geleneğimizde eşler birbirine hizmet etmeyecek mi? Kadın kocasına bir çay getirmiş, bir kek getirmiş... Buna bile tahammül edemiyorlar. Getirmeyecekmiş efendim! Öyle şey olur mu? Bizim medeniyetimizde kadın görevini yapacak, erkek görevini yapacak. Aile bağları bu şekilde yok edilmeye çalışıyor.”
Başkan’a belirtelim: Bu sadece “sizin medeniyetiniz” ile ilgili bir durum değil. Şöyle bir bakın tüm kadim medeniyetlere, Sümer’den Mısır’a, Hint’ten Yunan’a, Pers’ten Roma’ya; hepsinde aynı ataerkil doğallaştırmayı görür ve bulursunuz.
Binlerce yıllık ataerkil insanlık tarihi, kadın-erkek eşitsiz farklılaşmasının bu türden doğallaştırmalarıyla dolu. Geleneksel-kırsal Anadolu kültüründe de karşımıza çıkar mesela: Erkek “tohum”dur, kadın da “toprak”. Erkek evin direğidir, kadın yuvayı yapan kuş. Erkek işte-tarladadır, kadın evde-aşta.
Tabii daha kaba-saba “doğallaştırma” örnekleri de var: “Eksik etek” gibi… “Saçı uzun aklı kısa” gibi… “Elinin hamuru ile erkek işine karışma” gibi…
Ama biz yine de şu en masum görünen, kadın-eşittir-toprak ve erkek-eşittir-tohum şeklindeki “mecazi doğallaştırma” üzerinde duralım.
Görünürde kadını da erkeği de yüceltici, onurlandırıcı, kutsayıcı anlam taşıdıkları düşünülür bu mecazların; sonuçta bereket saçan toprak da onu “bereketlendiren” tohum da değerli değil midir?
Ama biraz daha “kuşkucu” bakarsak, toprağın sabit, statik ve edilgenliğini; tohumun ise devingen, dinamik ve etkenliğini fark ederiz.
“Toprağı çatlatan tohum ne güzel” formunda gelir önümüze Anadolu deyişi. “Tohumu yeşerten toprak ne güzel” diye değil.
***
Bugünün feminist kadınlarının ve (erkeklerinin!) anneleri, büyükanneleri, büyük-büyükanneleri de kendi dönemlerinin erkekleri kadar yukarıda örneklenen çerçevedeki ataerkilliği doğallaştırmaktaydılar: “Allah böyle yaratmıştır”; “tabiatın kanunu budur”; “dünya böyle kurulmuştur” diyerek…
Erkek eve ekmek getirecek, kadın da ona sıcak bir yuva sağlayacak, çocuklara bakacaktır.
Bundan daha “doğal” ne olabilir(di) ki?..
Hayır, Allah da böyle yaratmamıştır, dünya da böyle kurulmamıştır, bu da doğal değil "sorun"dur dediğiniz yerde yolunuz kadın-erkek eşitliği inancına ve hayatı eşit paylaşma idealiyle feminizme çıkar.
Ataerkilliğin doğallaştırılmayıp sorunsallaştırıldığı yerdir bu ve “güncel”imiz burasıdır.
***
Yanlış anlaşılmasın! Bugünün dünyasında, modern-endüstriyel” toplumda ataerkillik bitti demiyorum. Tam tersi, kapitalizmi de kendisine eklemlemiş şekilde yoluna devam ediyor.
Fark, yukarıda da işaret etmeye çalıştığım gibi, dünün kırsal-pastoral dünyasında ataerkillik tam tekmil doğallaştırılırken, bugünün kapitalist-endüstriyel dünyasında o, kıyasıya sorunsallaştırılıyor.
Türkiye’nin Diyanet İşleri Başkanı, artık pratikte çok ama çok gerilerde kalmış o dünkü dünyanın; ataerkilliğin doğallaştırıldığı dünyanın içinden düşünüyor, konuşuyor, davranıyor.
Oysa biz görüyoruz. Sınıfta da sokakta da sosyal-medyada da dindar olmayanlar kadar dindar-muhafazakâr bir kültürel altyapı veya arka plana sahip gençlere baktığımızda görüyoruz. Onlar yukarıda tariflenen "bugünün dünyası" içindeler.
Başörtülü üniversite öğrencisi genç kadın, “koca”ya çay ve kek getirmeyi öyle hiç de sandığınız gibi “doğal” sayar/sayacak görünmüyor. Aksine, sokakta da işte de evde de erkekten daha talepkâr noktada olanlar var onların arasında.
Ali Başkan bunlara gözünü kapamış, kamu spotunu eleştirenlere “aile bağlarını yok etmeye çalışıyorlar” diyor.
Kimsenin aile bağlarını yok etmeye çalıştığı falan yok. Esas siz böyle yaptıkça aileyi çağdaş dünyada daha da arkaik hale sokuyorsunuz.
Elbette “feminist olun” falan demiyoruz! Ama feminizme de kulak kabartın, çünkü orada “dindar-muhafazakâr zamane gençleri”nin sesini de duyacaksınız!..
İslam’ı ha bire bu kadar aşılmış, geride kalmış bir ataerkil cendere içinde servis etmekten de vazgeçebilseniz keşke! Feminist Müslüman kadınlar da var çevrenizde; eşcinsel, biseksüel, trans Müslüman bireyler de…
Resmî-dinî cübbeniz altında kadının kocasına çay-kek getirmesini bu kadar kolayından doğallaştırmayın, sorgulayamıyorsanız da üzerinde düşünün biraz! Farklı kadın-erkek rol ve davranışlarının da bugünün dünyasında olağandışı olmadığını anlamaya çalışın.
Kadının bütün gün işte çalıştıktan sonra evinde yemeği, bulaşığı, çayı, keki; hasılı ev-işini de kocasıyla birlikte kotarmasından daha (“doğal” değil) hakça, adil ve insani ne olabilir deyin!..
Deyin ki…
Çoluk-çocuk, imam-hatipli yavrularınız Deizm'e kaçmasın!..