Pembe, erkeğin kâbusudur. Yaklaşık 30 yıl kadar önce 1990'ların başında nefis mi nefis bir pembe tişörtle insan içine, daha doğrusu 'erkek içine' çıkınca karşı karşıya kaldığım alaycı baskıyla bunu hiç unutmamacasına, iliklerime kadar öğrenmiş, hissetmiş, deneyimlemiş biriyim.
Bugün bile, bir parça yumuşamış olsa da hâlâ bir 'risk faktörü' teşkil eder bir erkekte belirim kazandığında pembe… Tişört, gömlek, kravat artık belki tamam, ama bir pembe kazak, ceket, pantolonla çıkın bakalım ortalığa da görelim böylesi 'pembiş' bir erkek olarak nasıl bir toplumsal alımlanma ve muamele ile karşı karşıya kalacağınızı!..
Ömür boyu, erkeklik 'mahkumiyetimiz' doğrultusunda peşimizi bırakmamıştır şu 'pembe sendromu' vesselam.
Malûm, pembe kadını, mavi erkeği simgeler.
Bebeklikten başlayarak kızlara pembe giysiler, eşyalar, araç gereçler (kalem, kalem kutusu, silgi, vb.) alınırken oğlanlar için tercih hep maviden yana yapılır.
Kadın-erkek eşitsizliğinin, bunu norm haline getirmiş ataerkil kültürel-politik örüntünün güçlü mü güçlü, köklü mü köklü bir bilinçdışı şartlandırmasıdır bu cinsiyetçi renk sembolizmi.
Mavi, yeryüzünün de gökyüzünün de dolayısıyla hayatın rengi olarak çıkar ortaya.
O halde demek ki dünyanın ve yaşamın rengi erkeğedir!..
Diğer taraftan kadını binlerce yıl 'ev-içi'nin sınırlı-kısıtlı parantezinde tutmuş ataerkil yapılanma, bu koşulda yaşama halini sembolize etme yolunda belli ki pembede karar kılmıştır. Yumuşaklığın, narinliğin, tatlılığın ama o ölçüde de edilgenliğin, kırılganlığın, korunmaya muhtaçlığın, daha da önemlisi hayatın değil hayallerin imasıyla yüklü bu renkle kadını-kadınlığı özdeştire gelmiştir.
Sonuçta erkek 'masmavi' hayatı alınca kadına 'pespembe' hayallerden ötesi kalmadı ve eşitsizlik böyle hayli anlamlı bir renk sembolizmi dolayımıyla da normalleştirilmiş oldu.
Bunu sarsacak girişimler, söz gelimi yukarıda kendi hayatımdan da örneklediğim üzere, bir erkeğin pembeye meyli hep alay ya da aşağılamalarla yüklü eril-politik yaptırımlara yol açmıştır.
Şu aralar bu ataerkil kültürel koşullanmanın bu topraklarda üzerine gitme yolunda bir girişim, yollardaki bilbordlarda karşımıza çıkıyor.
Reklamverenler Derneği'nin (RVD) pembe zemin üzerinde kocaman puntolarla hepimize, "Bir erkek inatçı lekelerin hakkından gelir" diye seslenen 'kamu spotu' bu.
Tabii bunu tamamlayıcı mahiyette hemen yan tarafta da mavi zemin üzerinde, "İşinden evine dönen kadını eşi bebeğiyle karşılar" diyen bir ikinci bilbord da ilgimize sunuluyor.
Tabii RVD aynı tematik üzere, yani geleneksel ataerkil kadınlık-erkeklik klişelerini tersyüz eden bu kampanyasında başka renkleri zemin tutmuş ifadeleri de ilgi ve dikkatimize sunmakta. Mesela yeşil zemin üzerinde, "Bir bankanın 100. Yıl reklamını kadın dış ses seslendirir" ifadesini de; kahverengi zemin üzerinde, "Bir kadın arazi aracıyla geçilmez denen yerlerden geçer" ifadesini de bilbordlarda görüyoruz.
Eh, mavi kadar yeşil de (ormanlar) kahverengi de (dağ-taş-toprak) yeryüzünün rengi, dolayısıyla da erkeğe daha ilişik değil mi? İşte bu renkler üzerinden de belli ki kadını hayatın içinde 'özneleştiren' ifadelerle RVD çarpıcı bir ters vuruş yapmakta gibi görünüyor.
Her neyse, biz 'pembe'ye dönelim! Evet, RVD kadınla özdeştirilen ve kadınlığı (asimetrik/eşitsiz mahiyette) simgeleme yolunda işlevselleştirilen pembeyi bilbordunda erkeğe reva görmekte.
Spot cümle de tabii ki çok manidar. Çünkü, kadınlığı, 'ev hanımlığı' ile klişeleyerek ev-içi yaşam ve ev-içi emekle sınırlayan ataerkil anlayışın modern zamanlardaki uzantısı olarak biz yıllar boyu reklamlarda yemek tabakları veya çocuk kazaklarındaki lekelerin kendisini nasıl zorladığını anlatıp ardından, 'MOMO'yla, 'Tersil'le bunların nasıl hakkından geldiğini mutlu gülücüklerle paylaşan kadınları izlemedik mi izledik…
Peki ya şimdi?..
Şimdi zaman değişti, hayat müşterek ve inatçı lekelerle uğraşmak kadın kadar erkeğin de işi!..
O yüzden öyle 'mavi'yi erkeğe reva görüp kadını 'pembe'nin yumuşak ama o ölçüde de edilgen ve hayallerle sınırlı imasıyla 'renklamlama' devri kapandı.
Bulaşıkla-çamaşırla, bebekle-çocukla uğraşmak, dolayısıyla pembe ile 'renklamlanmak' erkeğin de harcı artık!..
Aslında RVD'nin reklamlardaki cinsiyetçiliğe dikkat çekmek amacıyla başlattığı bir kampanya çerçevesinde karşımıza gelen görseller bunlar ve bu görsellerin yer aldığı bir videoyu da Dernek sosyal medyada paylaşıma açmış bulunmakta.
Bunun da temelleri anlaşılmakta ki geçen yıl yine RVD ve Bahçeşehir Üniversitesi Reklamcılık Bölümü iş birliğiyle gerçekleştirilen "Televizyon Reklamlarının 10 Yıllık Cinsiyet Eşitliği Karnesi Araştırması" sonrasında atılmış.
Bianet'te 22 Ekim 2018'de yayınlanmış haberden öğrendiğimize göre, 2007-2018 arasında Effie Yarışması'nda ödül kazanmış toplam 489 televizyon reklamı incelendiğinde ortaya çıkan sonuç şu: Çağdaş yaşam kadını evden çıkarıp sokağa, okula, işliğe intikal ettirmiş olsa bile reklamlar söz konusu olduğunda ataerkil cinsiyet eşitsizliği hâlâ hükmünü icra etmekte; geleneksel kadınlık-erkeklik klişeleri reklam filmlerinde ha bire yeniden üretilmekte.
Mesela elektronik, otomotiv, telekomünikasyon ve finansal ürün reklamları ezici ölçüde erkek-egemen (yüzde 94). Buna karşılık ev, temizlik, kişisel-bakım, çocuk-bakımı, kozmetik, moda ürünlerinde ise kadın ön plânda (yüzde 94).
Reklamların genelinde de asli karakterlerin yüzde 65'i erkek, yüzde 35'i kadın… Ve bunlarda kadın karakterler evde çocukla temsile uğratılırken, erkek karakterler bol bol açık havada sunuluyor. Evi çekip çeviren erkek oranı, hiç şaşırtıcı olmayan şekilde yüzde 1 reklamlarımızda.
İşte bu tablo ile hesaplaşma/mücadele mahiyetinde RVD söz konusu kampanyayı başlatmış. Derneğin sosyal medya hesabından yapılan açıklamada şöyle deniyor:
"Reklam, algıları değiştirmek ve cinsiyet eşitsizliğini dönüştürmek adına en güçlü kaynaktır. Yeni kampanyamız 'Reklam Değişir Toplum Değişir' sloganı ile İstanbul, Ankara, İzmir Açıkhava'da."
Ne diyebiliriz, "Erkeklik en çok erkeği ezer" deyişini de üretip yaymış biri olarak; takdir, tebrik, teşekkür!..
Lâkin slogana naçizane bir şerh düşmek isterim. "Reklam değişir, toplum değişir" bana çok iddialı geldi.
Böyle bir kampanyanın önü açılabiliyorsa, ataerkilliğin 'doğallaştırıldığı' zamanlardan 'sorunsallaştırıldığı' zamanlara gelebilmiş olmamızın bunda asıl belirleyici olduğunu söylemek mümkün.
Şöyle açalım:
Ataerkillik dünden bugüne, kırsal-pastoral yaşamdan şehirli-endüstriyel yaşama devam etmekte ve bir 'kapitalist ataerkillik'ten söz etmek mümkün.
Ancak modern endüstriyel-kapitalist dünya, geleneksel kırsal-tarımsal yaşam biçimi içinde 'doğallaştırılan' (eşyanın tabiatı, doğa kanunu, 'Allah vergisi' sayılan) ataerkilliğin 'sorunsallaştırıldığı' ("Hayır, bu insan marifeti, kul yapısı" denilmeye başlandığı) bir dünya.
O yüzden 19'uncu yüzyıldan başlayarak kadın-erkek eşitsizliğine karşı mücadeleyi kendisine esas kılmış bir feminist ideolojik-politik hareket var. Yanı sıra, 'Kadın Çalışmaları', 'Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları', 'Erkeklik Çalışmaları' ve elbette 'LGBTİ Çalışmaları' gibi akademik-politik ilgi-etkinlik alanları var.
Her şeyden önce, 18'inci yüzyıl sonu Fransa'sında Devrim ve 'Aydınlanma'nın özde eril mahiyet taşıdığı iddiasından hareketle bu cinsiyetçi zafiyetin üzerine gitmiş;
Bunun bedelini giyotine çıkmakla ödemiş;
Fakat bu arada "Eğer kadına giyotine çıkma hakkı tanınıyorsa kürsüye çıkma hakkı da tanınmalıdır" şeklindeki muhteşem sözüyle tarihe geçmiş Olympe de Gouges ve daha nice kadın savaşçı var.
Bunların birikimli-bileşik katkısıyla açılan yolda, ataerkilliğin ve kadın-erkek eşitsizliğinin doğal değil sorun, dolayısıyla da sorgulamaya-sorunsallaştırılmaya açık kılındığı zaman ve zeminin içinden güncel bir 'çıktı'dır nihayetinde RVD'nin kampanyası da…
Kendileri de kabul ediyor zaten; reklamlar kapitalist ataerkilliğin de uzun zaman bir norm ve normal kılmaya çalıştığı 'ev hanımı', yani çocuk, yemek, bulaşık, çamaşır ve elbette 'cazibe' ile meşgul kadınlık durumunu modelleyen, pekiştiren, teşvik eden bir işlev üstlendi dünden bugüne.
Şimdi bundan rahatsızlıkla farklı, aykırı karşıt bir yörüngeye girmişse reklamcılık anlayışı ve sektörü, bunda o kapitalist ataerkillik bünyesinde ama onun karşısında iki yüzyılı aşkın zaman boyunca kadının özgürleşmesi ve cinsiyet eşitliği için mücadele eden hareketlerin ve şahsiyetlerin büyük emeği, rolü, payı var.
Dolayısıyla evet, reklamların değişmesi güzel.
Ama zaman değiştiği, hayat değiştiği, insan-toplum-kültür değiştiği için reklamlar da işte böyle cesaretle değişiyor.
Yani, hayat değişir-toplum değişir-kadın değişir-erkek değişir, reklamlar da değişir.
Bu notu düşmekte de yarar var.