Ve Beşiktaş'ta beklenen oldu. Futbol takımında 2. Şenol Güneş dönemi başladı.
Arka arkaya alınan başarısız sonuçlar sonrasında "gitti... gidiyor" dedikoduları yayılan teknik direktör Valerien İsmael'in sözleşmesi feshedildi. İsmael'e 450 bin Euro'luk tazminatını ödeyen yönetim, "geldi... geliyor... anlaşma tamam... imzaya kaldı" nidaları eşliğinde önceki teknik direktör Şenol Güneş ile anlaşmaya vardı.
İsmael ve Güneş ekseninde yaşanan gelişmeler çarşamba gece yarısına doğru resmi olarak kamuoyuna duyuruldu.
Böylelikle 2019'da henüz sezon bitmeden Beşiktaş'tan ayrılan Şenol Güneş, "kurtarıcı" konumuyla siyah beyazlı takımın başına hızlı bir dönüş yaptı.
Güneş'in ikinci döneminde neler yaşanacağına camia olarak hep birlikte tanık olacağız.
Beşiktaş'ın kulübesinde yaşanan ve kimilerine göre geç kalındığı, kimilerine göre de istikrar için beklenilmesi gerektiği ifade edilen bu değişiklikte içime sinmeyen bazı durumlar da yok değil.
Yarım yüzyıla yakın süreyle siyah ve beyaza gönül vermiş, bir Beşiktaşlı olarak yaşanan bu sürecin fotoğrafını çekmeye çalışayım.
Öncelikle Şenol Güneş'in dört yıl boyunca görev yaptığı Beşiktaş'ta, 90'lı yılların efsanesi Gordon Milne'den sonra en başarılı teknik direktör olduğunun hakkını teslim etmek lazım. Beşiktaş, Güneş'le üst üste iki kez şampiyon oldu. Avrupa Kupaları'nda başarı yakaladı. Göze hoş gelen güzel futbol oynadı. Bu durumda Güneş'in sportif bilgisi kadar oluşturulan kadronun da emeği vardı kuşkusuz.
Şimdiki Başkan Ahmet Nur Çebi'nin dönemin Başkanı Fikret Orman'la yaşadığı sorunlar nedeniyle yönetimden ayrılması Güneş'in de Beşiktaş'tan ayrılmasına neden oldu. Trabzonlu olmaları nedeniyle Çebi'yle abi – kardeş olan Güneş, elindeki güçlü takımın bozulmasını da gerekçe gösterip kendisine yapılan teklif sonrasında Türk Milli Takım Teknik Direktörlüğü görevine deyim yerindeyse uçarak gitti.
Sonrasında Orman, camianın karşı tepkilerine rağmen Abdullah Avcı'yı teknik direktör yaptı. O arada yönetim değişti. Orman yerine yönetime gelen Çebi ve ekibi başarısız sonuçlar sonrasında Avcı'yla olan sözleşmeyi feshetti. Takım, kulübün eski futbolcusu Sergen Yalçın'a teslim edildi.
Yalçın'ın göreve getirilmesinde taraftarın büyük etkisi vardı. "Taraftar istedi, yönetim getirdi" desem yanlış olmaz. Çebi ve yönetimi daha ilk günden taraftarın taleplerini fazlaca dikkate aldı. Orman zamanında yönetime fazlaca söz geçiremeyen taraftar grupları, Çebi döneminde gerek tribünlerden, gerekse sosyal medya aracılığıyla yönetim üzerinde hatırı sayılır baskı oluşturdu.
Avcı'dan adeta enkaz devralan Yalçın, hiç kimsenin beklemediği biçimde bir sezonda üç kupa kaldırma başarısını gösterip kulüp tarihine geçti. Ertesi yıl yani geçen sezon, yönetim Yalçın'la başladı. Fakat, sezon öncesi yönetim ile Yalçın arasında "güç kullanma" merkezli anlaşmazlık baş gösterdi.
Yalçın'ın maddi taleplerinin karşılanmasında zorlanan yönetim, sonunda Yalçın'la arayı buldu. Vazo kırılmasa da çatlaklar meydana geldi.
Bu arada Yalçın'ın özel yaşamındaki -Beşiktaşlı olarak benim de tasvip etmediğim- bazı davranışları yönetimin yanı sıra futbolcularla arasına mesafe girmesine zemin hazırladı. O günlerde takımdaki bazı futbolcuların Yalçın'a yönelik tavır aldığı biliniyor. Giresun Spor'a karşı İstanbul'da alınan 4-0'lık mağlubiyet Yalçın'ın sonu oldu.
Yalçın'dan sonra Valerien İsmael takımın başına geçti. Teknik adamlığında pek tanınmayan İsmael'in gelişi, tribünlerin ve camianın pek hoşuna gitmedi. İsmael, Yalçın'dan devraldığı "ahengi bozulmuş" takımı ligde 6. sırada tutmayı başardı.
Asıl sorun İsmael'in tanınabilirliğinin eksik olmasıydı. 2022 – 2023 sezonu başında yönetim ve İsmael transfer çalışmalarını beraber yürüttü. Bütçe olanakları çerçevesinde takıma yararlı olacağı değerlendirilen isimlerin siyah beyazlı formayı giymesi sağlandı. Takım iyi bir hazırlık kamp dönemi geçirdi. Takviye oyuncuların katılımıyla Beşiktaş lige iyi bir başlangıç yaptı.
Buna karşın tribünlerin ve taraftar grupları ile camianın İsmael'e yönelik olumsuz bakışı bir türlü bitmedi. Sürekli İsmael'in alternatifi isimler konuşulmaya başlandı. Sonuçta yönetim, öncesinde hakkında destek açıklamaları yaptığı İsmael'le camiadan ve taraftarlardan gelen baskı sonrasında sözleşmeyi bitirdi.
Bu tabloya bakıldığında çok fazla seslendirilmeyen konuları konuşmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
İlk olarak yönetim açısından sürece bakmak gerekirse; yönetimin sportif başarı merkezli olsa da İsmael'in arkasında durmadığını düşünüyorum. Bu düşüncem Şenol Güneş'ten bağımsız elbette.
Başkan Çebi daha 14 Ekim'de "bu seneki şampiyonluğu Valerien Ismael ile kazanmaktan başka bir plan içerisinde değilim" ve "hocayla da sözleşme süresinde devam edeceğiz" açıklamalarını yaptı.
Sporda başarı ve başarısızlığın var olduğunu kabul edersek, yönetimin vizyonu genç ve başarıya aç, takımın geleceğini planlayacak, Alman ekolünden yetişen bir hocayla uzun vadeli çalışmak mıdır? Yoksa Güneş ya da bir başkasıyla günü kurtarma başarısını yakalamak mıdır? Günü kurtarmak başarı olarak görülmeli mi?
Geçmişte Onursal Başkan Süleyman Seba'nın, İngiliz spor adamı Gordon Milne ile nasıl çalıştığının örneği var. İlk iki yılda şampiyonluk gelmemesi sonrasında Milne'in gönderilmesini savunan yöneticilere karşı duran Seba'nın bu davranışıyla Beşiktaş, ertesi üç yıl aralıksız şampiyon olarak tarih yazdı.
Günü kurtarma yaklaşımı aynı zamanda kulübün marka değerini de yakından ilgilendirmekte. Taraftar ve kamuoyu baskısının egemen olduğu bir kulüpte böylesi yönetim yaklaşımları, Beşiktaş'a yurt dışında nasıl bir fayda sağlayacak? Bu uygulamalar gelecekte yurt dışından transferleri olumsuz etkilemeyecek mi?
Kulüp başkanının, iki hafta önce "hocanın arkasındayız" açıklamasını yapmasının üzerinden iki hafta geçip teknik adamın görevine son verilmesinin yaratacağı tabloyu anlatmaya sanırım gerek yok. Böyle durumlarda Başkan'ın inandırıcılığı kalır mı camiada? Bundan sonra Beşiktaş Kulübü yönetimlerine kim / kimler inanır?
İronik bir anekdot vereyim: Çebi'nin "hocanın arkasındayız" mesajıyla birlikte 15 yaşındaki oğlum Erdal bana "baba, Valerien'i gönderecekler, anlaşıldı" yorumunu yaptı!
Burada İsmael'in savunuculuğunu yapmıyorum fakat İsmael'in yerine kendimizi koyalım bir an için.
Yabancı bir ülke, hele ki Doğu Avrupa'nın en güzel kentlerinden İstanbul. Farklı bir kültür ve yaşam modeli. Ülkenin en büyük kulüplerinden birisinin başındayız. Coşkulu bir taraftar kitlesi var. Sürekli başarı istiyor. Başarısızlığa tahammül yok. Kamuoyu ile tribün baskısı altında ve krizleri yönetmekte zorlanan bir yönetim. Bütçeye göre sözleşme yapılmış oyuncular. Geçmişinde çok başarılı olamamış ve bir sezonda üç kupa kaldırmış kulübün tarihine geçmiş teknik adamın yerine gelmiş bir teknik direktörüz. Yeni sezonda bir oyun şeklini tercih edecekken farklı görüşler ve belki de zorlamalar sonucunda aniden değiştirtilen oyun modeli. Gelen başarısızlıklar sonrasında her geçen gün dozu yükselen medya ve kamuoyu eleştirileri. Sabırsız tribünler. Ve artık her gün yerinize gelecek isimlerin konuşulduğu bir futbol atmosferi.
Böylesi bir durumu yönetebilmek kolay olmasa gerek.
Ayrıca, Sergen Yalçın'ın görevden ayrılmasına da sebep olan ve günümüze kadar gelen bazı oyuncuların teknik direktörlere karşı olumsuz tavırlarının bulunduğu ve görevden alınmalarında söz konusu tavırların etkili olduğu kulübe yakın çevrelerde seslendirilen bir konu. Yönetim, dışarıdan kamuoyu baskısı, içeriden de oyuncuların yaklaşımlarının etkisinde kalıyorsa nasıl "yönetim" olarak faaliyet yürütecek? Kaldı ki teknik ekiple sorun yaratan oyuncular, bu gücü kendilerinde nasıl buluyorlar? Yönetim veya medyadan sessiz destek mi alıyorlar acaba?
İsmael'in ekibiyle birlikte Ümraniye'de yatıp kalktığı biliniyor. Oyuncuların bir kısmı belki de bu durumdan rahatsızdı. Teknik ekiple oyuncular arasında yaşanan sorunlarda yönetim bu dönemlerde krizi yönetip süreci olumluya çevirmezse ne zaman etkin olacak? Zaman içinde yönetimin, kriz süreçlerini idare etmede yeterli başarıyı gösterdiğini söylemek mümkün değil maalesef.
Şunu eklemek gerekiyor; kulüp çevrelerinde yaşayan, nefes alanların dışındaki Beşiktaş camiasının kulübü ilgilendiren hangi konu olursa olsun her şeyi bilmesi elbette mümkün değil. Ancak, yönetim önemli süreçlerde kamuoyuna doğruları anlatarak farklı yanlış anlamaların önüne geçmeli. Makul ve mantıklı anlatımlarda bulunmalı. Kendilerinden olumlu yaklaşım bekleyen kamuoyunu düşman veya rakip olarak görmemeli. Eleştirileri, farklı düşünceleri, sesleri Beşiktaş'ın geleceği açısından olumlu değerlendirmeli.
Şenol Güneş, ikinci kez Beşiktaş'ta. Kıymetli bir spor insanı. Başarıları asla tartışılmaz. Ancak üç kez çalıştırdığı Trabzonspor'dan her defasında nasıl ayrıldığı ortada.
Eskiler, "aynı suda iki kez banyo yapılmaz" derler. Yani, aynı yere aynı pozisyonlarda dönenlerin sonu hep hüsran oluyor. Keşke Güneş, daha farklı bir konumda gelseydi.
Sonuç olarak, mevcut yönetim Sergen Yalçın'dan sonra ikinci kez kamuoyunun baskısı ve Başkan Çebi'nin yakından tanıması sebebiyle Güneş'i takımın başına getirdi. Umarım, başarılı olur. Kendisine inanları mutlu eder. Tribünlerden bir süre – alınacak sonuçlara göre – "istifa" sesleri duyulmaz. Herkes mesut olur.
Benim gözüm günlük başarılarda değil, Beşiktaş'ın kurumsal geleceğinde ve marka değerinde.
Tolga Şardan kimdir?Tolga Şardan, 1988'de yerel yayımlanan Ankara Ulus Gazetesi'nde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık bulundu. Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu. Şardan, 2019'da Doğan Kitap'tan yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı. 2019'dan bu yana T24'te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor. |