Büyüteç'in başlığı, okuyana bir spor karşılaşmasının sonucunu anımsatabilir belki.
Ancak birazdan okuyacağınız olaylar zinciriyle, başlıktaki skorun herhangi bir spor müsabakası sonucu olmadığına, tam tersine iki önemli devlet kurumunun birbirlerine karşı kazandıkları / kaybettikleri durumu ifade ettiğine tanık olacaksınız.
Hatırlanacağı üzere, Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) yaz kararnamesi geçtiğimiz günlerde yayımlandı.
HSK, 33 kentin başsavcıları başta olmak üzere beş binden fazla yargı mensubunun ataması yapıldı.
Atamalar kapsamında yer alan bazı yargı mensuplarının tayinlerinin, terfilerinin ya da mevcut konumlarından daha düşük görevlere verilmesinin HSK nezdinde anlamları vardı kuşkusuz.
Dikkat çeken, anlamı olan atamalar ile yer değiştirmeler hakkında geride kalan günlerde çeşitli yorumlar ve haberlerle kamuoyu bilgilendirildi.
Ankara Adliyesi'nde görev yapan hâkim ve savcılar da vardı HSK kararnamesinde.
Sözü fazla uzatmadan son HSK kararnamesinin merkezinde gelişen olaylar zincirini aktarmaya başlıyorum.
Şimdi, kararnamenin yayımlanmasından birkaç hafta öncesine dönelim.
Başkentin yargı ve güvenlik bürokrasisini gazeteciler başta yakından takip edenler, bir süredir Ankara Adliyesi ile Ankara Emniyeti arasındaki "soğuk ilişkinin" farkındalar.
Özellikle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'ndaki değişim sonrasında yönetim kadrosundaki değişimlerin ardından savcılar ile adli kolluk görevindeki polis birimleri arasında tatsız olaylar yaşanmaya başlandı.
Bu satırların yazarının da gazetecilik çerçevesinde yakından izlediği süreçte; savcılık kanadı, adli soruşturmalarda polisin mevcut uygulamalar çerçevesinde daha etkin konum almaya ve savcıları yönlendirmeye çalışmasından rahatsızlık duyarken; emniyet tarafı ise, savcıları isimleri üzerinden alttan alta ve açık biçimde eleştirmeye başladı.
Aynı süreçte savcılık cenahı, kimi soruşturmalarda emniyetin eksik veri toplayıp işlem yaptığını soruşturma süreçlerini kendi belirledikleri istikamette yönetmeye çalıştığını adliye çatısı altında seslendirdi.
Bu noktada; Ankara Emniyeti üst yönetiminin özellikle Emniyet Müdürü Servet Yılmaz'ın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya en yakın isimlerden olduğunu, önceki Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün görevden alınmasındaki etkenler arasında Soylu'nun yer aldığını, aynı zamanda Ankara Adliyesi'ndeki bazı üst yöneticilerin Soylu'nun siyasi temasının bulunduğu MHP ve ülkücü camia kontenjanından görev yapmaları sonucunda Soylu'ya yakın olma gayretleri içinde bulunduklarını hatırlatayım.
Soylu'yu arkasına alan emniyetin eleştiri oklarını yönelttiği adliye birimlerinin başında Kaçakçılık ve Örgütlü Suçlarla Mücadele Bürosu vardı.
Yargı bürokrasisinde önemli yeri olan büroda adı üzerinde her türlü organize suç örgütleri, kaçakçılık suçları ve mali suçların adli soruşturmaları yürütülür.
Görev konusu itibarıyla söz konusu büroda "akçeli" soruşturmaları yürüten savcılar, diğer meslektaşlarına göre daha çok göz önünde olmakla beraber idarenin yakın takibi altında olurlar.
Son dönemde bu büroda görev alan savcılar da aktardığım biçimde görev yaptı. Emniyet'in eleştirileri ve kimi yakışıksız iddialarında rağmen büroda görev alan yargı mensupları hakkında kamuoyuna yansıyan olumsuzluk yaşanmadı.
Kaldı ki, aynı büroda İçişleri Bakanı Soylu'nun büyük iştahla kamuoyuna duyurduğu Bataklık adlı uyuşturucu kaçakçılığı bağlantılı kara para operasyonu yürütüldü. Bu soruşturmada, dosyanın iki önemli sanığından birisi olan ve Hollanda tarafından uyuşturucu ticaretinden dolayı kırmızı bültenle aranan Çetin Gören'e, Soylu'nun ekibinden olan dönemin Elazığ Valisi Çetin Oktay Kaldırım tarafından silah taşıma ruhsatı verildiği ortaya çıkarıldı. İçişleri Bakanlığı'nın Kaldırım hakkında herhangi bir işlem yapmadığını ekleyim.
Yanı sıra kimi organize suç örgütlerinin faaliyetlerine yönelik dosyaların yürütüldüğü adres yine aynı büroydu.
Ayrıca Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'a yönelik saldırıya ilişkin soruşturma yine aynı büro tarafından sonuca ulaştırıldı. Özdağ'ın mağdur olduğu dosyada tüm delillerin Ülkü Ocakları'na mensup kişilere uzanması, yine aynı savcılık bürosundan rahatsızlık duyulmasının diğer etkeni oldu.
Bu yaşananların dışında bir de İçişleri Bakanı Soylu'nun kendi bakanlığıyla bağlantılı olan kimi süreçlerde Adalet Bakanlığı'nı devre dışı bırakarak doğrudan yargı mensuplarıyla muhatap olduğu Ankara'nın bürokrasi çevrelerinde bilinen gerçeklerden.
İşte bu tabloda Ankara Adliyesi'ndeki Kaçakçılık ve Örgütlü Suçlarla Mücadele Bürosu'nu yöneten Başsavcı Vekili Alpaslan Tufan'dan rahatsızlık duyan Soylu'ya yakın emniyet tarafı, hazırlık halindeki HSK kararnamesi öncesinde kulisler yapmaya başladı.
Amaç, Tufan'ın görevden alınmasıyla birlikte kendilerinin de rahat çalışabileceği bir başsavcı vekilini İzmir'den Ankara'ya atatıp söz konusu göreve getirmekti.
Böylece; hem emniyet cenahının, hem de ülkücü camianın isteği yerine gelecekti!
Kararname öncesinde kartlar açık oynandı.
Emniyet tarafı İzmir'de görev yapan bir başsavcı vekili için kulis yaptı. Söz konusu başsavcı vekilinin kim olduğu net biçimde belli. Ancak şimdilik açıklamamayı uygun buluyorum.
Hatta öyle ki adı geçen başsavcı vekili kararnamenin çıkmasından kısa süre önce Ankara'ya geldi. Yargı kulislerinde gelecek olan başsavcı vekilinin Ankara'ya atanacağı ve Ankara Adliyesi'nde Kaçakçılık ve Örgütlü Suçlarla Mücadele Bürosu'dan sorumlu olarak görev yapacağı bilgisi yayıldı.
Bu haliyle işler, emniyet cenahının istediği biçimde yürüdü.
Fakat, Türkiye'de geçerli olan "resmi biçimde yayımlanmadan hiçbir atamanın gerçek olamayacağı" prensibi bir kez daha devreye girdi.
Kararnamenin HSK'ca açıklanması sonrasında, emniyette bir grubun kulisleri sonrasında Tufan'dan görevden alındı, Sincan Adliyesi'nde Başsavcı vekili olarak görevlendirildi.
Tufan görevden alınmasına alındı ama emniyetteki grubun ısrarla istediği İzmir'deki başsavcı vekilinin de Ankara'ya tayini yapılmadı!
Bu atamada, daha doğrusu atanamamada Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın bizzat devreye girdiği ve İzmir'den yapılacak görevlendirmeyi listeden çıkardığı ifade ediliyor.
Bu atamanın gerçekleşmemesi nedeniyle Soylu'nun Bozdağ'ın bu yaklaşımını not edip etmediğini önümüzdeki günlerde göreceğiz hep birlikte.
Suç ve suçlularla eş güdüm halinde mücadele eden devletin iki önemli kurumu adliye ile emniyet arasında hemen her dönem sıkıntılar olmuştur. Ancak, özellikle son yıllarda bu sıkıntıların ortak akılla aşılması yerine tarafların daha da keskinleşerek suç ve suçlularla mücadele yerine birbirleriyle ters yaklaşımlarda bulunduklarına tanık oluyoruz.
Yeni Türkiye'nin tercih ettiği yönetim modeli bu olsa gerek.
Tolga Şardan kimdir? Tolga Şardan, 1988’de yerel yayımlanan Ankara Ulus Gazetesi’nde mesleğe başladı. 1989’dan 2018’e kadar Milliyet Gazetesi’nde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. Haber ve yazılarıyla, 1992’den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi’nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği’nce ödüle layık bulundu. Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü’nün sahibi oldu. Şardan, 2019’da Doğan Kitap’tan yayımlanan “Komonist Masası’nda Nazım Hikmet” adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı. 2019’dan bu yana T24’te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor. |