Ülkenin, üniformalı muvazzaf en çok silahlı personeline sahip kurumlarından Polis Teşkilatı'nın 178. Kuruluş Yıldönümü'ydü dün.
Yakın zamanda yaşanan deprem felaketi, Ramazan ayı ve önümüzdeki seçim süreci nedeniyle olsa gerek, geçmiş yıllara göre "profili düşük" seyretti bu yılki kutlama programı.
Emniyet Genel Müdürlüğü, törenler çerçevesinde Anıtkabir ziyareti gerçekleştirdi.
Şeref Defteri'ne Aktaş, "Aziz Atatürk, 178 yılın sorumluluğunu üzerinde gururla taşıyan Emniyet teşkilatımız, vatan ve bayrak aşkı ve aziz milletine duyduğu sadakatle, Cumhuriyetimizin 100 yılında da güven ve huzurun teminatı olmaya devam etmekte ve yeni hedeflere kararlılıkla yürümektedir. Her an ve her koşulda daima milletinin yanında olan teşkilatımız, birliğimize dirliğimize ve milletimize tehdit oluşturan tüm kirli yapıların kökünü kazımayı nihai hedef olarak görmektedir" ifadelerini kullandı.
Aktaş, yazısında "Hiç şüphesiz ki Türk polisinin saygınlığını artırmak, teşkilatımızın uluslararası prestijini daha da güçlendirmek için yaptığımız her çalışma, 85 milyonun gurur hanesine yazılmaktadır. Hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı ve insan haklarına saygılı bir anlayışla görevini yapan Türk Polis Teşkilatımızın 178. yılına erişmesinin gururunu da yine aziz milletimizle birlikte yaşıyor, teşkilatımızın kıymetli neferleriyle birlikte manevi huzurunuzda bulunmaktan büyük bir onur duyuyor, aziz hatıranız önünde saygıyla eğiliyoruz" dedi.
Aktaş'ın Cumhuriyet'in kurucu liderine mesajları böyleyken acaba gerçek tablo nasıl?
Geçmişte de tepki gören bazı örnekleri görülmekle birlikte, yakın dönemde olduğu kadar polis teşkilatının böylesine politize olduğuna tanık olunmamıştı hiç.
Teşkilata alınan personel sınavlarıyla ortaya atılan iddialar, suç örgütleriyle bağlantıları kamuoyuna yansıyan yönetici konumundaki polis müdürlerine yönelik yapılmayan yasal işlemler, atama ve yer değiştirmede yürürlüğe konulan ve personeli zor durumda bırakan uygulamalar ilk akla gelenler.
Suç ve suçluyla mücadele eden bir kamu kurumunun, son dönemde "geçmişe rahmet okutan" cinsten toplumda eleştirilen yaklaşımlar içinde yer aldığı görmek üzüntü verici. Bırakın alt düzeydeki personeli, bilakis üst yönetim kademesindeki isimlerin suç olgusunun içinde yer aldığını görmek teşkilatın geleceği açısından kaygı verici.
Emekli amirallerin iktidara karşı görüşteki bildirisine "edepsizlik" yaklaşımıyla kurumsal sosyal medya hesabından tepki gösteren polis teşkilatının, Hizbullah tarafından beş korumasıyla birlikte katledilen Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan'la ilgili tartışmalara sessiz kalması, işte bu politize oluşun son örneği olarak karşımıza çıktı maalesef.
Yasadışı radikal İslami terör örgütü Türk Hizbullahı'nın şehit ettiği Okkan ve korumalarına sahip çık(a)mayan bir teşkilat yönetimini, tarihin nasıl yazacağını en iyi bizzat kendileri biliyor kuşkusuz.
Varlığı sadece resmi törenlerde ve kurumsal toplantılarda hissedilen, devletin makamını adeta iktidar partisinin siyasi bürosu haline getirmekte bir sakınca görmeyen, üç yıldan bu yana PTT Yönetim Kurulu üyesi olarak aynı zamanda çifte maaşlı bir genel müdürün komutasındaki teşkilatın, 179. yılında nasıl yol alacağı da ayrı konu elbette.
Bu arada emekli emniyet müdürlerinin kurduğu Türkiye Emekli Emniyet Müdürleri Derneği (Temüd-Der), geçtiğimiz günlerde yayımladığı kitaptaki bir makale ile halen Polis Akademisi Başkanı olan Prof. Dr. Yılmaz Çolak'a sert yanıt verdi.
Çolak'ın, Halkbank yönetiminde Denetim Kurulu üyesi olduğunu hatırlatayım.
Temüd-Der yönetiminin Çolak'a yönelik tepkisi; Polis Akademisi Başkanı'nın, 2017'de Liberal Düşünce Derneği'nin yayın organındaki makalesinde ortaya koyduğu görüşlerinden kaynaklandı.
Çolak, "Emniyet teşkilatındaki demokratik dönüşüm: Polis Akademisi örneği" başlıklı makalesinde kendisinin akademi başkanı olduktan sonra başlatılan uygulamaları "başarı" olarak tanımlarken geçmiş yıllarda akademiden mezun olan ve teşkilatta müdürlük görevini yürütenlere yönelik eleştiriler yaptı.
Bu eleştirilerden en dikkat çekici olanı ise; "Öyle ki, ömrü boyunca ... ekmek almayı dahi bilmeyen polis amirleri yetiştirilmesi söz konusu olmuştur" değerlendirmesiydi.
Meraklısı için Çolak'ın makalesini bulabileceğiniz linki bıraktım.
Temüd-Der yönetimi, "Türkiye Cumhuriyeti'nin Yüzüncü Yılında Polis Koleji ve Akademisi Mezunlarından 100 Anı - 1" adlı kitapta yer alan "Gecikmiş bir cevap" başlıklı görüşte mevcut Başkan Çolak'ın değerlendirmelerine yanıt verdi.
Temüd-Der'in yanıtında, ünlü sanatçı Müjde Ar'ın, bir dönem Yeşilçam'da rol aldığı toplumsal içerikli filmlere atıf yapıldı!
Çolak'ın "geçmişte Polis Koleji ve Akademisi'nden mezun olan polis yöneticilerinin sosyal yaşama uyum sağlama konusunda da bir çok sorunlarla karşılaştığını, toplumdan ve sosyal ilişkilerden kopuk bir hayat sürdüğü" tezini Temüd-Der yönetimi şöyle eleştirdi:
"(...) Yazara göre, toplumun en kenar kesitlerine kadar nüfuz eden, yoğun bir hafta ilişkiler içerisinde çalışan, halk, basın, siyasetçiler, yöneticiler, iş sahipleri, eşraf, mağdur, sanık, tanık her türlü insanla muhatap olan ve onların işlem süreçleri üzerinde çalışan, yeri geldiğinde onları sakinleştiren yol gösteren, sorularına cevap veren, onları barıştıran biz polis yöneticileri, '... sosyal yaşama uyum sağlama konusunda bir çok sorunlarla karşılaşıyor, toplumla ve sosyal ilişkilerden kopuk bir hayat sürüyoruz...' Makale burada ampirik gerçeklerden o kadar yoksun, o kadar orta malı ifadelere sahiptir ki; bu haliyle Müjde Ar'ın sosyal içerikli filmlerinden daha 'bilimsel' değildir. (...)"
Çolak'a verilen yanıtta 15 Temmuz sürecinde yaşananlara yer verildi.
Çolak'ın makalesindeki "bürokratik oligarşinin tasfiye edilmesi ve polislik eğitimli daha demokratik bir yapıya dönüştürülmesi 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde yeni mezun amir ve memurların oynadığı rol bize bu değişimin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu göstermektedir" görüşü şöyle yanıtlandı:
"Konuyla bağlantılı ampirik değeri olmayan, orta malı tabirlerden oluşan bu ifade de amatör bir ifadedir. Yazarın çizmeye çalıştığı sahne, 'yani yeni mezun ve amir ve memurların esas rolü oynayarak 15 Temmuz'da devleti kurtardığı" şeklinde bir görüntü, vehimden, hayalden ibarettir. Kullanılan ifade vehimsel olduğu gibi basit ve münasebetsiz de bir ifade olmuştur. Emniyet teşkilatını tanıyan, iç işleyişini bilen, hangi kaynaktan gelirse gelsin personelini tanıyan, polis olmanın ne olduğunu bilen hiç kimse, böyle bir ifade kullanmaz. Zaten olaylarda böyle olmamıştır."
Temüd-Der'in yanıtında, Polis Akademisi'nde halen verilen eğitim sonrasında gelinen durum özetlenirken şu örnekler verildi:
* Emir, inisiyatif, ast-üst ilişkileri ve aidiyet gibi konularda gerileme var.
* Göreve başlayanlar çevrelerine "Emniyet'te iş buldum / Emniyet'te işe girdim" şeklinde açıklama yapıyorlar.
* Profesyonellik sorunu var. Polis, vasıfsızlaşma tehlikesi ile karşı karşıya.
* Önleyici hizmette görev yapan ekip, yaya ve motosiklet personelinin görüş, tavır ve hitap biçimleri güven verici bulunmuyor. Amatörleşme tehlikesi var.
* Bırakın 15 Temmuz gibi kriz zamanlarını, günlük olaylarda bile basına intikal eden birkaç olayda ortaya çıktığı kadarıyla polis olaya müdahale edemiyor. Nasıl edeceğini bilmiyor. Görmezden gelmenin ve sıvışmanın yolunu arıyor. Köftecide servisi beğenmeyen polis, silahına sarılıyor.
Çolak'ın söz konusu makalesinde, Polis Akademisi'nde komiser yardımcılarına yönelik eğitimle ilgili değerlendirmelerine yapılan eleştiri ise şöyle:
"(...) Akademik yıl boyunca eğitim verildiği gibi suni ve abartılı ifadelerle bahsedilen şey, bir fakültenin kapatılarak yerine kurs açılmasıdır. Yani kurs açılarak bir dizi demokratik reform yapılmış, kısa süre içerisinde büyük değişimler yaşanmış, daha güçlenmesi ve daha profesyonel bir eğitim verilmeye başlanmıştır. Yazar, acaba bu yazdıklarını kendisi inanmakta mıdır?
Disiplin ve bağlılık duygusunu zedelendiği, kurumsal eğitimin bir meslek terbiyesi vermekte yetersiz kaldığı kurumlar, ciddiyetini kaybederler. Ciddi zorlukların söz konusu olduğu zamanlarda kapasitesi ve kararlılığı güven verecek kurumlar değildir artık bunlar.
Mesela 15 Temmuz gibi krizi anında; devlet, siyaset ve toplum düzeni böyle bir kuruma güvenemez. 15 Temmuz'da yazarın beğenmediği, önceki eğitim sisteminden yani Polis Koleji ve Akademisi'nden mezun il emniyet müdürleri ve diğer polis yöneticileri insiyatif almışlar, olayların gerisinde kalmamışlar, durumu süratli ve doğru bir şekilde değerlendirebilmişler, ellerinde megafonla olayların merkezinde yer almışlar, Özel Harekât gibi öncesinden tecrübeli birimler profesyonel müdahalelerde bulunmuşlar, yeri gelmiş olayın failleri etkisizleştirmişler, yeri gelmiş kalabalıkların kontrolünü sağlamışlardır"(...)
Temüd-Der'in Çolak'a yönelik başka eleştirileri de var elbette. Ancak, yer sorunu nedeniyle bu kadarını özetleyebildim.
Polis teşkilatının nerelere geldiğini göstermesi ve kimi üst düzey yöneticilerinin pervasızlıklarını ortaya koyması bakımından vahim bir örnek hafta sonunda gün ışığına çıktı.
Gazeteciler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında kaleme aldıkları "SS" adlı kitapta Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz'ın isminin karıştığı skandalı ortaya koydular.
Terkoğlu ve Pehlivan, 17 yaşında bir kadına tecavüz ettiği iddiasıyla hakkında adli soruşturma yürütülen Ankaralı iş insanı Sadullah Alagöz'ün, soruşturma devam ederken ve ifadesi alınmamışken Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz tarafından ağırlandığını duyurdu.
Aynı zamanda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Derya Yanık'ın yanı sıra Yılmaz'la "oldukça yakın" çalışan İçişleri Bakanı Soylu ile de bir araya gelen Alagöz'le ilgili Ankara Emniyet Müdürü'nün yaşananları bilmemesi elbette mümkün değil.
Elinde her türlü istihbarat bilgisi bulunan ve istediği kişiyle ilgili her türlü araştırma olanağı bulunan bir emniyet müdürü hele ki başkentin Emniyet Müdürü'nün bu durumu bilmemesine inanmak en hafif deyimle "saflık" olur. Suç ve suçlularla mücadele etmesi gereken Yılmaz, bu durum hakkında nasıl açıklama yapar acaba? Belki de "görev gereği" diyerek geçiştirir!
Tecavüz iddiasıyla soruşturulan şüpheli, Ankara Emniyet Müdürü'yle görüşüp hediye alıyorsa, kim bilir başkentte daha neler oluyordur?
Varın gerisini siz anlayın.
Tolga Şardan kimdir?Tolga Şardan, 1988'de yerel yayımlanan Ankara Ulus Gazetesi'nde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık bulundu. Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu. Şardan, 2019'da Doğan Kitap'tan yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı. 2019'dan bu yana T24'te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor. |