Türk Polisi, yarın 176. Kuruluş Yıldönümü'nü kutluyor.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan tarihe sahip Türk Emniyeti, ülkenin "köklü ve üniformalı" kurumlarından sayılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte "yarı politik çalışma sistemi" çerçevesinde Cumhuriyet çizgisiyle devlet içinde durmayı başarabilen Türk Emniyeti, AKP iktidarıyla birlikte her geçen yıl mevcut çizgisinden biraz daha fazla saparak neredeyse tamamen siyaset içinde kendisine yer bulmaya başladı.
Bu durumun gerekçesini oluşturan bir görüşü aktarmaya çalışacağım.
Teşkilata gerek amir, gerekse memur statüsünde insan kaynağı sağlayan Polis Akademisi Başkanlığı'nın 2017'de yayımladığı "Bürokrasinin Demokratik Denetimi" adlı kitabı okurken ilginç bir makale gözüme ilişti.
Makalenin yazarı halen Polis Akademisi Başkanı olan Prof. Dr. Yılmaz Çolak.
Çolak'ın makalesinin tarihi de 2017. Makale, "Bürokratik Vesayet, Emniyet Teşkilatı ve Demokratik Dönüşüm: Polis Akademisi Örneği" başlığıyla aslen Liberal Düşünce Dergisi'nde yayımlandı.
Çolak'ın makalesi özetlenerek aynı zamanda başkanlığını yürüttüğü kurumun yayınında yer aldı.
Bu arada Çolak'ın, AKP'nin Gülen cemaatiyle arasının bozulduğu 17-25 Aralık sürecinden hemen sonra 2014'de Polis Akademisi Başkanlığı'na getirildiğini hatırlatayım. Çolak, Polis Akademisi'ne 2010 yılında adım attı. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın Kırıkkale Üniversitesi Rektörü olduğu dönemde asistan olarak üniversite kadrosundaydı.
Bir hatırlatma daha; Çolak, Polis Akademisi'nin 2019'daki mezuniyet törenini kurum dışında tarihinde ilk kez cami külliyesi içindeki bir konferans salonunda düzenlemesiyle gündeme geldi.
Çolak'ın makalesi genel anlamda teşkilata sağlanan insan kaynağının eğitimindeki yeni düzenlemeyle ilgili.
Bilindiği gibi, polis teşkilatında aktif hale gelen FETÖ'cü emniyetçilerin yetiştirilmesi gerekçe gösterilerek Polis Koleji ve Polis Akademisi 17-25 Aralık süreciyle birlikte tamamen kapatıldı. Toplam sekiz yıllık yatılı eğitim yerine üniversite mezunları arasından yapılan sınavla seçilen adaylar bir yılı bulmayan intibak eğitimleri sonrasında teşkilatta amir ve memur olarak görev yapmaya başladı.
Çolak makalesinde, sekiz yıllık yatılı eğitim süreciyle yetişen amir adaylarının küçük yaşlardan itibaren katı ideolojik ve hiyerarşik eğitim ile sosyalleşme süreci yaşadıklarını belirterek "tek tipçi" bürokrat yetiştirildiğini savundu.
Bu durumun sonucunda geçmişte toplumla bağı tamamen kopmuş birçok memur ve amir yetiştirildiğini belirten Çolak, "Bu durum topluma dışardan baktığı gibi seçilmiş siyasetçilere de tepeden bakan anti-demokratik bir düşünce ve davranış yapısını doğurmuştur" görüşünü ortaya koydu.
Çolak, kolej ve akademideki tek tipçi zihniyet sonrasında FETÖ'nün örgütlenmesi ve işleyişinin kolaylaştığını anlattığı makalesinde 2015'teki reformla birlikte teşkilatın kapılarının herkese açık olduğunu ve eski döneme göre daha çoğulcu sosyal yapıya kavuştuğunun altını çizdi.
Darbe süreçleri dışında akademinin ilk sivil başkanı olarak AKP'nin göreve getirdiği Çolak'ın makalesinde asıl anlatmak istediği değerlendirme kanımca oldukça kısa ve öz.
Başkan Çolak, yeni düzenlemenin gerekçesini ve sonuçlarını ise makalesinde özetle şöyle anlatıyor:
"(…) Gerek geçiş dönemindeki uygulamalar, gerekse yakın dönemde tatbik edilecek yeni sistem sayesinde alanında uzman, yetenekli, sivil siyasi otoritenin üstünlüğünün bilincinde, siyasi makamlara hesap verebilir ve içinde yaşadığı toplumuyla bağı kuvvetli olan polis amirleri ve memurlarının yetiştirilmesi hedeflenmektedir.
(…) Yeni zihniyet kalıpları ile yetişen sivil otoritenin emrindeki polis, artık güvenlik, asayiş ve huzuru sağladığı gibi demokrasinin de bekçisi ve koruyucusu olmaktadır ve olacaktır."
Bugünkü yazının amacı Polis Akademisi değil. Fakat yeri gelmişken, Çolak'ın teşkilatın insan kaynağını siyasete iyice yaklaştıran eğitim modeli ve değerlendirmesine karşın birkaç cümle söylemeden geçmek olmayacak.
Kapatılıncaya kadar teşkilata amir yetiştiren Polis Koleji 1938'de, Polis Akademisi ise, enstitü olarak 1937'de kuruldu. Her ikisi de kurucu lider Atatürk'ün talimatıyla hayata geçirilen genç Türkiye Cumhuriyeti'nin özel kurumlarıydı.
İlk yıllarda Cumhuriyet prensipleri çerçevesinde eğitim veren her iki kurum, zaman içinde özellikle sağ iktidarlar dönemlerinde sapma gösterse de yine de Atatürkçü, devletçi, laik, toplumcu çizgideydi. 12 Eylül sonrasında palazlanmaya başlayan dini yapıların zaman içinde kontrole aldığı kolej ve akademi, en son Gülen cemaatinin adını koymadığı eğitim kurumu haline gelmişti.
17-25 Aralık'la birlikte Gülen cemaatine yönelik başlayan tasfiye hareketi çerçevesinde iktidar, okulları kapatarak en kolay yolu seçti. Oysa kuruluş çizgisinden hareketle Atatürkçü, devletçi, laik ve toplumcu yaklaşımla yeni polis amirlerini teşkilata kazandırmak ülkeye yapılacak en önemli yatırımlar arasında olabilirdi.
İktidar, Çolak'ın eleştirdiği tek tip insan kaynağı döneminde yetişen çoğunluğu Atatürkçü amir ve müdür kadroları sayesinde FETÖ'yle mücadeleyi bir noktaya kadar başarmıştır.
Ancak, 2015'ten sonra başlayan yeni tip eğitim modelinde Çolak'ın dediği gibi çoğulcu insan kaynağının önü açılmakla birlikte bu kez FETÖ'cülerin yerine Menzil başta olmak üzere farklı dini yapılar ve grupların Polis Akademisi'nde faaliyette oldukları kamuoyuna belgeleriyle birlikte yansıdı maalesef.
Sonuç olarak işin özü; seçilmiş insan kaynağı profili değil, kurumun kuruluştaki aidiyet çizgisine dönülmesidir.
Akademi Başkanı Çolak'ın değerlendirmesine dönecek olursak, bu sözlerden herhangi bir şifre çözmeye gerek kalmaksızın polis teşkilatının 2021'deki resmini oldukça net ve açık biçimde görüyoruz.
Geçmişte, toplumun genelinde saygınlığı olan ve "devletin polisi" olarak tanımlanan teşkilat, Çolak'ın gösterdiği istikamette yol almasıyla "iktidarın polisi" tanımlamasıyla karşı karşıya kaldı.
Oysa siyasetle bu kadar iç içe olmak, siyasete hesap vermek, siyasi otoritenin emrinde görev yapmak yerine topluma karşı saygılı, topluma karşı hesap verebilir ve halk için görev yapıyor olmanın tercih edilmesi, sağlıklı kurumsal yapının oluşmasının önünü açabilirdi.
Bu durum siyasi iktidar için de faydalı bir yöntem olabilirdi.
Yeri geldikçe Büyüteç'te belirtiyorum; mesleği gereği otuz yıldan fazladır emniyet teşkilatını yakından izleyen bir gazeteci gözüyle baktığımda, son yıllarda hele ki 15 Temmuz sürecinin ardından Türk Polisi'nin devlet kimliğinden sıyrılıp siyasete iyice yanaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Siyasetin devleti yönettiği sistemin geçerli olduğu Türkiye'de, evvelden de polis teşkilatının siyaset çizgisinde olduğunu gösteren örnekleri sıralamak mümkün. Ancak, AKP'nin yönetime gelmesiyle birlikte başlayan "tek parti iktidarı" sürecinde hem Fethullah Gülen cemaatinin aktif olduğu dönemde, hem de sonrasında polis teşkilatının eskiye göre siyasete çok daha yakın durduğunu fark etmemek mümkün değil.
Yanı sıra teşkilatın toplumu ilgilendiren kural ve uygulamalarında görülen siyasi sapmanın yanı sıra kurumun kendi iç dinamiklerinde neredeyse alınan her kararda ve uygulamalarda siyasetin izlere aleni biçimde tanık oluyoruz.
Eylemlerde öğrencinin boğazına yapışan polisleri görüyoruz.
Aleni biçimde muhataplarından rüşvet talebinde bulundukları için görevden uzaklaştırılan polisleri görüyoruz.
"Emniyet'te bir tane Menzilci bulsunlar bu makamı bırakırım" diyen, müfettişlere Menzilci olduğu ifadesini veren polis müdürlerinin bulunduğu ortaya çıkmasına rağmen gereğini yapmayanları görüyoruz.
10 Kasım anmasında Anıtkabir Şeref Defteri'ne Atatürk'ün çizdiği yolda ilerleyeceği notunu yazan buna karşın, dini yapılarla bağı olan polislerin terfi kararlarında imzası bulunanları görüyoruz.
Ana muhalefet liderine yapılan yumruklu saldırıda herhangi bir suçu olmadığı müfettiş raporuyla tespit edilmesine karşın sırf ana muhalefet partisi liderinin koruması olması sebebiyle zoraki ceza verilmesi için yeniden müfettiş raporu hazırlatılarak ceza veren Emniyet Disiplin Kurulu'nu görüyoruz.
Bylock'çu çıkan İçişleri Bakanı koruması hakkındaki raporu değiştirmediği gerekçesiyle emekli edilen polis müfettişini görüyoruz.
FETÖ borsası iddiasıyla hakkında soruşturma yürütülürken özel olarak terfi ettirilen ancak iddiaların büyümesi sonucunda açığa alınan polis müdürünü görüyoruz.
Muhalif liderlerin koruma müdürleri oldukları gerekçesiyle emekli edilen polis müdürlerini görüyoruz.
Müfettiş raporlarıyla tarikat bağı olduğu belirlenen kimi polis müdürlerinin daha yüksek mevkilerde görev aldığını görüyoruz.
Oluşturulan komisyon üzerinden mevzuata uygun olmayan karara imza koyup siyasetin önünü açarak terfi alan komisyon üyelerini görüyoruz.
Görev yaptığı şehirde, daha önceki görev yaptığı kentten getirdiği tanıdığı üzerine firma kurdurup ticaret yaptığı ortaya çıkarılması sonucu ihraç edilen polisi görüyoruz.
İktidarın karşısında olduğu siyasi bir olayda, siyasetin yanında taraf olarak devletçi kimliğinden sıyrılıp siyasi kimliğe bürünerek resmi kurumsal sosyal medya paylaşımında bulunan Emniyet yönetimini görüyoruz.
İdari yargı kararlarını uygulamayıp Anayasal suç işleyen Emniyet yönetimini görüyoruz.
Bulundukları kimi görevlerde, siyasi ideolojilerine uygun olmamakla birlikte sırf siyasetin talimatı ve kişisel ikballeri nedeniyle kimi dini grup ve yapılanmaların önünü açan polis yöneticilerini görüyoruz.
Hiç görülmemiş biçimde, emniyetteki dini grup ve yapılar hakkında yazılar kaleme alan gazeteciler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu görüyoruz.
Muhalefet partileri ile ilgili bilgilerin toplanıp, güncel siyasette kullanıldığını görüyoruz.
Görüyoruz, görüyoruz, görüyoruz…
Buraya kadar sıraladıklarım dışında hiç mi iyi şeyler görmüyoruz Emniyet'te?
Elbette görüyoruz.
Bilakis teknolojiye uyum sağlandığını, gerçek suç ve gerçek suçluyla mücadelede yüksek teknolojinin başarılı biçimde kullanıldığını görmek elbette kaynakların nereye kullanıldığını görmek bakımında sevindirici.
İstanbul Emniyeti'nin 10 Nisan için hazırladığı bir kayıt sosyal medyada dolaşımda.
Bu kayıtta birey haliyle halkının, yurttaşının yanında olan emniyet teşkilatının kurumsal olarak da aynı davranışta bulunmasını beklemek bu coğrafyada hayal olmaktan çıkmalı.
Kötü örneklere karşın, giydiği üniformanın, aldığı maaşın karşılığını vermeye çalışan, haktan, adaletten yana olan teşkilat mensupları var kuşkusuz.
Kendilerinin de birer insan olduğunu hatırlatan örnekleri görüyoruz günlük yaşamda.
Sayılarının artması toplumun temel beklentilerinden.