Geçtiğimiz hafta sanat dünyası açısından ilginç bir olay yaşandı. Rap müzik sanatçısı Murda lakaplı Mehmet Önder Doğan, 4 yıl 2 ay hapis cezası aldı. Basına yansıdığı kadarıyla cezasının nedeni, esrarı konu eden şarkıları. Cezanın dayanağı ise Türk Ceza Kanunu'ndaki (md. 190) "Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını alenen özendirme veya bu nitelikte yayın yapma" suçu. Daha önce de rapçi Burak Aydoğduoğlu (Burry Soprano) ve Ömer Sercan İpekçioğlu (Ezhel) de benzer nedenle gündeme gelmişti.
Bu davalar, yıllarca ifade özgürlüğü hakkında çalışan biri olarak dikkatimi çekti. Bir yanda sanatsal ifade özgürlüğü var diğer tarafta toplum sağlığının korunması gereği. Sanıkların, şarkı sözlerinin sanatlarının bir parçası olduğunu; savcılığın ise gençlerin uyuşturucudan korunması gereğini ileri sürmüş olması pek muhtemel. Yani bir solukta yanıtlanması güç, güçlü bir hukuksal analizi gerektiren bir ikilem söz konusu. Fakat ben son tahlilde rapçilerin haklı çıkacağını düşünüyorum. Anlatayım.
Esrar (ot veya marihuana gibi isimlerle de bilinir) bir uyuşturucu. Şarkıcı Bob Marley'e atfedilen "otuz yıldır içiyorum bir bağımlılığını görmedim" sözündeki hicvin işaret ettiği üzere bağımlılık yapar ve hatta açıkça yazmak lazım: sağlığa zararlıdır. Özellikle gençlerin, diğer uyuşturucuların da ön basamağı olan bu uyuşturucudan korunmasında kamu yararı var. Dolayısıyla esrarın özendirilmesinin suç olarak düzenlenmesinde güdülen amaç gayet meşru. Fakat bu meşruluk, esrarın diğer uyuşturuculardan farklı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Öncelikle bu doğal bir uyuşturucu. Doğal uyuşturucuların vücuda olan etkisi, emfetaminler, captagon ve extacy gibi sentetik uyuşturuculardan farklı. Hatta dört binden fazla kimyasal zehir içeren ve fakat yine de yasal olan sigaradan da öyle.
Bu farklar nedeniyledir ki kimi ülkelerde belli oranda esrar kullanımı serbest bırakılmış durumda. Örneğin Kanada, Güney Afrika Cumhuriyeti, Hollanda ve ABD'nin kimi eyaletleri esrarın tamamen yasal olmasıyla biliniyor. Latin Amerika'da Brezilya hariç And dağları sırasındaki ülkelerde; Avrupa'da ise Çekya, Estonya, Hırvatistan, Litvanya, Romanya, İsviçre, İtalya, Norveç, Slovenya'da esrar kullanımın suç olmaktan çıkarıldığını biliyoruz. Başka ülkelerde de esneme emareleri mevcut. Tıbbi amaçlı kullanım konusunda ise liste çok daha geniş.
Bunu aktarmamın nedeni şu: Kimi eylemler, dünyanın her yerinde evrensel olarak suçtur. Örneğin birini öldürmek veya hırsızlık böyle suçlardandır. Fakat diğer bazı suçlar vardır ki görelidir. Gezegenin bir tarafında suçken diğer bir köşesinde suç değildir. Zina böyle bir suçtur örneğin. Ensest böyle bir suçtur. Bunların suç vasıfları konusunda insanlık mutabakat kurmamıştır. Bu nedenle ceza uygulanırken iki defa düşünülmesi gerekir. İşte esrar kullanımı da bu kategoridedir. Diğer suçlardan farklı olarak daha titiz bir inceleme yapmayı gerektirir.
Ayrıca esrar kullanımı, anayasal yönden bir "aktivizm" konusu da olmuştur. Politik arka planı tartışmalı da olsa, bugün dünyanın çeşitli yerlerinde "Legalize It!" (Ligılayz it - Yasallaştır!) başlıklı uluslararası bir hareket vardır. Bu da bizi konunun örgütlenme, ifade ve toplanma özgürlüğüyle ilgili olduğu noktasına ulaştırır.
Bu hareketin kimi öğeleri, kişinin kendi kendine yetiştirdiği sakinleştiricinin yasaklanıp yer altına çekilmesinin mafyaya ve devlet içindeki kimi kirli lobilere yaradığını ileri sürüyor; bunun militarist ve çalışmaya aşırı önem atfeden (Protestan ahlakından ileri gelen) kapitalist bir zihniyetin ürünü olduğunu savunuyor. Yasağı, fabrika üretimi olduğu için sistemin tekelleştirip kâr elde ettiği sigaranın serbestliği ile karşılaştırarak da eleştiriyorlar.
Bu hareket veya savları, bazı ülkelerde anayasa yargısına da taşındı. Örneğin Brezilya'da bir "Yasallaştır" eyleminin yasaklanması Yüksek Mahkeme tarafından Anayasa'ya aykırı sayıldı. Bu talebin sıradan bir adi suç övgüsü eylemi olarak algılanamayacağı söylendi. Yani özetle "ister katılalım ister katılmayalım burada bir dünya görüşünün dışa vurumu vardır" dendi.
Benzer türden bir karar, bu hareketin de basıncıyla Meksika'da verildi. Meksika Anayasa Mahkemesi, esrarın keyif amaçlı kullanılmasının yasaklanmasını Anayasa'ya aykırı buldu. Gerçi bu kararlarda Latin Amerika'daki uyuşturucu lobisinin parmağının olup olmadığı geri planda bir tartışmayı da beraberinde getirdi ama yine de bu konunun "öznel gelişim hakkı", yani kişinin kendi bedeni hakkındaki tasarrufu ve kendi kararlarının sahibi olabilmesi hakkıyla ilgili bir yönü olduğu göz ardı edilemedi.
İlginçtir; bu olayın Afrika'daki yansıması ise Rastafaryanizm denen dinle ilgili olarak din özgürlüğü bağlamında gündeme geldi. Esrar içmeyi dini ritüellerinin parçası sayan bu dinin, söz konusu yasağa verdikleri tepki, bu ülkelerde konunun din özgürlüğüyle de ilgili kavranmasına neden oldu. İslam'ın esrara dönük hükümlerinin, alkole (özellikle de şaraba) dönük yasaklara nazaran daha tartışmalı olduğunu, hakeza tarihte kimi tekkelerdeki geleneksel ritüelleri akılda tuttuğumuzda, konunun çok daha çetrefilli olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yazdıklarım, doğrudan önümüzdeki vakaya bir yanıt vermiyor olabilir. Fakat dolaylı etkisi var. Karşılaştırmalı anayasa hukukunun yeni bir yorum yöntemi olduğunu ve bağlayıcı olmasa da "zor davalar"da destekleyici yön taşıdığını bilelim. Bu konuda dünyada (veya demokratik toplumlarda) "ortak konsensüs" bulunmadığını gösteren bu veriler, davanın sonucunu doğrudan belirlemeyecekse de, her hâlükârda yargısal yorumda dikkate alınmak durumunda.
Şimdi somut olaya, yani şarkılara gelelim. Bu şarkıları dinleyecek olursanız; herhangi bir rapçinin üretiminde karşılaşacağımız türden ögelerle karşılaşırsınız. Rap müziğin kendine özgü özellikleri vardır. Ortaya çıkışında, 1970'li yılların ABD'sinde kenar mahallelerde, dışlanmış yoksul siyahi gençlerin düzene olan isyanı belirleyici olmuştur. Oradan tüm dünyaya yayılmıştır ama yayıldığı yerler hep işçi sınıfı semtleridir. Rap, gettolarda geliştiği için sözleri argo bir dile dayanır ve sokak kültürüne özgü sorunlarla ilgilidir. Bu bakımdan, varoşlara özgü dertlerin ve isyanın yanı sıra, cinsiyetçilik, şiddet ve kimi tutkular da bu ezgilere içkindir. Bu ögeleri tamamen ayıkladığınızda geriye rap kalmaz. O başka bir şey olur. Hatta kimilerine göre ruhsuz bir laf cambazlığından ibaret bir Hacivatçılık tezahür eder.
Bu bakımdan bir rap şarkıcısının, güfte yazdığında işleyeceği konular dünyanın hemen her yerinde aşağı yukarı bellidir.[1] Rap dinleyicisi, daha baştan, bununla karşılaşacağına hazırdır. Üstelik rapin neyi konu alması gerektiği bile, rapçilerin kendi aralarında, bizzat rap şarkılarıyla polemik yaptıkları bir meseledir. Birbirlerine, Anadolu ozanlarındaki geleneğe benzer biçimde sataşmaları ("dis atma" derler) oldukça hareketlidir. Rapin, Türkiye'ye girdiği 1990'lı yıllarda, İzmir'de Anadolu liselerine naklolan "Almancı" öğrenciler vesilesiyle yakından tanıklık ettiğim (o zamanlar politik hatlarından haz etmediğim Susturucu ve Sert Müslümanlar'daki arkadaşlarıma selam olsun) sataşmalar[2], oldukça derin politik gerilimleri içerir.
Söylemek istediğim şey şu: Esrar, çete kavgaları, kıskançlık krizleri, yoksulluk, işsizlik vb. konular, varoşların bir gerçeğidir. Rap de bu gerçeği konu alır. Bu konu alma biçiminden hazzetmeyebilir veya zararlı görebilir veya görmeyebiliriz. Ama alacağımız konum bizi, rapin nasıl olması gerektiğine devletin karar vermesi gerektiği sonucuna ulaştırmaz. Ulaştırmamalı. Aksi hâlde sanata gereğinden çok müdahaleye davet çıkarmış oluruz.
İkincisi; söz konusu şarkılar birer kurgu. Rap veya herhangi bir sanatsal üretim, nükteyi, parodiyi, mübalağayı vb. teknikleri içerebilir. Bir müzik eseri, didaktik bir düz yazı değildir. Gerçi düz yazıda bile hukuksal soğukluk beklemek abes olur. Edebiyattan örnek vermek gerekirse, mutlak iyi veya mutlak kötü olmayan bir roman karakterini ele alalım. Yazarın, okuyucuları nezdinde cazip bir antikahraman yaratma amaçlı proaktif bir üslup kullandığını varsayalım. Bu antikahramanı "kötü alışkanlıkları var ve gençleri kötü yola sürüklüyor" deyip yasaklamaya kalkarsak edebiyatın hâli nice olur? Benzer şekilde, bir filmde toplumun ana akım normlarına uymayan bir aktörün, yönetmence izleyicilerde bir tür aşk-nefret ilişkisi uyandıracak türden bir cazibeyle kurgulanması veya doğrudan kötülüklerine rağmen cazip kılması durumunda, o karakter "topluma kötü örnek oluyor" diyerek yasaklamaya kalkarsak sinema sanatı ayakta kalabilir mi?
Sanat eserlerinde yazılanlar gerçek değildir, kurgudur. Çarpıcı olduğu denli ondan etkilenenler olabilir ama devletin bu etkilenme biçimine müdahalesi, bunun bir kurgu ve sanatsal üretim olduğu gerçeğini yok sayacak düzeyde olmamalıdır.
Böyle bakarsak "27 benim yaşım onun yaşı 17/Kör şeytan topal şeytan kör topal şeytan gel bu kızı sev, dedi, diyecektim; diyemedim, derim yine!" diye yazan Nâzım Hikmet'i veya Romeo'nun 12 yaşındaki Juliet'e olan aşkını anlatan William Shakespeare'i sübyancılığı teşvik ettiği veya Michael Haneke'yi her filminde şiddeti müteselsil biçimde estetize ettiği gerekçesiyle yasaklamak gerekir. Hatta daha ileri gideyim. Konuyu sanatsallıktan dinselliğe taşıyalım. Bağlamsallığı dikkate almamak bizi Kuran'ın yasaklanması gerektiğine kadar götürür. Akıl yürütme yerli yerine otursun diye soruyorum: Dar bir lafzi yorum buraya kadar uzanılabilir mi?
Üçüncüsü; bu türden yasaklar çoğu kez geri teper. Yasak, cazibeyi arttırır. Tarih, bu türden yasakların, yasağın hedef aldığı ifadeleri ortadan kaldırmadığını, aksine yer altına çekilerek radikalleştirdiğini göstermiştir. Normalde Murda'yı hayatında duymamış yüz binlerce kişinin bu karardan sonra onu salt meraktan dinleyeceğini hesaba kattığımızda acaba uyuşturucu propagandasını şarkının mı yoksa cezanın mı daha etkili kıldığı sorusu orta yerde durmaktadır.
Dördüncüsü; Anayasa, sanat özgürlüğünü, genel ifade özgürlüğünden ayrı bir maddede düzenlemiştir. İfade özgürlüğü için çeşitli sınırlama nedenleri saymışken, sanat özgürlüğü için bu nedenleri saymamıştır. Bu kademelenmenin bir anlamı olsa gerekir. Bu anlamı anlatmak bu yazının kapsamını aşar ama şöyle özetleyeyim: Sanatsal ifadeler, sıradan ifadelerden daha titizce korunmalıdır. İfade özgürlüğüne özgü olağan sınırlama nedenleri konu sanat olduğunda kolaylıkla gündeme gelemez.
Son olarak, diğer tüm nedenleri bir tarafa bıraksak ve verilen cezayı meşru saysak bile ulaşılmak istenen amaç ile uygulanan yaptırım arasında bir ölçüsüzlük var. Bu bağlamda hukukçuların arasında bilinen "sinek balyozla ezilmez" sözünü hatırlatmak lazım. Demokratik bir toplumda, bir şarkıdan -içeriği ne olursa olsun- 4 yıl 2 ay hapis yatmayı kimse haklı çıkaramaz.
Özetle ve sonuç itibarıyla, Anayasa'ya aykırı bir kararla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Gençleri uyuşturucudan korumalıyız. Ama Anayasa'yı ihlal ederek değil.
[1] ABD'de bu konuda çok sayıda anayasallık tartışması içeren vaka vardır. Meraklısı için (ne yazık ki İngilizce) şu linki bırakıyorum.
[2] Sol içi gerilimleri görmek isteyenlere İzmir'den Norm Ender'i, Ankara'dan Ezhel'i dinlemelerini öneririm.