"Cezaevi yönetimi resim yapması için gereken malzemeleri kendisine vermeyince havalandırmaya düşen kuş tüylerini boya fırçası olarak kullanmaya başlamış."
Bu cümlenin içimde ne kadar güçlü bir yere dokunduğunu tahmin edemezsiniz… Yıl 2016, sokağa çıkma yasakları esnasında Nusaybin'de haber yapmak için sokakta olan ve bu sebeple bir süre tutuklu kalan, daha sonra da sanatı, yani resimlerinde anlattıkları gerekçesiyle bir daha hapsedilen gazeteci Zehra Doğan'ın mücadelesini sanata dönüştürdüğü hikâyesinden sadece küçük bir alıntıydı yazının başlangıç cümlesi.
Metin Göktepe ödüllü, politize, feminist, gazeteci ve aynı zamanda ressam bir kadın. Onu var eden tüm özelliklerin altını çizen, daha da görünür kılan biri. Alıştıklarımızdan değil, muhalefetini, itirazını üreterek var edenlerden.
Geçen hafta ki "hashtag muhalefeti" yazısına "iyi de biz ne yapalım, imkân mı bıraktılar yani" diye tepki gösterenler bu kadından azıcık ilham alsa keşke…
Zehra Doğan'ı Türkiye'de yayın yapan Kürt kuruluşların, yayınevlerinin kapatılması üzerine cezaevindeki hücresinde elleriyle günlük gazeteler hazırladığı eylemiyle tanıdım.
Sonra cezaevinden çıkan eserlerini gördüm. Malzeme verilmediği için gazete kâğıtları üzerine meyve, sebzeleri boya olarak kullanarak yaptığı eserlerini.
Elbette hepsi bir şeyler söylüyordu. Çok güçlü sözcükleri vardı eserlerinin. Bakanın anladıkları altında ezileceği türden. Zehra her üretiminde Kürt olduğunu, kadın olduğunu, politik görüşünü ve mağduriyetlerini net bir dille ortaya koyuyordu. Hiç tanımadan çok iyi tanıdığım, bilmeden çok iyi bildiğim biri oldu benim için. Nerede Zehra Doğan adını duysam pür dikkat kesildim.
İmkânsız sanılana imkân yaratarak, otoritenin yasaklarını tanımayarak, kendine çizilen sınırları aşarak ve üreterek itiraz eden bir kadın.
İtiraf etmeliyim; büyük hayranlık duyuyordum. Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde yattığı süreyi ve orada ürettiklerini yakından takip ettim. Yurt dışında adına sergiler düzenlendi, mümkün olduğunca takip ettim. Yerli yabancı kaynaklara verdiği neredeyse tüm röportajları okudum. Derken tahliye oldu ve yurt dışına çıkması gerekti.
Haklı olarak bir kere daha riske atmak istemedi bedensel özgürlüğünü. Daha sonra Zehra Doğan adı dünya sanat ortamında büyüdükçe büyüdü. Ben de uzaktan gururlandıkça gururlandım. Sanki bir yakınımmışçasına o yükseldikçe "yürü' dedim içimden… Daha da fazlası olacak inanıyorum, tüm dünya onun sarsıcı eserlerinden öğrenecek birçok yaşanmış gerçeği, acıyı, haksızlığı, zulmü...
Cezaevlerinde yaptığı eserler dünyanın dört bir yanını gezdi. Sergi açılışlarında Zehra'nın da dahil olduğu çarpıcı enstalasyonlar yapıldı. Sanat dünyası "gerçeğe aç'tı Zehra'nın da fırçasının her darbesi bir başka gerçekliği yüze vuruyordu.
İşte Zehra'nın o sarsıcı eserleri şimdi Türkiye'de.* Mutlaka gezmenizi... Gezerken hissettiklerinizi, düşündüklerinizi ve eserlerin sizde uyandırdıklarını da duymayı isterim.
Devlet Zehra'nın resim yapmasını, üretmesini hapisteyken, yani tamamen kendi kontrolündeyken yasakladı. O ise; mendile kahve sürdü, saçını çarşafa dikti ve yasakları tanımadı. Başkaldırıyı sanatıyla taçlandırdı.
Bilirsiniz devrimin, başkaldırının, isyanın rengidir kırmızı. Eserlerinde kırmızı boya gerektiğinde, aynı zamanda feminist bir tavır olarak, altını çize çize âdet kanını kullandı.
Bunu bilerek yaptı. Rahatsız olan rahatsız olsun diye. Bunu bilerek yaptı, bir başkaldırı niteliğinde. İç çamaşırlarını kullandı yine bilerek, rahatsız olacaklar rahatsız olsunlar diye.
Annesinin cezaevi kapılarındaki Kürtçe ağıtlarını "video art' yaptı. Kızına getirdiği temiz çamaşırları, tülbentleri, nevresimleri tuval yaptı, yakınlarından haftada bir yaptıkları telefon görüşmelerini kaydetmelerini istedi. Sonra onları gerçeği yüzümüze vuracak bir sanat eserine dönüştürdü.
"Görülmüştür' damgasıyla kendisine ulaşan her nesneyi sanata aracı etti. Ece Ayhan "Şiirimiz mor külhanidir abiler" demişti. Zehra Doğan'ın resimleri kuş tüyüyle, kanla, çarşafla, çamaşırla yapıldı abiler!
Yazıda vurgulamaya çalıştığım gibi... Ben bir Zehra Doğan hayranıyım. Bunu bilerek sıklıkla dile getiriyorum... Rahatsız olan rahatsız olsun diye…
Ama Zehra Doğan'a hayranlık nedenlerimin en başında, çoğumuzun sıkıştırıldığı yere saplanmamış, tek başına koca bir toplumun sesi olmayı başarmış olması geliyor.
Kendimizi sosyal medyada "onun bunun şunun yanındayız" hashtag'leri ile sınırladığımız günümüz muhalif profiline tam ters bir yerden, üreterek mücadele ettiği için çok ama çok hayranım.
Tüm imkânsızlıklara, yasaklara, korkutmalara pabuç bırakmayıp sanatıyla başkaldırdığı için hayranım. İsyanını dev bir eyleme dönüştürebildiği için hayranım… Düpedüz hayranım işte!
"Sosyal medyanın alternatifi sokak mı" diye soranlara ise Zehra Doğan'ın sergisini ayrıca öneririm. Onlara yol gösterici olmasını da çok isterim..
Ve hazır imkân varken hepiniz, hepimiz, herkes gidip sergiyi gezsin derim. Dilerim ki hayatın her alanında olduğu gibi ideolojik bir mücadele için de üretmek gerektiğini açıkça ortaya koyan bu kadın hepimize ilham versin.
* Görülmemiştir/Nehatiye Ditin Zehra Doğan'ın Türkiye'deki ilk kişisel sergisi. 9 Ekim / 9 Kasım Kıraahathane İstanbul Edebiyat evinde görülebilir.