Bu yazıya başlık olarak tercih ettiğim soru çok yakında üniversite sınavlarında sorulacak korkarım.
Özellikle hukuk alanında eğitim görecek gençlerin 'yargıdaki fraksiyonlar'ı tanıması, bilmesi de şart olacak tabii.
Yargıda fraksiyon mu olurmuş, diye sormayın efendim.
Bence de olmaz, ama normal bir hukuk devletinde!
Korkarım o normalliği kaybedeli epey oldu.
Malumunuz; Osman Kavala meselesi üzerinden büyük bir hukuk trajedisine tanıklık ettik.
Her şeyi bir kenara bırakalım, 840 gündür cezaevinde olan bir insan hakkında önce tahliye kararı verdiler, bu karara sevinen ailesi, yakınları en önemlisi de kendisi; daha dışarı çıkamadan bu sefer de bambaşka bir dosyadan gözaltı ve ardından tutuklama kararı ile karşılaştı.
Tüm hak-hukuk ihlallerini unutsak sırf bu sebeple bile insan hakları adına işlenen suç büyüktür.
Bu tartışmasız bir insana uygulanabilecek en büyük psikolojik işkencelerden biridir.
Ama tabii iş o kadarla da kalmıyor.
840 gün boyunca bir insanı bir soruşturma ve ardından hazırlanan bir iddianameye dayanarak içeride tutuyorlar.
Çok sert bir tutumla, ağır koşullarda, ağırlaştırılmış müebbetle yargılıyorlar.
Duruşmalar muazzam gergin geçiyor.
Herkes çıkacak kararın yıkıcılığına kendini hazırlamaya çalışıyor.
Sevenleri dik durmaya çalışıyor.
Derken beklenmeyen bir şekilde "Osman Kavala’nın Gezi Parkı finansörü olduğuna yönelik delil bulunamamıştır" denilerek bir beraat kararı çıkıyor.
Şok!
Ama tabii müthiş bir mutluluk. Duruşma salonundaki gerginlik yerini mutluluk gözyaşlarına bırakıyor.
Eşi dostu Osman Kavala’yı karşılamak üzere cezaevi kapısında bekleme programları yapmaya başlıyor.
Arada bir iki çatlak ses "Yav bir şey olmasın, hemen sevinmesek mi?" diyor ama o coşkunun karşısında direnmek imkânsız.
Birkaç saat sonra Osman Kavala hakkında yeni bir gözaltı kararından söz edildiği duyuluyor.
Yok canım daha neler, falan derken o söz ediliş hızla "15 Temmuz darbe girişiminde rol oynamak"tan tutuklanmaya dönüşüyor.
Aslında hepimiz adına, hepimizin gözleri önünde bir hukuk faciası daha yaşanıyor.
Biliyorum artık kelimelerin içi de boşaldı.
Facia denince duygu olarak çok bir şey ifade etmiyor ama bu yazı özelinde bir insanın, memleket genelinde binlerce insanın hayatı kararıyor, karartılıyor!
Peki sormayalım mı:
840 gün "delil bulunamadı" denecek bir dosya için mi cezaevinde tutuldu bu adam?
Peki sormayalım mı:
"Bir bağ bulunamadı" denecek bir başka dosyadan da 840 gün daha mı tutulacak bu adam?
Kendinizi kısa bir süreliğine de olsa siyasi tutukluların veya yakınlarının yerine koymanızı rica edeceğim.
Alanında başarı sağlamış, işinde iyi avukatlarla çalışıyorsunuz ama onların yapabileceği hiçbir şey olmadığını da biliyorsunuz.
Hakkınızda bir karar verilecek ve bu karar siyasi bir karar olup, siyasi otoritenin bizzat kendi kararı olacak.
Durun onunla da bitmedi!
Sizin siyasi dosyanız 'Pelikanlar’ın mı yoksa 'İstanbul Grubu'nun mu elinde? Kaderiniz hangisine bağlı?
Bu sorunun cevabına göre birkaç tahmin şansınız var.
Hangisi daha güçlü?
Sizden veya yargılandığınız dosyadan elde edecekleri şahsi bir çıkarları veya size karşı özel bir nefretleri var mı?
Bu siyasi maçı kim alır?
Gibi sorular…
Düşünün hayatınız, sevdiklerinizin hayatı böyle bir yargılama sürecine emanet.
Haklı veya haksız, suçlu veya suçsuz olduğuna bu sistem karar verecek!
Paralel yapılardan fazlasıyla ağzı yananlar yoğurdu nasıl üfleyerek yemez buna mı şaşırmak lazım, mantığın yetmediği olay ağlarına mı, yoksa hukuk sisteminin geldiği acıklı hale mi yanmak lazım...
Ama en önemlisi tahmin oyunlarını bir kenara bırakıp hepimizin şu soruyu yılmadan, bıkmadan ve yüksek sesle sormamızdır; Türkiye’de yargının kaç ayağı vardır?
Türkiye’de yargı kaça bölünmüştür?