Demokratik rejimlerde, ülkeyi yönetenler kamuoyuna hesap verirler. Zira iktidarların her kararının, attığı her adımın maliyeti vergi mükelleflerinin cebinden çıkan vergilerle karşılanır. Hesap verebilir olmanın da temel unsuru şeffaflıktır. Demokratik daireden çıkan iktidarların ise böyle bir derdi yoktur.
Türkiye'de ekonomi politikasının alanına giren pek çok konuda şeffaflık olmadığı gibi, hesap sorma mekanizmasının kolu kanadı da budanıyor.
Örneklerden biri de Kur Korumalı Mevduat (KKM).
21 Aralık'ta ilan edilen, 23 Aralık tarihinden itibaren başlanan KKM uygulamasına ait veriler sır gibi saklanıyor. Saklanma sebebi ise çok açık.
Kur Korumalı Mevduat, BDDK verilerine göre 11 Mart itibariyle 561.9 milyar TL'ye, Bakanlığın 23 Mart Salı günü yaptığı açıklamaya göre 591 milyar TL'ye ulaşmış.
Sayılar Bakan Nureddin Nebati'nin yaptığı konuşmalardan, sunum slaytlarından derlenen veriler olarak analistlerce (*) derleniyor. Günlük veri seti olarak yayımlanmadığı gibi, BDDK tarafından ise haftalık veriler 18 Şubat tarihinden başlatıldı. BDDK 14 Şubat tarihinde 5 işgünü önceki verileri günlük yayımlamaya başlamış, sonra tümü silinip yayımı durdurulmuştu.
Resmi veri olarak sadece 4 haftalık 4 adet veri var. Bunun da hiçbir dökümü yok; gerçek kişilerin ne kadar, tüzel kişilerin ne kadar, Merkez Bankası'na getirilip bozdurulan döviz ne kadar, Hazine yükümlülüğü olarak açılan hesaplar ne kadar? Resmi bir kayıt yok.
Kamuoyu, Bakan beyefendi uygun görürse sayıları öğreniyor.
İşin tuhaf tarafı, bu yükümlülüklerin yarıdan fazlasını üstlenen Merkez Bankası da hiçbir veri yayımlamıyor. Üst yönetim etrafına, "çok şeffaf bir merkez bankası" olduklarını anlatıp, bu verileri yayımlayarak gündem oluşturmak istemediklerini anlatıyor.
Bir merkez bankası, bilançosunda bastığı para cinsinden herhangi bir yükümlülük yaratıyorsa bu koşullu yükümlülük de olsa bunu kamuoyu ile paylaşır. Zira bu yükümlülüklerin günü geldiğinde, koşulları oluştuğunda yerine getirilmesi ‘para basarak' olacaktır. Merkez Bankası'nın swapları saklamasından sonra bu yapılan ikinci örtüleme.
KKM veri bilgilerimiz, ağırlıkla Bakan Nebati'nin açıkladığı verilere dayanıyor.
Kur Korumalı Mevduat sisteminin özeti şöyle:
Bakan Nebati'nin 4 Mart günü açıkladığı döküme göre; 535 milyar TL'lik KKM büyüklüğünün yüzde 57.6'sı Merkez Bankası uygulamasına göre açılan hesaplardır. Yani döviz bozdurarak sisteme girenlerdir. Bakanlığın 23 Mart açıklamasına göre yüzde 54'ü. Geçmişte sözlü olarak açıklanan veri seti ve 4 Mart için açıklanan BDDK verisi üzerinden bakılırsa bu miktar kabaca 23.2 milyar dolar ediyor. Bunun da 17.2 milyar doları tüzel kişilerin yani şirketlerin açtığı hesaplar.
Malum, KKM hesapları önce yerleşik gerçek kişilere açıldı, sonra bakıldı ki çalışmıyor tüzel kişilere-şirketlere vergi istisnası ‘havucu' verilerek açıldı, bu Ankara'ya ‘bu yolla kurla baş etme' cesareti verip bu defa yurtdışında yerleşik yurttaşlara bu imkân sağlandı. En son da yerleşik ya da değil şirket ve bireylere de açıldı. Döviz yanında altın teslim ederek bozduran yurttaşlara da bir kapı açıldı. 1 milyona yakın hesap açılmış, bunun 30 bine yakını şirket hesapları.
Öyle ki döviz kuru garantisi, altın fiyatı garantisi Hazine'ye ucu açık bir potansiyel yükümlülük oldu. Kim ödeyecek bu kur garantisini? Vergi ödeyenler; yurttaşlar.
21 Aralık'ta ilan edilse de Bakan Nebati'nin İstanbul'da ekonomistlerle yaptığı toplantıda paylaştığı sunum sayfasında ilk verinin 23 Aralık'ta başladığı görülüyor. Bu hesapların ilk 3 ayı da 24 Mart günü doluyor.
Mart sonuna kadar 5 milyar dolar, Nisan ortasına kadar da 10 milyar dolarlık hesabın vadesi doluyor. Nisan sonuna da 17 milyar dolar hesaplıyorum.
KKM ile şirketlere getirilen vergi istisnası ocak sonunda Resmî Gazete'de yayımlandı. Dolayısıyla Şubat içinde açılan KKM hesaplarının büyük bölümü şirket hesapları. Bunların da vadesi 6 ay olduğundan, vadeleri Ağustos gibi dolmaya başlıyor.
Mart-Nisan döneminde vadesi dolanlara, dolar kurunun bugünlerdeki gibi 14.82'de kaldığını ve tüm hesaplara yüzde 17 yıllık net faiz ödendiğini varsayarak hesapladığım kur farkı toplamı; mart sonuna kadar 14 milyar TL, Nisan sonuna kadar ise toplam 25 milyar TL ediyor.
Ankara'nın hesabı şu olmalı; kuru olabildiğince ‘arka kapıdan' döviz satarak kontrol altında tutmak ve vadeleri dolan hesaplara ödenecek kur farkını düşük tutabilmek.
Aksi halde, şaşa ile kamuoyuna sunulan ‘Kur Korumalı Mevduat' mekanizması en başında siyaseten facia ile sonuçlanacaktı. Kâh gerçi bu 25 milyar TL de az bir para değil. Ama ‘Turpun büyüğü heybede'.
Bugün tüm bu 561 milyar KKM hesap stokunun 14.82'lik dolar kuru üzerinden oluşturduğu kur farkını, yüzde 17'lik faiz farkını da düşerek net 45.9 milyar TL olarak hesaplıyorum. Kurun sadece 10 kuruş artması bile bu yükü 50.1 milyar TL'ye fırlatıyor.
Ankara'nın hesabı, yaz aylarına kadar bunu döviz satarak ‘idare etmekti'. Yaz aylarında döviz girişi ile kur üzerindeki baskının azalacağını umarak yapılan hesap, Ukrayna işgali ile çöktü.
Zira hem patlayan enerji fiyatları nedeniyle hem de potansiyel olarak azalacak turist sayısı nedeniyle ödemeler dengesi açığı 35-40 milyar dolara çıkacak olması bu hesabı bozdu. Ukrayna krizi olmasaydı da yüzde 14'te tutulan TL faizi varken, enflasyonun yüzde 50'lerde seyretmesi halinde TL'nin değer kaybının önünde durulması zaten mümkün görünmüyordu.
Bu enkaz yaratıcı politika yeni değil. Hatalı, yanlış, riskli, önü arkası düşünülmemiş ekonomi politikaları çöktükçe; ortaya çıkan enkazı saklamak için başka ‘örtüler' aranıp bulunuyor.
2018 Temmuz'unda ‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi' yürürlüğe sokulup, tamamen keyfi ve hurafelere dayalı bir ekonomi politikası yürürlüğe girdikten sonra, Hazine kendi yurttaşlarından ve şirketlerinden döviz ve altın borçlanmaya başlandı. Amaç belli idi; faizleri olabildiğince düşürmek, daha az TL borçlanmak, ortaya çıkan kur baskısını da yerleşiklerin elinden toplanan dövizleri piyasaya satarak kuru kontrol etmek. TL yerine döviz borçlanılırsa faiz baskısının azalacağı inancı egemendi.
Albayrak döneminde döviz ve altın borçlanması kabaca 50 milyar doları buldu. Albayrak'ın yardımcısı de bugünün bakanı Nureddin Nebati idi. Dolayısıyla ortaya çıkan tablonun siyasi sorumlularından.
Peki kimsenin bu hesabı yapmayacağını mı düşünüyorlardı? Döviz ve altın borçlanmasının sonuçları, tam bir enkaz tablosu içeriyor.
Tablo şöyle; 2018 Eylül-2022 Mart arasındaki dönemde 53.5 milyar dolar karşılığı döviz ve altın borçlanması yapılmış. Bunun 25.3 milyar dolarlık bölümünün vadesi gelmiş. TL yerine borçlanılan döviz ile altının kur ve ons fiyat farkları ile ödenen faizlerden oluşan ortalama maliyeti ise yüzde 38.3 olmuş. Halbuki o borçlanma yapılan dönemlerde döviz yerine TL borçlanma yapılsaydı ortalama faiz maliyeti yüzde 13.6 olacaktı. Sözüm ona TL faizini düşürmek için (ya da faiz karşıtlığı) döviz ve altın borçlanıp kamuya yani halka bunun 3 katı mali yük getirilmiş oldu.
Burada bitmiyor; henüz vadesi gelmemiş 28.2 milyar dolarlık bir borç stoku var; onun da bugünkü kurdan ve ons fiyatından ağırlıklı maliyetini yüzde 39.1 olarak hesaplıyorum. İşte "burası çok önemli"; ‘başarı öyküsüne' kitap yazılacak ölçüde hem de.
Otoyol, köprü, hastane gibi altyapı projelerinde olduğu gibi halı altına saklanan maliyetler, büyük bir enkaz olarak ileride karşımıza çıkacak. Kamuya hesap veren bir iktidar iş başına gelirse ‘halı altına süpürülmüş' tüm maliyetler, ekonomik enkazlar ortaya çıkacak.
Kur korumalı mevduat hesaplarının da şeffaflıktan uzak biçimde saklanmasının da nedeni bu; şeffaf biçimde maliyeti herkes hesaplayabilmesin, ekonomiyi yönetenlere hesap sorulmasın.
Nisan sonuna kadar vadesi gelecek olan KKM hesaplarına 23 Mart itibariyle oluşan faiz ve kur farkından oluşan potansiyel ödemenin ağırlıklı dönemsel faizi yüzde 15.22, yıllığı ise yüzde 76.4'e karşılık geliyor.
Faizleri enflasyonun altına çekerek dövizin patlamasına sebep olup, dövize yeni yöneliş olmasın diye örtülü biçimde yüzde 76.4 faiz ödenmesi, faiz karşıtı iddia sahibi bir iktidar için büyük bir trajedi bu aynı zamanda.
(*) Verileri derleyen ve paylaşan @e507 Twitter hesabına teşekkürler.