Her yıl olduğu gibi, bu yıl da Şubat ayının son pazar gecesini uykusuz geçirmeyi düşünüyorsunuz, siz iflah olmaz bir sinemaseversiniz. Los Angeles’in Dolby salonundaki heyecanı paylaşmanız pek çoklarına anlamsız gelebilir. Sanki geceler boyu ekran başında futbol izleyen kendileri değilmiş gibi. Bazıları ise, kültür emperyalizminin oyununa gelmekle itham edebilir sizi… Oysa, sinema tutkusunun yaygınlaşmasına önemli bir katkısı olan bir olaydır Oscar geceleri.
Oscar ödüllerinin popüler kültürün bir parçası olduğu kuşku götürmez bir gerçek, tıpkı Cannes Film Festivali gibi. Ama, dünyanın dört bir yanında izleyiciyi ekran başına kilitleyen bir etkinlik olarak, tanıtım değeri Cannes’ın bile üzerinde. Hollywood’un şanına şan, kârına kâr katmak hedefine odaklandığını biliyoruz. Gene de, şunun altını çizelim. Sinema tarihinin pek çok başyapıtı Oscar kazanmamış olsa da, Oscar ödüllerini kazananlar arasında yılın en başarılı yapımları çoğunluktadır genellikte. Ticari sinemanın ‘Kabe’si Hollywood ürünleri içinde, Oscar listelerine girebilenler ‘gişe’ başarısıyla öne çıkanlar değil, eleştirmenlerin beğendiği filmler olur genellikle.
Yabancı dildeki filmlere (Amerika’da gösterime girmiş olma koşulu aranarak) verilen Oscar da, yüze yakın -bazı yıllar yüzü aşkın- ülkenin en iyileri arasından seçilen bir filmin olur. Ülkelerin sinema kurumları, böyle bir kurumun yokluğunda (Türkiye gibi ülkelerde) ise Kültür Bakanlığı/bakanlığın oluşturduğu seçici kurul belirler adayı. Türkiye’den -sanırım yapımcısının gayretleriyle- Oscar adayı olan ilk film, Metin Erksan’ın “Susuz Yaz”ı olmuş, 1990’da ise Sesam bünyesinde oluşturduğumuz Türkfilm ve Kültür Bakanlığı işbirliği ile ilk resmi katılımı gerçekleştirmiş, “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmini Türkiye’nin adayı olarak seçmiş ve yönetmen Tunç Başaran ile birlikte Los Angeles’a giderek, tanıtım çalışmalarını yapmıştık. Sonraki yıllarda -arada bazı boşluklar olsa da- filmlerimiz Oscar yarışında boy gösterdi. Ama, şimdilik tek başarımız, 1990 yılında Xavier Koller’in yönettiği, Nur Sürer ve Necmettin Çobanoğlu’nun başrolleri üstlendiği İsviçre yapımı “Umuda Yolculuk”un kazandığı Oscar’la sınırlı kaldı.
Bu yılın adaylarına ve tahminlerimize gelmeden, oylama yöntemine ilişkin bildiklerimi paylaşayım. Oscar ödüllerini belirleyenler, Amerikan Sinematografik Sanatlar ve Bilimler Akademisi’nin yaklaşık 7.000 üyesidir (2016 yılında Akademi’nin davetiyle Nuri Bilge Ceylan, Gökhan Tiryaki ve Deniz Gamze Ergüven de bu üyeler arasına katılmıştı). Ama, bütün üyeler her kategoride oy kullanmaz. Her meslek dalı kendi kategorisi için oy kullanır. Yabancı dilde en iyi filmi seçen komite ise, bu işe talip olan üyelerden oluşur.
Bu ödülü kazanan yönetmenler arasında, Fellini, Bunuel, Kurosawa, Bergman, Truffaut, Tati, Almodovar, Mikhalkov, Szabo, Haneke, Tornatore, Costa Gavras gibi ustalar olmasına karşın, dünya sinemasının önde gelen isimlerinden Chaplin, Hitchcock, Kubrick, Tarkovski, Altman gibi yönetmenler hiç Oscar kazanmamıştır. Demek ki, ne küçümseyeceğiz bu ödülü, ne de fazlaca önemseyeceğiz. Sinemayı gündemin üst sıralarına taşıyan bir oyun gibi bakmak ve bu oyuna katılmak en iyisi galiba.
Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını kazanan ülkeler arasında İtalya (14 kez) ve Fransa (13 kez) açık ara önde. Onları, İspanya (5 kez), Japonya (4 kez), Sovyetler Birliği/Rusya (4 kez), Almanya, İsveç, Danimarka, Hollanda, Çekoslovakya (3’er kez) izliyor. İngilizce olmayan filmler, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ının yanı sıra En İyi Film ve diğer kategorilerde de aday olarak seçilebiliyor. Bu yıl on kategoride birden aday seçilen Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron’un “Roma”sı en yeni örnek.
Geçen yılın En İyi Film ve En İyi Yönetmen Oscarları Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun “The Shape of Water” (Suyun Sesi) adlı filminin olmuştu. 91. Akademi Ödülleri’nde de bir başka Meksikalı usta, Alfonso Cuaron büyük ödülü kazanacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Katıldığı tüm yarışmalarda ipi göğüsleyen, Venedik’te Altın Aslan’ı, Hollywood Yabancı Basın Birliğinden Altın Küre’yi kazanan “Roma” adlı siyah-beyaz film, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Yabancı Film kategorilerinin de aralarında olduğu 10 kategoride ödüllere aday. Filmin hem En İyi Film, hem de Yabancı Dilde En İyi Film ödülünü kazanması da ihtimal dışı değil. Bana kalırsa, En İyi Film ve En İyi Yönetmen Oscarlarının yanı sıra, En İyi Görüntü Yönetimi (bu dalda da aday Cuaron’un kendisi!), En İyi Kurgu kategorilerinde de Oscar’ı kazanabilir.
Meksikalı yönetmene gidecek ödülleri, Amerikalı sinemacıların Meksika sınırına duvar örme derdindeki Başkan Trump’a bir gönderme olarak da görmek olası. Akademi üyeleri içinde, Demokrat Parti sempatizanlarının sayısının oldukça fazla olduğunu biliyoruz. Ama, protesto oylarının gidebileceği bir başka film daha var. Dam McKay‘ın “Vice”ı, baba ve oğul Bush, Dick Cheney, Paul Wolfowitz, Henry Kissinger, Colin Powell, Condolezza Rice gibi Cumhuriyetçi politikacıların ipliğini pazara çıkarıyor. Sağlam bir senaryo, başarılı bir yönetim ve kurgu, dört dörtlük oyunculuklarla tamamlanınca ortaya etkileyici bir film çıkmış. Son yılların en iyi politik filmlerinden biri olan “Vice”ın, En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü Christian Bale’e kazandırması mümkün. Ama, bu dalda çok ciddi bir rakipleri var Bale’in: “Bohemian Rapsody” ile Rami Malek, “At Eternity’s Gate” (Sonsuzluğun Kapısında) ile Willem Dafoe ve “A Star is Born” (Bir Yıldız Doğuyor) ile Bradley Cooper. Hepsi de ödülü hak eden performanslar sergilemiş. Oscar bahislerinde Malek açık ara önde ama benim tercihim, Dafoe.
Yeniden “Vice”a dönersek, filmin ödül kazanabileceği başka kategoriler de var: En İyi Kurgu ve Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu (Sam Rockwell) gibi. Ama, Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu ödülünde ilk akla gelen isimler “Can You Ever Forgive Me?” ile Richard E. Grant ve “Green Book” (Yeşil Rehber) ile bu dalda Altın Küre’yi kazanan Mahershala Ali. Bu üç isim arasında benim tercihim Grant olurdu. Ünlü yazarların ağzından sahte mektuplar yazan bir kadının öyküsünü anlatan “Can You Ever Forgive Me?”nin başrolündeki Melissa McCarthy çok iyi, ama Glenn Cose ve Olivia Colman karşısında pek şansı yok. Richard E. Grant’ın da Mahershala Ali’nin önüne geçip, ödülü kazanması sürpriz olur.
Oscar ödüllerinde siyah sanatçılara hak ettikleri ödüllerin verilmediği yönündeki eleştirilerin, Akademi üyelerini etkilememesi düşünülemez. Bu yılın aday listesi, bu konuda hassas davranıldığı görülüyor. 60’ların başında Amerika’nın Güney eyaletlerindeki ırkçılığı eleştirirken, bir Afro-Amerkalı ile İtalyan-Amerikalı arasında sınıfsal farklılıkları aşarak gelişen dostluğu anlatan Peter Farrelly’nin “Green Book”u, 70’lerin başında Colorado polis teşkilatına katılan ilk siyahın öyküsü, Spike Lee’nin “BlackkKlansman”(Karanlıkla Karşı Karşıya) ve fantastik sinemaya politik bir renk katarak, ezilen Afrika halklarının yazgısını beyaz perdeye yansıtan Ryan Coogler’in “Black Panther” (Kara Panter), En İyi Film kategorisindeki sekiz aday arasında siyah kültürü yücelten yapımlar. Amerika’nın günah çıkartması da diyebilirsiniz buna... “Black Panther”in hayranları epeyce fazla, özellikle post-modern kültürle büyümüş gençler arasında. Ben, “Green Book”u ve “BlackkKlansman”i yeğliyorum. Spike Lee’nin Yönetmen kategorisinde Cuaron’un en önemli rakiplerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Bir diğer rakip de, gene Amerika dışından bir yönetmen.
Yunan Sinemasının genç kuşağının parlak ismi Yorgos Lanthimos bir İngiliz yapımı ile Oscar’da yarışıyor: “The Favourite / Sarayın Gözdesi”. Tıpkı “Roma” gibi 10 kategoride adaylık alan “Sarayın Gözdesi”nin özgün senaryo dalında ödüle uzanması ya da görüntü yönetimi dalında Robbie Ryan’a Oscar kazandırması olası, ama filmin asıl başarısı oyuncu yönetiminde. En İyi Kadın Oyuncu dalında Olivia Colman’ın ödülü hak ettiğini düşünüyorum. Ama, bu kategoride tahminde bulunmak çok zor. Çünkü karşısında, Glenn Close gibi bir büyük oyuncu var. “The Wife”da Nobel kazanan bir yazarın hep geri planda kalmış ama gerçekte başarının asıl sahibi olan karısını müthiş bir duyarlık ve ayrıntı zenginliği ile canlandırıyor. “Sarayın Gözdesi”, Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu dalında da iddialı. Filmin iki oyuncusu, Rachel Weisz ve Emma Stone’un Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu dalının en önemli adayları oluğunu, ödülün iki oyuncudan birine gidebileceğini düşünüyorum. Tabi, bu dalda favori gösterilen “If Beale Street Could Talk”un (Sokağın Dili Olsa) oyuncusu Regina King‘i aşabilirse.
Söz, “Sokağın Dili Olsa”dan açılmışken, En İyi Film ve Yönetmen dallarında aday olmayan filmin “BlackkKlansman” ile birlikte Uyarlama Senaryo dalının iki önemli adayından biri olduğunu ekleyelim. Bu film de, siyah kültüre ışık tutan bir başka yapım. “Moonlight”ın yönetmeni Barry Jenkins, 70’lerin Harlem’inde bir aşk hikayesi bağlamında Amerikan polisi ve adaletindeki ırkçı zihniyeti gözler önüne seriyor.
Özgün Senaryo dalında “Sarayın Gözdesi”, “Roma”, “Yeşil Rehber” ve “Vice” gibi güçlü rakipleri olmasına karşın, usta yönetmen Paul Schrader‘in “First Reformed”u bu dalda en güçlü aday. Schrader, küçük bir kilisede (Amerika’nın ilk Reformist kilisesi imiş) papazlık yapan ve giderek inancını yitiren bir adamla, çevreci bir anarşistin ilişkisini çarpıcı bir dille beyazperdeye yansıtıyor.
Yapım Tasarımı, Giysi Tasarımı ve Müzik dallarında favorim “Kara Panter”, ama Müzik dalında “ “BlackkKlansman” ve “Köpek Adası”nın müziklerinin de çok iyi olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. En İyi Film Şarkısı Oscar’ının adayları arasında “Bir Yıldız Doğuyor”un şarkısı “Shallow” öne çıkıyor, ama benim favorim Coen kardeşlerin (Uyarlama Senaryo dalında da iddialı olan) “The Ballad of Buster Scruggs” filminin şarkısı “When a cowboy trades his spurs for wings”. Makyaj ve Saç dalında “Vice” çok iyi. Ama, benim favorim İsveçli yönetmen Ali Abbasi’nin “Border”ı.
Yabancı Dilde En İyi Film Adayları’nın hepsi de çok iyi filmler. Ama, Oscar Altın Palmiye’nin sahibi Japon yönetmen Hirokazu Kore-eda’nın “Arakçılar”ı ile Altın Aslan’ın sahibi Meksika filmi “Roma” arasındadır kanımca. Görüntü Yönetimi kategorisinde, “Roma” ve “Sarayın Gözdesi” gibi güçlü yapımların yanında, Yabancı Dilde En İyi Film adaylarından ikisi, Alman yönetmen Florian Henckel von Donner’in “Never Look Away” (Asla Gözlerini Kaçırma) ile Polonya yapımı “Cold War”(Soğuk Savaş) da yer alıyor. Pawel Pawlikowski’nin soğuk savaş yıllarından başlayıp, günümüze uzanan aşk öyküsü “Soğuk Savaş”, hem Yabancı Dilde En İyi Film, hem de Görüntü dalında “Roma”nın en önemli rakibi ve kanımca bu dallardan birinde ödülü kucaklayabilir.
Canlandırma dalında favorim, Wes Anderson’un “Isle of Dogs” (Köpekler Adası), ama ödülün bir Hollywood yapımına, “Örümcek Adam” ya da “Incredibles 2”ye gideceğini tahmin edebiliriz. Belgeselleri ve Kısa filmleri izleyemediğim için bir şey söyleyemeyeceğim. Tüm sinemaseverlere keyifli bir Oscar gecesi diliyorum. Haftaya, bizim ödüllerde, SİYAD’ın ödüllerinde yeniden buluşmak umuduyla…
.