Platon’a göre kainattaki tüm varlıklar, kendine içsel bir enerji ve istekle “görünmezler dünyası”ndaki ideal hallerine doğru hareket halindedir.
Tarihsel Materyalizmin de İslam felsefesindeki İşrak Düşüncesinin de temelinde Platon’un bu iddiası vardır!
İşrak Arapça “ışıkla, aydınlıkla ilgili” anlamına gelir.
İşrak düşüncesine göre kainattaki tüm canlılar kutsal bir aşkla Allah’ın takdir ve işaret ettiği mükemmel (ideal) hallerine yönelme ve ona ulaşma arzusu içindedir.
İşrak düşüncesine göre gerçeğe akıl yoluyla değil, ancak kalp ve sezgi yoluyla ulaşılabilir.
Malum Furuğ’u, Hâfız’ı, Firdevsi’yi, Sâdi’yi ziyarete İran’a gidiyoruz. Aşk kelimesinin kökeni Farsça “ışk”dan gelir. Işk “sarılma, bir olma” anlamına gelir. Farsça “aşaka” sarmaşık demektir.
Platon’da aşk, insan ile Tanrı arasındaki boşluğu dolduran ve mesafeyi kapatan bir araçtır.
Sarmaşık ağaca aşkla sarılır ve görünmezler dünyasındaki ideal haline büyük bir arzuyla yükselir.
“Aşk İçin Gece” adlı şiirinde Bejan Matur şunu der:
“Sevişmek bir sarmaşığın kalbiyle düşünmektir. Açmaktır kendini sonsuzluğa”
Bu hafta yayımlanan son kitabı Son Dağ’daki “Ne Zamandı” adlı şiirindeyse:
Sonra bir ağacın yanında duruyoruz Bir sarmaşık durduruyor bizi İnadı ve tutunma isteğiyle Bir acıyı hatırlatıyor. Bana dönerek “bak” diyorsun. Onun büyümesine nasıl da engel! Oysa ben başka kelimelerle görüyorum. İnat mesala, Arapçadan bize kadar uzanan Aşk sonra.
Sana kelimelerden söz ediyorum. Köklerin acıyı anlamasından. Bana aşk gibi görünen Sende boğulma. Mutluluk yok o an Aklın alanındasın hep Ve dönmezsin. Bense Durmadan dalların kırılışını duyuyorum Kulağımda çınlayan gövdenin yıkılışını. Ama gidiyoruz işte Suları geçerek Vadileri kollayarak ileriye. Bilmediğimiz karanlığa gidiyoruz.
Sonra bir ses durduruyor bizi Ağaçlardan birinin Yıkılma sesi. Aynı anda dönüp damarlarına bakıyoruz Tüm orman ayaktayken Onun yıkılışına... Biz geçerken köklerini bırakan, Biz geçerken damarları kuruyan O ağaçtan, Aşk da çekip gitmiş.
(...)
Dağ, Anne, Çocuk ve İnanmak bölümlerinden oluşan “Son Dağ” adlı kitabında Bejan Matur bize, “sonsuz kardeşlik vaat eden, olmayan bir ülke umuduna adanmış yaşamlara, ağaçların ve peygamberlerin rüzgarında büyüyen bağlılığa ve kefensiz ölümlere” karşı duyduğu kutsal çaresizlik ve kederi anlatır.
Onun gözünde adanmış yaşamlar aklın alanında değil; yürek gibi açılmış dağlarda bir olma arzusuyla ışığa yönelen kalbin alanındadır.
O nedenle şair, kitap boyunca kutsal bir saygıyla andığı bu bağlılığı, kadının aşka olan inancının sağlamlığı ve hayata karşı duruşunun gerçekçiliğiyle ilişkilendirir.
Kız çocuklarının tamamlanarak yeniden doğuş ümidiyle başka hayatlara adanmış yaşamlarına” sarmaşık dersek; “dağ”, sarmaşığın bir olmak istediği ağacı; “kardeşlik vaat eden ülke” ise mutlak uyumu, anne sıcağını, yuvayı ve sonsuz aşkı simgeler.
Sonsuzluğa bakan kederli anne bakışı, hüzün, acı, ağıt; çok şeyleri saklayan ve kök gibi duran Anadolu kadını ve ellerindeki mor damarlar...
Dizeleri okurken; hakikati bilen kainatın sonsuz sabrı, zamansızlık, yaradılışın sırrı, bitmeyen acı, hüznü yapan ve her gün içimizde biraz daha çoğalan geçmiş, kırık kaplerdeki ağrı, anne özlemi, yuva ve sonsuz şefkat arayışı siner ruhunuza...
Kitap boyunca; Anadolu kadını gibi suskun yeryüzünü, mor dağların gölgesini, vakarını, uçurumları, kimi zaman “peygamber kızların” nefesi, kimi zamansa Tanrının soluğu olan, ama hep hasretle uğuldayan vadileri, kainatın heybetli sessizliğini, geyikleri, yeryüzünü kanatlarıyla çizen kuşları, efkârlı ağaçları, umudu, salınan kavak ağaçlarını, üzüm kokan rüzgarı, nar ağaçlarının hevesini, Tanrılara sunulan afyon çiçeklerini, kuyuların yankısını, insana yer bırakmayan karanlığı ve karanlıkta ağlayışla aşkı anlatan dalları duyarsınız...
Ve insanın unuttuğu hakikati bilen “taş”ın bazen kadın teni, bazen kalp, bazen yürekte bir bilinç, kimi yerdeyse kelime olduğu Son Dağ, “Saroyan’a Ağıt” adlı şiirle biter:
Bitlis’in dağları kar içinde Dağları Bitlis’in ah Geçmişin. Bir adamın yurdunu ararken Bulduğu taşlar Taş mıdır sadece?
(...)
Şimdi bir müziğin Her şeyi yenilediği Bu sabah, Bir adamın Bir taşın karşısında Oturmasıdır geçmiş. Harfleri okunmayan Kırık bütün kalpler gibi Acı içinde Bir taş
Ceplerine taş dolduran adamı Hatırladın mı Bir yurt arayan üzgün adamı Onun yaslandığı duvar Onun baktığı rüzgâr Taş toplamaktadır hâlâ bellekte Bellekte taş sökmektedir.
(...)
Not: 1) Furuğ'un mezarına Son Dağ da gidecek, sözümüz sözdür. 2) Bir başka kitabından, ilki “Bir Ruhun Soğuması”, ikincisi “Allah’ın Çocukluğu” adlı şiirinden birkaç dize, ruhu şiirle mutlu olan "kardeşine" önden gitsin...
Ona bir ruhun soğumasını göstereceğim. Çocuk olmayı ve anneyi beklemeden karanlıkta uyumayı.
Selvi, ölülerin karanlık bir ah'la Durdukları son anın ipidir. Salkım söğüt, yaslı söğüt Suya kaptırmış içini, kırılgan. Benzer her şey baktığına.