12 Eylül 2010 tarihinde halk oylamasına sunulan ve 1980 darbecileriyle hesaplaşmaya imkân vereceği ümidiyle halkın yüzde 57,88’i tarafından kabul edilen anayasa değişikliği paketine rağmen, Gezi Parkı direnişi sırasında ve sonrasında tezahür eden 12 Eylül zihniyeti nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Kadir Topbaş ve meselenin kendisiyle alakasını idrak edemeyen Beyoğlu Belediye başkanı Ahmet Misbah Demircan itibar kaybettiler.
Mesele, Büyükşehir Meclisi’nde onaylanan yayalaştırma projesinde YAYA YOLUNUN unutulmuş olmasıydı ve başkan Topbaş, dürüst davranıp projeyi tadil ederek onay sürecini yeniden başlatsaydı, onca hadise yaşanmayacaktı; ama onun yerine, Gezi Parkı’nı yanlış projeye uydurmak üzere ağaç kesip yayalar için yol yapmayı tercih etti.
Ağaç kesimi sırasında üç beş duyarlı insanın sözlü itirazına, kanunun dediğini referans almak yerine, iktidarın dediğini referans alarak çalışan polis teşkilatı, biber gazıyla karşılık verdi.
Sonra genç kızlar, erkekler, anneler, babalar polise “dur bakalım bu yaptığın da kanunsuz” deyip karşı koyunca, 2020 İstanbul olimpiyatlarını kaybetmekten korkan Başbakan gösterileri daha fazla şiddetle bastırma talimatı verdi.
Ve, olanlar oldu...
Başkanlık sistemini bu kadar şiddetle arzu ederken, Topbaş’a devrederek ayrıldığı ve her türlü desteği verdiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kaybetmek, doğrusu Başbakan için büyük bir fiyasko olur.
Çünkü İstanbul’u kaybetmek genel seçimler dahil birçok konuda işleri zora sokar. Misal: Henüz başlamış olan ve Fed hamleleri sonrasında artacak olan, başta enflasyon olmak üzere ekonomik göstergelerdeki kötüleşme ve beraberinde gelecek hızlı güven kaybı nedeniyle, Başbakan'ın tutumu ve bazı parti politikalarını tasvip etmeyen parti teşkilatı yöneticilerini ve milletvekillerini birarada tutmak zorlaşabilir. Bu nedenle başkanlık sevdasından tamamen vazgeçmek, sözünden dönerek AK Parti Tüzüğü'nde değişiklik yapmak, hatta bu haliyle tatmin edici bulunmayan cumhurbaşkanlığı koltuğunu unutmak bile gerekebilir...
O nedenle Başbakan için, yerel seçimlere kadar PKK’yı silahlı eylemlerden uzakta ve bir şekilde kontrol altında tutmak, İstanbul için hayati öneme sahip.
Gerek Başbakan'ın, gerekse danışmanı Yalçın Akdoğan'ın Gezi Parkı direnişi sırasında demokrasi ve insan hakları söyleminden uzaklaşmaları ve Çözüm Süreci’yle ilgili gazete haberlerine ve köşe yazılarına, hep sabotaj gözlüğüyle bakarak sert çıkmaları biraz da bu yüzden.
Tekrar vurgulayalım: Çözüm Süreci’nin sona ermesi ve silahlı çatışma ortamına dönülmesi, not indirimi sürecini, Fed kararlarının olumsuz sonuçlarından bağımsız bir şekilde beklenenden öne çekebilir ve Başbakan'ın tüm siyasi hesaplarını alt-üst edebilir.
Malum, Başbakan'ın Çözüm Süreci’yle ilgili olarak beklentilere cevaben dillendirdiği ciddi bir sıkıntısı var: Tabanın talepleri.
Tahmin odur ki, süreçle ilgili mutabakat ve sonrasında PKK’yı çekilmeye ikna için başlarda Başbakan adına ve hesabına, AKP tabanını rahatsız eden taahhütlerde bulunulmuş.
Sürecin şeffaflıktan uzak devam ettirilmesinin bir nedeni de bu olsa gerek!
Peki neden?
Çünkü İstanbul’da PKK eylemleri ve diğer illerde silahlı çatışmalar devam etseydi, olimpiyata ev sahipliği yapacak şehir seçiminde, İstanbul ilk üçe kalamaz ve bir önceki aşamada elenirdi!
Nedir o taahhütler?
Bilemiyoruz, ama gerek İmralı, gerek BDP, gerekse Kandil’in dillendirdiği talepler, işin başında önemli beklentiler yaratıldığını ima ediyor.
Başbakan bu anlamda ara ara muhalefetin, kendi tabanı dahil kamuoyu üzerindeki etkisini zayıflatacak uyarılar yapmıyor değil, ama beklentiyi düşürmek amacıyla yapılan bu uyarılara gelen sert karşılıklar hassas süreçle ilgili sıkıntıların devam ettiğini gösteriyor.
İşte tam da bu nedenle Başbakan'ın;
gelişmelere ihtiyacı var.
Daha önce etraflıca yazdık; yönetilmesi giderek zorlaşan bu süreçten, Başbakan'ın herkesi şaşırtarak çıkmayı hayal ettiği ilk gelişme, bizce 7 Eylül günü 2020 Olimpiyat Oyunları için İstanbul’un seçilmesi.
Nitekim Pazartesi günü öğrendik ki Başbakan, olimpiyatlara ev sahipliği kararının verileceği 7 Eylül günkü törene bizzat katılmak üzere Buenos Aires’e (Arjantin) gidecek.
Muhtemeldir ki Fukuşima’dan sızan radyasyon, daha önce favori olarak gösterilen Tokyo’nun şansını azaltıp Madrid kadar İstanbul’un da şansını artırdı, diye düşünüldü.
Ancak sadece olimpiyatlara ev sahipliği yetmez!
Bir de sık sık adını duyduğumuz, ama içeriği muamma bir demokratikleşme paketi söylentisi var.
Pek muhtemeldir ki Başbakan'ın sözünü ettiğimiz zorlu süreçten çıkmak için tasarladığı ikinci gelişme, bu demokratikleşme paketi.
Siyasi hayal şu olsa gerek: İstanbul seçilirse, Buenos Aires sonrası muhteşem bir karşılama, sonrasında şatafatlı bir kutlama ve gövde gösterisi töreni, peşi sıra olimpiyat seferberliği, kamu spotları, ihaleler; beraberinde Çözüm Süreci’yle ilgili tabanı rahatsız etmeyecek, ama PKK’ya silahlı mücadeleye dönüş kararı aldırtmayacak ve liberallerin de destek olacağı bir demokratikleşme paketi açıklaması,haydi bi daha, bi daha bi daha şarkısıyla yapılacak parti reklamları, 2013 AB İlerleme Raporu’na erken verilmiş bir cevapla Gezi Parkı sırasındaki 12 Eylül dönemini aratmayan orantısız şiddete yönelik eleştirileri ve çok rahatsızlık yarattığı belli olan diktatörlük suçlamalarını göğüsleme...
Böylece toparlanmış, tazelenmiş, alternatif arayışında olanları partiye tekrar bağlayan yeni bir heyecanla yerel seçim kampanyalarına start verme ve dillendirilen Eylül sendromunu kazasız belasız atlatma...
Salı günkü AKP İl Başkanları Toplantısı'nı ve Başbakan'ın toplantı sırasındaki ajitatif konuşmasını bu çerçevede yorumlamak lazım.
Öcalan’ın tutumu, insani talepleri ve bölgesel gelişmelerde etkin olma arzusuna bakarak, Başbakan'ın 7 Eylül sonrasında açıklamayı tercih edeceğini düşündüğüm demokratikleşme paketini PKK’nın “yetmez, ama evet” diyerek karşılayacağını ve süreçten çekilen taraf olmayacağını tahmin ediyorum.
Soru şu: Peki 2020 olimpiyat oyunları için ya İstanbul seçilemez ve PKK silahlara dönüş kararı alırsa?