Dünkü yazımızı okuyanlar hatırlayacaktır: Alman Anayasa Mahkemesi'nin EFSF ile ilgili gerekçeli kararında mealen; “Bütçe hakkı Alman parlamentosuna aittir. Daimi olarak, önceden onay alma zorunluluğu olmaksızın ve miktarı hesaplanamaz şekilde bütçe harcamalarının sınırını tayin hakkı etme hakkının Alman parlamentosu dışında bir organa transfer edilmesi anayasaya aykırıdır” demişti.
Bundesbank yönetimi neyle suçlanıyor?
Nisan ayında Münih Üniversitesi’nden bir hukuk profesörü (Bernd Schuenemann) Alman Merkez Bankası’nın (Bundesbank) altı yönetim kurulu üyesi hakkında, Frankfurt “cumhuriyet” savcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuştu. Gerekçesi mealen şuydu:
“Avro ülkeleri arasındaki mal ve hizmet ticaretinde ödeme ve mahsuplaşma mekanizması olan TARGET2 aracılığıyla Bundesbank’ın Alman bankalarına olan borcu 615 milyar avroya ulaştı. Bu rakam Almanya’nın, kurtarma fonlarına (EFSF, EFSM, ESM vs.) olan katkısının çok üzerinde. Bundesbank bunu, Alman parlamentosunun onayı olmaksızın yapıyor. Bundesbank, TARGET2’deki borç birikimi yoluyla avro bölgesi ülkelerine dolaylı yardım yapmak suretiyle güveni kötüye kullanıyor.”
Almanya’nın, TARGET2 yoluyla Yunanistan, Portekiz ve İrlanda’nın ticaret açıklarını finanse ettiği geçen yıl epey tartışılmıştı. Ancak rakam bu kadar büyük değildi ve dava konusu yapılmamıştı.
TARGE2 nedir ve nasıl çalışıyor?
TARGET (Trans-European Automated Real-Time Gross Settlement Express Transfer) Avrupa Birliği içinde bankalararası avro cinsinden sınır ötesi ödemelere ve mahsuplaşmaya imkân veren bir sistem. 1999 yılında kuruldu. 2007 yılında sistem yenilendi ve yeni haline “TARGET2” dendi.
TARGET2 üzerinden her iş gününde ortalama 35 bin sınır ötesi ödeme ve mahsuplaşma işlemi yapılıyor. Bu işlemlerin ortalama tutarı günde 2,5 trilyon avroya ulaşıyor.
TARGET2 özetle şöyle çalışıyor: Bir Yunan ithalatçı söz gelimi Almanya’dan BMW ithal edecek. Bunun için ödeme yapması veya akreditif açtırması lazım. Ancak TARGET2’de süreç farklı işliyor. Şöyle ki, ithalatçı kendi ülkesinde bir bankaya gidiyor ve BMW ihracatçısı adına, onun bankasına TARGET2 aracılığıyla bir SWIFT mesaj göndertiyor. Mesajdan sonra Yunan bankasının Yunan Merkez Bankası nezdindeki cari hesabına borç, BWM ihracatçısının bankasının Bundesbank nezdindeki cari hesabınaysa alacak yazılıyor. Daha sonra devreye iki ülkenin merkez bankaları giriyor. Bundesbank, Yunan Merkez Bankası’na “senden şu kadar alacağım var” diyor. Teyitleşme sonrası işlem bitiyor. Gün içinde bu tür binlerce işlem yapılıyor. Kiminde Yunanistan Almanya’ya ihracat yapıyor ve alacaklı oluyor; kimindeyse Almanya. Sistem, her seferinde para transfer etmek yerine gün sonunda iki ülkenin merkez bankaları arasında mahsuplaşmaya dayanıyor. Mahsuplaşmaya ECB (Avrupa Merkez Bankası) aracılık yapıyor. TARGET2’de takasbank görevi ECB’de. ECB temerrüt riskini üstlendiği için merkez bankalarından teminat istiyor. Yani sistemin doğru çalışması için ECB nezdinde borcu olan merkez bankasının teminat göstermesi lazım. Çünkü örneğimizde olduğu gibi gün sonundaki bakiye tutar ECB bilançosuna Yunan Merkez Bankası’ndan alacak; Bundesbank’a borç olarak kaydediliyor. Böylece Yunanistan Merkez Bankası Bundesbank’a değil, ECB’ye borçlanmış oluyor.
Avrupa borç krizi Avrupa bankacılık krizine nasıl dönüştü?
ABD’de patlak veren 2008 krizine Maastricht kriterlerine uymayan ülkeler hem yüksek borçla, hem de yüksek bütçe açığıyla yakalandılar. ABD bankalarına borç veren Avrupa bankaları zor durumda kaldı. Ancak “bizde sorun yok, kriz ABD de” dendi. Avrupa bankalarının stres testi ertelendi. Sorunlar halı altına süpürüldü. Sonra stres testleri sulandırıldı. İspanya’nın en sorunlu bankası Bankia’nın son stres testini geçtiğini hatırlatalım. Derken Yunanistan krizi patladı. Peşi sıra ülke notlarının düştüğüne şahit olduk. Notları düşen ülkelere ait devlet tahvillerini elinde tutan bankalar zarar yazmak zorunda kaldı. Kriz daha da derinleşmesin diye birçok AB ülkesinde bankalar, sorunlu ülkelerin tahvillerini satmamaya zorlandı. Basel III işleri daha da zorlaştırdı. Solvency II piyasaları likit olmaktan uzaklaştırdı. Monoline sigorta şirketleri yok oldu. Bankaların notları düştü. Emeklilik fonları ve sigorta şirketleri benzeri kurumsal yatırımcılar notu düşen ülkelerin ve şirketlerin tahviline yatırım yapamaz oldu. Belirsizlik arttı, güven kayboldu.
Suçlu aranıyor ve daha fazla regülasyon deniyordu. Daha sonra ECB Fed’i takip etti. LTRO adıyla piyasalara milyarlarca avro enjekte etti. Ortada, dünya ekonomisinde hiçbir zaman olmadığı kadar bol para olmasına rağmen piyasalar likit olamadı. Öte yandan ülkeler arasında mal ve hizmet ticaretinin devam etmesi, bunun için de TARGET2’nin çalışması gerekiyordu. Aksi takdirde borç krizi, reel sektörü de doğrudan etkileyecekti. Ancak ortada teminat sorunu vardı. Bu sorunu aşmak için ECB, sorunlu ülke merkez bankalarının teminat yükümlülüklerini gevşetme kararı aldı. Hatta kısmi temerrüde düşen Yunanistan’ın devlet tahvillerini dahi teminat olarak kabul etti. Bu sayede Almanya Yunanistan ve diğer sorunlu ülkelere ihracat yapmaya devam edebildi.
Krizin asıl gerekçesi neydi?
Krizin gerekçesini anlamak için şunu da ilave edelim: Avro, Yunanistan ekonomisinin satın alma gücüne göre değerli bir paraydı. Yani drahmi olsa, oluşacak göreli fiyata göre 1 tane BMW ithal edebilecekken, değerli ve bu nedenle fiktif olarak fiyatı düşmüş olan BMW’den 2 tane ithal edebildi. TARGET2, ticaret hadlerinin piyasa mekanizması yoluyla Yunanistan aleyhine bozulmasını önledi. İçeride kamu, TARGET2 sayesinde, nasıl olsa dış ticaret açığının finansmanı otomatik olarak sağlanıyor diye önlem almadı. Özel sektör kamuyu takip etti ve ücret artırdı. Çalışanlar “siesta” yapmaya devam etti. Saadet zinciri hep devam edecekmiş gibi davranıldı. Sahte zenginlik sayesinde ülkenin zaten göreli olarak düşük olan toplam faktör verimliliğini düzeltmek kimsenin aklına gelmedi. Çünkü bizde oluğu gibi bütçe açığının ticaret açığına yansıması ne enflasyona, ne faiz artışına, ne de ulusal paranın değer kaybına yol açıyordu. Değerli avro Almanya’nın da işine geliyordu. Çünkü ihracat yapıyor, bu sayede krize rağmen büyüyordu. İşte bu düzen 2008 kriziyle bozuldu.
Meselemize dönelim: Alman hukuk profesörü diyor ki, TARGET2’de Bundesbank’ın Alman bankalarına olan birikmiş borcu (başka ülkelere yapılan ihracat nedeniyle Bundesbank’ın ECB’den olan alacağı) günün sonunda Alman özel sektörünün kullanabileceği kredi miktarını azaltıyor ve Alman ekonomisinin kredi riskini artırıyor.
Yunanistan ve diğer sorunlu ülkeler avrodan çıkarsa Almanya neden zor durumda kalır?
Peki, bunun neresi suç diyebilirsiniz? Biraz daha açalım: Örneğimizdeki ülke Yunanistan, diyelim ki avrodan çıktı. Bu durumda tüm avro cinsinden borçları çıkış tarihindeki kurdan drahmiye dönecek. Bunu, kimi tahminlere göre yüzde 70’lere varan bir devalüasyon izleyecek. Böylece Yunanistan ECB’ye olan borcunu ödeyemeyecek. Peki, örneğimizdeki Almanya, Yunanistan’a yapılan BMW ihracatından dolayı oluşan ECB’deki alacağını nasıl tahsil edecek?
ECB anlaşmasına göre bu tür durumlarda zarar “pro rata” ödenecek. Yani her ülke Yunanistan’ın temerrüdünden dolayı oluşacak zarar dolayısıyla ECB’den, ECB’deki sermaye oranı kadarlık kısmını isteyebilecek.
TARGET2’de biriken borç, yani Bundesbank’ın ECB’den olan alacağı 30 Nisan tarihi itibariyle 644 milyar avro. Mayıs ayının son haftası itibariyle bu rakamın 660 milyar avroya çıktığı tahmin ediliyor. Alacak tutarının en büyük kısmı İtalya’dan. Sonra İspanya, daha sonra da Yunanistan geliyor. Almanya’nın ECB’deki sermaye payı toplam sermayenin yüzde 18,9’una tekabül ediyor. İşte sorun tam da burada. Yunanistan avrodan çıkar, temerrüde düşer veya moratoryum ilan ederse; Almanya, Yunanistan dolayısıyla ECB’den olan alacağının sadece yüzde 18,9'unu alabilecek. Yunanistan’ı İtalya, İspanya, Portekiz ve İrlanda da izler ve onlar da Yunanistan gibi borçlarını ödemiyorum derse; Almanya TARGET2’de biriken ve ECB’den olan 660 milyar avroluk alacağının sadece 125 milyarlık kısmını alabilecek. Yani 535 milyar avrosu çöpe gidecek. 2012 yılında Almanya bütçesinin yaklaşık 306 milyar avro olduğunu hatırlatalım.
Alman profesör soruyor: Sen bunun için parlamentodan yetki aldın mı?
Bilmiyorum daha fazla söze gerek var mı?