“Yurdumuzda belli zamanlarda ve yerlerde festivaller ile ikinci beş yıllık plân döneminde bir olimpiyat tertiplenmesi için gerekli inceleme ve araştırmalar yapılacaktır.”
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda yazılı bu ifadenin üzerinden 50 yıl geçti. Tıpkı 1963 yılında Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşması imzalamasıyla başlayan, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde olduğu gibi.
Bir tespitle başlayalım: Türkiye’nin olimpiyatlara ev sahipliği yapması, şehirine ve ekonomik konjonktüre göre akıllıca bir girişim olabilir.
Soru şu: Olimpiyatlarla ilgili özel kanun çıkarılmasına, henüz olimpiyat düzenleme hakkı elde edilmeden Atatürk Olimpiyat Stadı inşa edilmesine ve geçmişte İstanbul için yapılan 4 adaylık başvurusundan sonuç alınamamasına rağmen, neden İstanbul şehri üzerinden bir kez daha olimpiyat başvurusu yapıldı?
2012 yılında Türkiye 2020 yılında yapılması planlanan üç büyük ölçekli etkinliğe aday oldu. Bu etkinlikler 2020 UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası, 2020 İstanbul Yaz Olimpiyat Oyunları ve 2020 İzmir EXPO’su.
2020 İstanbul kararı 7 Eylül'de, 2020 İzmir Expo ve 2020 UEFA’yla ilgili karar ise Mart ayında yapılacak yerel seçimlere daha yakın bir tarihte, Kasım ayında verilecek!
Bu üç büyük ölçekli etkinliğin ülke ekonomisine toplam maliyetinin yaklaşık 55 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.
Büyük ölçekli etkinlikler ile ilgili tüm faaliyetlere Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi, EXPO Genel Sekreterliği ve Türkiye Futbol Federasyonu veriyor. Ülke ekonomisi için bu kadar yüksek maliyetli bir işin, ekonomi yönetimiyle bağlantısı olmayan ve tüm motivasyonu büyük ölçekli etkinlik düzenlemek olan kurumlara bırakılması sizce de birçok anlamda büyük riskler içermiyor mu?
Bu konuda muhafelet partilerinden hiç ses çıkmaması şaşırtcı değil mi?
Nitekim gerek IOC tarafından, gerekse UEFA tarafından Türkiye’nin 2020 yılı adaylığı için yapılan değerlendirmelerde, birden fazla etkinliğe aynı yıl için aday olmamız, önemli bir risk olarak değerlendirilmiştir.
Dahası var: Ekonomide kırlganlıkların artmaya başladığı bir dönemdeyiz. Ekonomideki yapısal sorunlarımızı çözemedik. Önümüzdeki on yıl, geçmiş on yıldan çok daha zor geçecek. Cari açığın finansman kalitesini olumsuz etkileyecek bir süreçteyiz. Ve bu süreci daha da zorlaştıracak bir mesele olarak, 2020 yılı için üç büyük ölçekli etkinliğe aday olmanın maliyeti ve ekonomi üzerindeki olası olumsuz etkileri, bir iktisatçı olarak sadece bizi değil, herkesi ilgilendirmeli.
UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası seyirci sayısı itibarıyla Yaz Olimpiyat Oyunları ve Dünya Kupası'ndan sonra dünyanın en çok izlenen üçüncü büyük ölçekli spor etkinliğidir.
2020 UEFA Avrupa Şampiyonası'na ev sahipliği yapmak için Türkiye ile beraber İspanya ve İskoçya-İrlanda-Galler ortak girişimi adaylık başvurusunda bulundu. Normal başvuru sürecinde tek aday Türkiye iken, UEFA başvuru süresini uzattı ve diğer adayları başvuru konusunda cesaretlendirdi. Bunun en önemli nedeni Türkiye’nin aynı yıl yapılacak 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları'na da aday olmasıydı. Şayet 2020 UEFA Avrupa Şampiyonası'na biz ev sahipliği yapsaydık, sadece İstanbul değil, Ankara, İzmir, Bursa, Konya, Eskişehir, Trabzon ve Antalya’da da futbol müsabakaları düzenlenebilecek ve bu şehirler de etkinliğin olumlu etkilerinden istifade edebilecekti.
UEFA Başkanı Michel Platini, Türkiye’nin iki organizasyona aynı anda ev sahipliği yapmasına sıcak bakmadığını ve olimpiyat oyunlarını kazanamaması durumunda Türkiye’nin adaylığını destekleyeceğini açıkladı.
Avrupa genelinde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle UEFA, tarihinde ilk kez 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı bir veya birkaç ülkeye vermek yerine tüm kıtaya yaydı. UEFA’nın diğer aday ülkeleri yeterli bulmaması ve Türkiye’nin adaylığına sıcak bakmaması sonucu almış olduğu bu yayma kararının tek sefere mahsus olduğu tahmin ediliyor. Çünkü organizasyonu tüm kıtaya yaymak, hem harcamaları oldukça yükseltecek, hem de organizasyona olan ilginin dağılmasına neden olacaktır.
2020 UEFA Avrupa Şampiyonasını ülkemizde organize etmenin maliyeti yaklaşık 15 milyar dolardır.
2020 İzmir EXPO’sunun yaklaşık maliyeti 19 milyar dolardır.
2020 İstanbul Olimpiyat Oyunlarının yaklaşık maliyeti 21 milyar dolardır.
Üç etkinliğin yaklaşık toplam maliyeti 55 milyar dolardır.
Az değil, 2012 GSYH'sının yüzde 7'sine tekabül eden bir maliyetten bahsediyoruz.
Hatırlayın, 2012'de cari açığımız yaklaşık 49 milyar dolardı.
Olimpiyat oyunları oldukça pahalı etkinliklerdir. Olimpiyat oyunlarının finansal sorumluluğu ev sahibi ülkeye aittir. Dünkü yazımızda ayrıntısıyla açıkladığımız 2012 Londra Olimpiyat bütçesine ilaveten birkaç örnek daha verelim ki, olimpiyat bütçelerinin sonradan netleşen büyüklüğü daha fazla idrak edilsin: Misal, 2004 Atina Olimpiyatı'nın maliyeti yaklaşık 5,9 milyar dolar olarak öngörülmüşken, gerçekleşen harcama tutarı yaklaşık 11 milyar dolar oldu. 2016 Rio de Janeiro Olimpiyatı'nın etkinlik öncesi hazırlanan bütçeye göre maliyeti 13,5 milyar dolardı; sonradan 16,7 milyar dolara çıktı.
İstanbul 2020 Olimpiyat Oyunları için IOC’a verilen resmi teklif mektubunda yaklaşık 3,2 milyar dolarlık yatırım yapılacağı taahhüdünde bulunulmuştu. Ancak IOC heyetinin ülkemizi incelediği sırada TOKİ Başkanı Ahmet Haluk KARABEL tarafından yapılan sunumda olimpiyat bütçesinin 20 milyar dolar civarında olacağı açıklandı. Ayrıca olimpiyat oyunları sırasında güvenliğinin sağlanması için yaklaşık 1 milyar dolara harcanacağı tahmin ediliyor. Tüm maliyetler göz önüne alındığında 2020 İstanbul Olimpiyat Oyunları'nın düzenlenebilmesi için yaklaşık 21 milyar dolar kaynağa ihtiyaç var. Bu rakam yaklaşık olarak ülkemizin 2013 yılında yapacağı yıllık ulusal toplam kamu yatırımına ve 2013 Yılı Programında tahmin edilen 2013 yılı GSYH değerinin yüzde 2,4’üne eşit.
IOC’nin dikkate aldığı husulardan birisi de olimpiyat oyunlarının ev sahibi kente olimpik miras bırakabilmesidir. Malum, kötü miras olimpiyat oyunlarının sürdürülebilirliği için tehdittir. İnşaat faaliyetlerinden kaynaklı borçlar, yüksek fırsat maliyetleri, etkinlik sonrasında ihtiyaç duyulmayacak altyapı tesislerinin inşaası, turist kaybı, gayrimenkul kiralarının artışı, dezavantajlı grupların yer değiştirmeye zorlanması ve etkinlikten elde edilecek faydaların toplumda adaletsizce dağılımı, olumsuz olimpik miraslara örnektir.
Beyaz Fil (White Elephant) deyimi; Siam (modern Tayland) Kralı’nın kendisine karşı tehdit olarak gördüğü rakipleriyle, onlara kutsal ve tamamen sembolik, ancak çok pahalı bu hayvanları vererek anlaşması geleneğinden türemiştir. Beyaz Fil'in bakım maliyeti kendi değerinden çok daha fazladır. Bu yüzden Beyaz Fil bir armağandan çok, ömür boyu taşınacak bir yüktür.
Beyaz Fil derken, büyük ölçüklü etkinlikler kapsamında gelmesi beklenen büyük kalabalıklar için inşa edilen ve sonradan atıl kalan gereğinden fazla büyük mekanlar ve tesisler kastediliyor.
Birkaç örnek verelim: Güney Kore ve Japonya’da gerçekleştirilen 2002 FIFA Dünya Kupası’nın ardından bu ülkelerdeki birçok kente, büyük finansal yükümlülük getiren gereğinden çok daha büyük tasarlanmış stadyumlar artakaldı. Mesela Japonya Saitama Stadyumu'nun yapımı için 667 milyon dolar harcama yapmıştı. Söz konusu stadyum sadece grup maçları sırasında iki kez kullanıldı. Yani maç başına 333,5 milyon dolarlık yatırım yapılmış oldu! Ayrıca stadyumun yıllık 6 milyon dolar yıllık işletme ve bakım gideri vardı. Saitama Stadyumu Dünya Kupası sonrasında maç başına yaklaşık 20.000 seyirciye sahip olan yerel bir futbol takımının kullanımına bırakıldı.
Sidney Olimpik Park'a insanlar Sidney Jurassic Park demeye başladı!
Cape Town’un 488 milyon dolara mal olan Green Point Stadyumu ve 2010 Dünya Kupası final maçının oynandığı 357 milyon dolara mal olan Soccer City Stadyumu, Güney Afrika’nın en büyük Beyaz Filleri'dir.
İki örnek de bizden verelim: 2003 yılında temelleri atılan İstanbul Park, 2005 yılında tamamlandı. Pistin maliyeti çevre yollarla birlikte 220 milyon doları buldu. 2005 yılından 2010 yılına kadar devam eden Formula 1 (F1) yarışları ilk yıllarda heyecan yaratmasına ve tüm biletlerinin satılmasına rağmen giderek etkisini yitirdi. Öyle ki, 2009 yılı yarışlarında 150 bin kişilik kapasitesi olan pistte sadece 30 bin bilet satıldı. İstanbul Park’ın işletme giderlerinin oldukça yüksek olması, F1 yönetiminin Türkiye’nin ödemekte olduğu katkı payında fahiş artışlara gitmesi ve biletlerin beklenen ilgiyi görmemesi nedeniyle 2011 yılından sonra İstanbul’da F1 yarışları düzenlenmedi. Bu nedenle İstanbul Park pisti F1’den Türkiye’ye kalan bir Beyaz Fil'dir.
Bir diğer Beyaz Fil'imiz Atatürk Olimpiyat Stadyumu’dur. Henüz olimpiyat düzenlenmeden hüviyetini belli etmiş bu stadyum, faaliyete geçtiği 2003 yılından bu yana her yıl zarar etti ve kamuya yükü, 2003 yılından 2012 yılı Temmuz ayına kadar yaklaşık toplam 17 milyon TL’ye ulaştı.
Evet bir sonraki gün 7 Eylül.
Dört bakan, milletvekilleri, bürokratlar, iş adamaları ve sporculardan oluşan, sıradışı çoğunlukta bir heyet dün, büyük bir umutla ev sahibi kentin seçimiyle ilgili kararın açıklanacağı Buenos Aires’e gitti. Başbakan, St. Petersburg’da yapılacak G-20 zirvesi sonrasında heyete katılmak üzere Buenos Aires’e geçecek.
Konunun siyasi öneminden daha önceki yazılarımızda bahsetmiştik.
Alakasız gibi görünse de yazı dizisiyle amacımız, meselenin Hükümet ve ülke ekonomisi bakımından önemine dikkat çekmekti.
Umarız taşlar yerine oturmuştur.
Not: Yazı dizimizin ilk gününde epey yararlanacağımızı ve bir kamu görevlisi tarafından kaleme alındığını söylediğimiz raporun adı Büyük Ölçekli Etkinliklerin Ev Sahibi Ülkelere ve Kentlere Olan Etkileri. Yazarıysa Kalkınma Bakanlığı uzmanı Rahim Küçüktaş. Kendisine tekrar teşekkür ediyoruz.