Sekiz, on dakika içinde hava gece yarısı gibi karanlık. Oysa, saat daha 18.15 gibi.
Karanlık daha da koyulaşırken, aniden çıkan fırtına göz gözü görmez hale getiriyor.
Arabadayım.
Fırtınanın kaldırdığı toz bulutu içinde kendimi kaybolmuş hissediyorum. Araba kullanıyorum ama, üç metre ötesini göremiyorum. Karanlık ve toz bulutu. Farlar önümü görmeye yetmiyor.
Ve müthiş bir yağmur iniyor. Silgeçler yağmur suyuna yetişemiyor. Karanlık, toz bulutu ve yağmur, trafik dur, kalk, ağır aksak gidiyor gibi.
Üç, dört dakika gidiyorum, gitmiyorum...
Arabayı sanki taşlıyorlar.
Sağdan, soldan, arabanın üstünden taş yağmuru iniyor.
Gümmm... Gümmm... Gümmm...
Taş yağmuru bitmek bilmiyor.
Taş filan değil, yumruk iriliğinde dolu iniyor, her bir dolu arabada fena yankılanıyor.
O da ne?
Bir patlamayla irkiliyorum.
Üstüm başım bir anda cam kırıklarıyla dolu.
Arabanın arka camı patlıyor doludan.
Cam kırıklarını arkamdan gelen yağmur izliyor, arabanın içinde, direksiyon başında sırılsıklam vaziyetteyim.
Trafik durmuş vaziyette.
Yol filan yok artık.
Yarım metreyi bulan havuzlar oluşuyor yollarda.
O da ne?
Biraz ilerde bir ağaç yan yatıyor, bir otobüsün üstüne. Yolun karşıdan gelen yönü tam anlamıyla tıkanıyor.
Bizim gidiş yönünde ise, yollarda oluşan havuzlar ve havuzlar.
Arabayı durduruyorum, zaten gidemiyorum.
Dolu devam ediyor.
Bir şıngırtı daha...
Sol dikiz aynası parçalanıyor, ayna düşüyor, solumu görmem imkansız.
Sağ dikiz aynası?... O da kırılıyor, yine de ayna kırıkları arasından görmek mümkün.
Garip bir çatırdı, yılan ıslığı gibi, ön cam çatlıyor.
Sağımda, solumda arabalara bakıyorum.
Hemen hemen, her dokuz, on arabadan birinin arka camı patlamış.
Bu afet, sanıyorum yirmi dakika kadar sürüyor.
Nihayet dolu duruyor, yağmur hafifliyor.
Ne çare ki, yollar...
Her yerde birikinti filan değil, alanın ya da yolun genişliğine göre, yirmi, otuz metre eninde, doksan, yüz metre uzunluğunda, yarım metre kadar derinliğinde havuzlar...
Arabaların bazısı o havuzda yarıya kadar suya gömülüyor ve kalıyor, bazısı ise, bata çıka oradan kendisini kurtarıyor.
Bu biçimde yarım saat bekledikten sonra, nasıl oluyorsa, bir anda kendimi o ilk havuzda buluyorum.
Önümdeki araba gidiyor gibi, sonra duruyor. Pek çok araba şansını denemek istemiyor ve bekliyor. Trafik onun için durmuş vaziyette.
Ben havuzun önünde, bir anda havuzun sol tarafında sanki su yüksekliği hafif azalıyor gibi.
O tarafa dalıyorum, havuzun içindeyim.
Neyse ki, araba gidiyor.
Ve... Ohh, ilk havuz geride kalıyor.
Önümde hafif bir yokuş var, yokuş iyi, çünkü, su birikmiyor.
Buna karşılık...
Burada da bir ağaç devrilmiş bir otobüsün üstüne, yol iki taraflı tıkalı.
Yine de, arabalar birbirine karşılıklı sırayla yol veriyor.
Orayı da geçiyorum.
Şimdi yeni bir havuz, aynı sıkıntı.
Üç kilometrelik yolda bunun gibi, yedi, sekiz havuz...
Bakıyorum ve şaşıyorum, o kadar araba nerede diye, çünkü yol açılmış gibi.
Yokuşlar, inişler, çıkışlar, kırılan dallar, eğilen ağaçlar...
Hasara uğrayan yüzlerce araba...
Herhalde bugüne kadar İstanbul’da böylesi görülmeyen bir afet.
Bir ara arabada düşünüyorum, “bu akşam eve gidebilecek miyim” diye, yani “kaçta?”
Toplam iki saate yakın bir macera.
Nihayet evin önündeyim.
Arabadan iniyorum, üstümdeki cam kırıkılarını silkeliyorum.
Herkese geçmiş olsun.