"Katıksız bir cehalet... Kibir ve iki yüzlü... Türkiye’ye emir verme dönemi sona erdi... Bu sözlerin bedelini ödersiniz... Sen kim oluyorsun da, haddini aşıyorsun..."
AKP sözcüleri hep bir ağızdan yağdırıyorlar da, yağdırıyorlar. Önceki gün hızlarını alamıyorlar, dün aynı yüksekten racon kesmeye devam ediyorlar.
Yalakalar da, emre amade, peşlerinden koşuyor.
Hatta, bu senaryoya muhalefetin bazı sözcüleri bile katılıyor, durup dururken ve aniden yer gök inliyor.
Ne oluyor?..
19 Aralık 2019... New York Times... Dünyanın en etkin ve saygın Amerikan gazetelerinden...
O tarihte, yani dokuz ay önce Amerikan’ın Başkan adaylarından Joe Biden gazeteye bir röportaj veriyor. O röportajın sonunda Biden sözü Türkiye’ye ve Tayyip Erdoğan’a getiriyor:
"Yaptıklarının bedelini ödemeli. Bazı silahları ona satıp satmayacağımızla ilgili, bir bedel ödemeli.
Geçmişte yaptığım gibi, muhalefet ile doğrudan iletişimde olup, hâlâ var olan unsurlarını destekleyip, onları Erdoğan’ı mağlup etmeleri için cesaretlendirebiliriz. Darbe ile değil, seçimle."
Yeniden altını çizmek gerek, "Joe Biden bu sözleri dokuz ay önce" söylüyor.
Aradan dokuz ay geçiyor, AKP bugün ortalığı kasıp kavuruyor!..
Amerika’da uzun süre başarılı gazetecilik yapan ve başarılı olduğu için görevine son verilen Cansu Çamlıbel olayı özetleyen harika bir tweet atıyor:
"Türkün Türke propagandası yürüsün... Saflar sıklaşsın... Yedi düvel liderimizi düşürmeye çalışıyor, safsatasına odun atılsın... Savaş boyaları sürülsün filan..."
İktidar koltuğu sallandıkça, karşımızda hangi malzemeyi kullanacağını şaşıran bir AKP var artık.
Dokuz ay önceki sözlere bel bağlamak!..
Koltuğu sallanmaktan kurtarmak için ortaya önce Ayasofya" atılıyor. Bakılıyor ki, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi koltuğu kurtarmıyor, haydi bakalım, elde hangi malzeme var?..
"Ayasofya tutmadı, Biden verelim!.."
Biden olmadı... Gelsin sıradaki skandal!..
Felsefe soruları:
"- Zamandan kaçmak mümkün müdür?..
- Bir sanat eseri en iyi biçimde nasıl açıklanır?..
- Doğa yasaları ile beşeri hukuktan doğan yasalar arasındaki farkı, Hegel’e göre, nasıl açıklarsınız?.."
Felsefe sorularını ekonomi ve toplumsal sorular izliyor:
"- Ahlak en iyi siyaset olabilir mi?..
- Emek insanları ayrıştırır mı?..
- Özgürlük ve özgür irade kavramlarını Leibniz’in görüşleri doğrultusunda nasıl yorumlarsınız?.."
Serbest metne gelince:
"Yalnızca değiştirilebilir olan şeyin mi değeri vardır?..
- Yasalar bizi her zaman mutlu edebilir mi?.."
Derken bilim soruları:
"- Çok sayıda kültürün varlığı insanların bir arada yaşamasının önünde engel oluşturur mu?..
- Bilimsel araştırmaları zaman içinde seyrini, gelişmesini özetler misiniz?..
- Bilim yolunda ilerlemek insanları özgürlüğe daha kolay taşıyabilir mi?.. "
Ardından coğrafya soruları:
"- 1949’dan bu yana Çin’in coğrafyası nasıl değişmiştir?..
- Maastricht Anlaşması'yla birlikte Avrupa’daki ülkelerin sınırlarında nasıl değişiklik olmuştur?.."
Ve tarih soruları:
"- İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan bugüne kadar çatışma merkezi olan Orta Doğu’da iktidarlar nasıl el değiştirmiştir?..
-Dreyfus olayından sonra Fransa’daki büyük siyasal krizlere medya nasıl yaklaşmıştır."
Bu sorular geçenlerde Fransa’da lise bitirme sınavlarında soruluyor.
Bu bizim lise sınav sistemimizde eskiden varolan, sonra kaldırılan "olgunluk sınavı" benzeri bir sınav.
Fransızlar buna "baccalaureat" (bakalorya olarak okunuyor) diyor.
Bakalorya ya da bizde eskiden "olgunluk sınavı" benzeri, lise bitirmelerde nihai olarak yapılan bir sınav.
Ülkesine göre, üç ya dört yıllık lise eğitimi sonunda, öğrencilerin üç ya da dört yılın bütün derslerinden sorumlu tutuldukları bir sınav. O sınavda örneğin, lise bir tarih dersinden de soru gelebilir, lise üç kimya dersinden de soru gelebilir. Lise bitirmek hiç kolay değil. Çünkü, bir sonraki öğretim üniversite.
Almanlar aynı sisteme "abitur" diyor.
Bizde lise bitirmeyi kolaylaştırmak için olgunluk sınavları kaldırılıyor. Ama, elin oğlu tam tersine, insanları daha iyi eğitmek, üniversiteye daha iyi hazırlamak ve üniversitede daha yüksek başarı kazandırmak için lise bitirmelerde işi çok sıkı tutuyor.
Yukarıdaki Fransa bakalorya sınavlarındaki sorulara bakın, bir de bizdeki sorulara, başarı oranlarına bakın!..
Çok uzağa gitmeye gerek yok.
Yarışma programında:
"Bir doktora" gelen soru:
"Retinayı tarif edin!.."
Doktor düşünüyor, taşınıyor ve...
"Yanlış cevap veriyor!.."
Tıp eğitimi görmüş doktor, ama bilemiyor.
Bir "coğrafya öğretmenine" gelen soru:
"Burdur Gölü hangi bölgemizdedir?.."
Katıksız bir coğrafya sorusu... Sorulan da coğrafya öğretmeni...
Öğretmen düşünüyor, taşınıyor ve...
"Yanış cevap veriyor!..."
Herhalde ilkokul beşinci sınıfta, bilemediniz orta okul birinci sınıf coğrafya dersindeki bir soru!.. Ama, coğrafya öğretmeni bilemiyor.
Bir "sosyal bilgiler öğretmenine" sorulan soru:
"Bir yılda kaç hafta vardır?.."
Öğretmen düşünüyor, taşınıyor ve cevabı patlatıyor:
"56!.."
Bırakın ilkokulu, belki de ana okulunda öğretilen bir konu ama, sosyal bilgiler öğretmeni bilemiyor.
Son yıllarda, hele de son on, on beş yılda eğitimin ne halde olduğu ortada. Liselerde ve üniversitelerde başarı oranları ortada.
Siz bakmayın YÖK’ün yayınladığı istatistiklere!..
Cehalet paçalardan akıyor.
Fransa’da lise bitirme sınavlarında gelen sorular, bizde "üniversite bitirenlere" sorulsa, eğitimin ne kadar döküldüğü daha iyi ortaya çıkar.
Genç kızımız İstanbul doğumlu, üniversiteye İstanbul’da gidiyor, üniversite öğrencisi, soruluyor kendisine "Ayasofya nerededir" diye, cevap hazır:
"İzmir’de!..."
Bir de, "astronot yetiştirmek için okul açmazlar mı" anlı şanlı törenlerle!..
Eğitimden ne zaman söz edilse, hep imam hatip okulları akla geliyor. İmam hatip okulları açmak varken...
2020 Bütçesine göre:
- 2017 - 2018 yıllarında 4 bin 340 olan imam hatip orta okulu ve liselerinin sayısı 2019’da 5 bin 138’e yükseliyor.
- 2019’da bu okullar için bütçeden ayrılan pay 8.6 milyar lira iken, 2020, 2021 ve 2022 yılları için sırayla 9.9 milyar lira, 10.6 milyar lira ve 11.4 milyar lira ayrılırken, üç yılda 31.9 milyar lirayı buluyor.
Türkiye’yi Orta Çağ karanlığına sürükleyen rakamlar ve eğitim anlayışı!..
Vazgeçilmez filmlerden, yüz kez izlense, yeniden izlenen "Hababam Sınıfı"nda öğretmen soruyor, "İstanbul’u kim fethetti" sınıf sessiz, öğretmen, "İnek Şaban’a" dönüyor, o espri, "valla ben fethetmedim efendim!.."
Fransızların olgunluk sınavları ile bizim eğitim sistemi karşılaştırınca, filmdeki espri bile artık "lüks" kaçıyor.