"Benim vatandaşım çöpten rızık, pazarlardan atık topluyorsa..."
Evet topluyor, gerçek yayın yapan TV kanalları bu görüntülerle dolu.
"Meydanlarda açız diye bağırıyorsa..."
Evet bağırıyor. Daha üç gün önce Adayıman'da, hem de AKP'ye oy verdiği söyleyen bir yurttaş, daha iki ay önce Erdoğan'ın otobüste yanına yaklaşan ve aç olduğunu söyleyen yurttaş, daha önceki gün Eskişehir'de ‘aileme bakamıyorum' diyerek intihar eden yurttaş, ondan önce yine ‘geçinemiyorum' diye intihar edenler var bu ülkede.
"Ev kirasını, elektriğini, suyunu ödeyemiyorsa..."
Evet ödeyemiyor, hele de son zamlardan sonra, insanlar feryat figan halde.
"Bunu bu hale kim getirdi?.. Bu hükümet getirmiştir."
Doğru, bu hükümet getirdi!..
"Bu millet bunları yutmaz, bu millet o kadar da unutkan değil."
Doğru unutmaz, bu açlığı, bu sefaleti asla unutmaz!..
"Seçim günü geldiğinde, bunların bedelini kimlerin ödeyeceği ortaya çıkacak."
Doğru, bu hale kim getirdiyse, onun ödeyeceği kesin!..
Yukarıda tırnak içinde, siyah (bold) yazıyla aktardığım cümleler kime ait?..
Bildiniz!..
"Tayyip Erdoğan'a, ülkeyi bu hale getiren Erdoğan'a!.."
Erdoğan bu sözleri 2002 yılında, seçimden önce, AKP henüz muhalefette iken söylüyor.
O günkü iktidarı eleştirirken söylediği sözler, bugün kendi iktidarının gerçeğine dönüşüyor.
Özellikle son üç yıldır Türkiye'de insanlar tam da, Erdoğan'ın 2002 yılında söylediği halleri yaşıyor.
Ve yine onun söylediği gibi, halk "seçimde bunun bedelini ödetmeye" kararlı.
Yurt içinde halk bedel ödetmeye hazılanırken, yurt dışında da, kendisine bedel ödetmek için bekleyen kurumlar ve ülkeler var.
En başta "Avrupa Konseyi".
Hukuk davası olmaktan çoktan çıkan, nedeni belli olmayan, kişisel inat davasına dönüşen Osman Kavala duruşmasında, önceki gün tahliye kararı yine çıkmıyor.
Oysa...
"Suçlu olduğuna ilişkin ortada tek bir kanıt yok... Üstüne üstlük 10 Aralık 2019 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kavala'nın derhal serbest bırakılması için karar veriyor."
Türkiye o kararı iki yılı aşkın süredir uygulamıyor.
Anayasanın 90. maddesine aykırı olarak, uygulamıyor.
Avrupa Konseyi "AİHM kararının uygulanması için" Türkiye'yi bir kaç kez uyarıyor, Ankara her seferinde ‘karar yok hükmündedir' diyerek, bildiğini okuyor.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Kavala'nın önce 30 Kasım 2021 tarihine kadar serbest bırakılmasını istiyor. Kavala serbest bırakılmıyor.
Bakanlar Komitesi net ve kesin "ihlal sürecini başlatmak üzere" son duruşmayı bekliyor, yani önceki günü.
Ayrıca...
"Türkiye'den 19 Ocak'a kadar, (yani bugüne kadar) dava ile ilgili görüş bildirmesini istiyor."
Önceki günkü duruşmada Kavala yine tahliye edilmiyor.
Dolayısıyla...
"Türkiye'nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne bugün görüş bildirmesi gerekiyor."
Hukuken savunacak yanı olmamasına rağmen, Türkiye bugün kendisini nasıl avunacak belli değil.
AİHM kararını açıkça yok sayan, taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni açıkça ihlal eden Türkiye için Kavala'yı inatla hapiste tutmanın maliyeti çok ağır.
İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf olan ülkeler, AİHM kararlarına uymaya söz vermiş oluyor. Uluslararası hukuk ve kurallar bunu emrediyor.
Ama, Türkiye ısrarla uymuyor. Sözleşmeyi ihlal ediyor.
Konsey "ihlal sürecini başlatmak" için adım atmaya hazırlanıyor.
Bu süreci başlatmatmanın bürokratik bir aşaması var:
"Türkiye ile birlikte, Avrupa Konseyi'ne üye 48 ülke var. Yaptırımların uygulanmasına karar verilmesi için Konsey'e üye diğer 47 ülkenin en az üçte ikisinin onayı gerekiyor."
O onay çıkarsa, Türkiye'ye görüş bildirmesi için altı hafta süre tanınıyor.
O altı hafta sonunda ihlal süreci, yani yaptırımlar başlıyor.
Nedir o yaptırımlar?..
"- Avrupa Konseyi'ndeki makamlara hiçbir biçimde Türk personeli atanmıyor,
- Türkiye'nin oy hakkı elinden alınıyor,
- Türkiye'de hiçbir Avrupa Konseyi toplantısı düzenlenmiyor."
Bunlar bir dizi bürokratik yaptırım.
AKP bunları kaale almayabilir, hatta "dış güçler iç işlerimize karışıyorlar" teranesiyle Avrupa'yı suçlayabilir.
Ancak, bir noktaya kadar...
Şu anda zaten, Ankara'dan verilen emir gereği, o ülkelerde bizim büyükelçilerin onca çabasına rağmen...
"Hiçbir Avrupa ülkesi Tayyip Erdoğan'ın resmi ziyaretini kabul etmeyebilir."
Egosu bu ölçüde şişkin birini bu acıtır!..
Erdoğan bir yana, Türkiye Avrupa'da dışlanabilir.
Bunun maliyeti var.
"Özellikle ekonomik maliyeti."
İthalat, ihracat devam edebilir ancak, "devletten devlete mal ve hizmet akımlarında kısıtlamalara" gidebilirler.
"- Avrupa Birliği ilişkileri bütünüyle askıya alınabilir.
- Dış politikada, dış ilişkilerlerde güçlük çıkartabilirler."
Prestij ve içerik anlamında, Türkiye için tarihe kayıt düşülecek, çirkin bir durum.
Bin türlü ekonomik çıkmazla boğuşan, halkının büyük çoğunluğu geçim derdiyle dibe vurmuş bir Türkiye'de, Erdoğan'ın 2002'de dediği gibi:
"Bu duruma neden olanlar seçimde bunun bedelini öder, millet unutmaz."
Kişisel bir inat uğruna, Kavala'yı hapiste tutmaya devam edilirse...
"Yaptırımlar ortada, dış dünya da, bedel ödetir."
Kimsenin kuşkusu olmasın.