Son zamanların "en formda" Bakanlarından biri Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu.
Gençlerle buluşmuş, şunu söylüyor:
"Bugün mühendis ihraç eder hale geldik. Bu yaptığımız işlerde kazandığımız bilgi, beceri ve tecrübe sayesinde oldu."
Ne dediğinin farkında mı, bilinmez.
Övünerek söylediği söz, aslında diz dövülecek bir durum.
Kendisine hatırlatmak gerekiyor:
"1-Bir mühendis yurt dışına temelli gidiyorsa, o ‘ihracat' değildir!.. Meslek sahibi bir insanın yurt dışına gitmesini tercih etmesini ‘ihracat' diye tanımlamak çirkin bir söz.
2-Çirkinden öte, olayın özü, ‘mühendislerin ülkeyi terk etmesi', bilinen deyimle, ‘beyin göçü'. Bunun da, övünülecek bir yanı yok, tam tersine, yetişmiş insan gücünün ülkeden ayrılmasına üzülmek, hayıflanmak, hatta bunu durdurmak için çözüm aramak gerek."
Ancak, AKP döneminde buna benzer ‘ihracat' hayli yaygın. Örneğin, doktorlar...
Ya da ülkeyi terk etmek isteyen gençler...
Karaismailoğlu son zamanlarda toplum önünde ağzını iki kez açıyor, ikisi de gafla sonuçlanıyor.
Kendisine bağlı Yüksek Hızlı Trene üç ayda üç kez, toplamda yüzde 51 zam yapıyor ama, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin toplu taşımaya yaptığı zammı "yersiz ve yanlış" buluyor!..
Bunu gündemin bir notu olarak düşmek gerekiyor:
‘Mühendis ihracı..."
Nasıl bir anlayış ise!..
Öte yandan...
"Not" olmayı çoktan aşan bir durum var.
Son günlerde iktidar sahipleri büyük bir telaşla aynı vurguda bulunuyor:
"Ekin, ne bulursanız ekin!.."
Tarımsal üretimin alarm vermesi, sonunda onları da harekete geçiyor. Her ne kadar "AKP ektiğini biçiyorsa da", tarımda üretimin olağanüstü düşmesi, gıda ürünlerinde fiyatların olağanüstü artması, o ürünlere bir kaç lira daha ucuza ulaşmak amacıyla insanların uzun kuyruklar oluşturması vahim bir tabloyu sergiliyor.
Bunun üzerine ‘ekin, ne ekerseniz ekin' edebiyatının yanına, her zamanki gibi, bir başka masal ekleniyor:
"Kısa süre içinde bolluk, bereket geliyor."
İlgisi yok!..
Doğru değil.
‘Bolluk, bereket' için üretimin artması gerek.
Üretim için önce ekilecek arazi, toprak gerek.
Üzerine açılan taş ocaklarıyla, HES'lerle, dikilen şu ya da bu binalarla kaybedilen topraklar değil, üretim yapılacak topraklar.
"Son örnek Samsun."
‘Ekin' diyorlar ya...
Samsun'da yaklaşık 25 hane bir arazide yılda üç türlü ürün elde ediyor. Toprak o kadar verimli. Ama, AKP'li Samsun Büyükşehir Belediyesi o verimli araziye "sebze ve meyve hali" kuracağını açıklıyor.
Toprak sahibi çiftçiler feryat ediyor, seslerini şu ana kadar duyan yok!..
İkinci olarak, üretim için toprak dışında, "düşük maliyet" gerek.
Düşük maliyet mi?..
Bir kaç gün önce değerli meslektaşım Emin Çapa TÜİK verilerinden çarpıcı bir hesap çıkartıyor:
"-Çiftçilerin maliyeti geçen yılın ilk üç ayında yüzde 8.39 artarken, bu yılın ilk üç ayında yüzde 46.3 artıyor.
-Sebze ve meyvede üretim maliyeti bir yılda yüzde 149, yanlış okumadınız yüzde yüz kırk dokuz,
-Bakliyatta yüzde 111, yüzde yüz on bir,
-Yumurtada yüzde 85 artıyor."
Maliyetlerdeki artışın nedenini artık çocuklar biliyor. Elektrik, mazot, benzin, gübre, tohum zamları.
Bu maliyet artışlarıyla hangi ‘bolluk', hangi ‘bereket?..'
AKP ile birlikte "hangi emekçi üvey evlat değil ki", çiftçi olmasın!..
Milli gelirin yüzde biri kadar destek vermek amacıyla yasa çıkartıyorlar, kendi çıkardıkları yasaya uymuyorlar.
Tarım Bakanı Vahit Kirişçi önceki gün çiftçiye bir milyar 600 milyon liralık destek vermekle övünüyor. Bu yıl verileceği ilan edilen 29 milyar liranın bir bölümü, o 29 milyar ki, kendi çıkardıkları yasada öngörülen miktarın üçte biri.
"29 milyar lira içinden verdikleri bir milyar 600 milyon liralık destekten çiftçi başına yaklaşık 3.500 lira düşüyor."
3.500 lira...
Neye yetecek?..
Ne destek ama!..
Oysa...
Cumhuriyet kurulduktan sonra...
"Türkiye Cumhuriyeti'nin 1926 yılında bastığı ilk kağıt paralardan 1 liralık banknotun üzerinde çiftçi resmi var."
Çiftçiye verilen değerin simgesi olarak.
Atatürk'ün ‘köylü milletin efendisidir' sözüne denk olarak.
Dün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.
Tayyip Erdoğan yedi yıldır her 23 Nisan'da olduğu gibi, Anıt Kabir'deki resmi törenlere dün de katılmıyor.
Katılmıyor da...
Hiç olmazsa, bir tarih müzesini ziyaret edip, 1926 yılında basılan ilk kağıt paralardan 1 Liralık banknotları gözden geçirmiş olsaydı...
"Yaklaşık yüz yıl önce Cumhuriyet'in çiftçilere verdiği değeri görmüş olurdu...
Ve belki ondan ders çıkartırdı!.."