Strasbourg’daki Fransa Büyükelçisi neye uğradığını şaşırıyor, önüne konulan belgeden dolayı.
Strasbourg’daki Norveç Büyükelçisi anında başkent Oslo’yu arayarak, kendi Dışişleri Bakanlığı’na önüne gelen bilgiyi aktarıyor.
İsveç ve Danimarka Büyükelçileri durumu anlayışla karşılıyor.
12 Eylül dönemi... 1981 Ocak ayı... 12 Eylül darbesinin üzerinden dört ay sonra.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi olağan toplantısına hazırlanıyor. Olağan toplantıdan olağanüstü bir karar çıkması kuvvetle muhtemel, “Türkiye’yi denetim altına almak”. Bugünkü gibi.
Başı Fransa, Norveç, İsveç ve Danimarka çekiyor.
Öyle ya, darbe olmuş, demokrasi askıya alınmış, “denetimden” başka daha ne karar olabilir ki!
İşte, o sırada Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı devreye giriyor, Strasbourg’daki Büyükelçilik kanalıyla.
O yıllarda Dışişleri Bakanlığı var, tam Bakanlık.
Şimdi de, var ya, artık Allah kabul etsin.
Strasbourg’daki Fransa Büyükelçisi’ni bizim oradaki büyükelçilikten bir diplomat ziyaret ediyor, Fransız Büyükelçisinin önüne bir belge bırakıyor.
Fransa’nın Korsika’da yaptığı insan hakları ihlallerine ilişkin belgeler, fotoğraflar, ifadeler.
Bizim diplomat şunu söylemeye getiriyor:
“Bizi Avrupa Konseyi’nden atmak için önerge veriyorsunuz ama, sizin Korsika’da yediğiniz naneler pek aşağı kalmıyor. Biz de Konsey’e bu belgeleri sunarız”.
Fransız Büyükelçi vaziyeti tereddütsüz kavrıyor.
Fransa önergesini geri çekiyor.
Türkiye’nin denetime alınması için başı çeken ikinci ülke Norveç.
Strasbourg’daki bizim büyükelçilikten bir diplomat Norveç Büyükelçisi’ni ziyaret ediyor.
O sırada Türkiye Norveç’ten deniz otobüsü satın almak üzere.
Bizimkiler açık oynuyor:
“Biz sizden deniz otobüsü almaktan vazgeçiyoruz”.
Bu sözün daha mürekkebi kurumadan, ne oluyor?
Norveç imzasını geri çekiyor.
Eh, İsveç ve Danimarka zaten Fransa ve Norveç ile birlikte, onlar da, ister istemez geri çekiyorlar.
Dünyada bütün ülkeler arasında bu gibi “kritik adımlar ve anlar” var. Benzer olaylar dünyada kim bilir kaç kez yaşanmıştır. İşin içine bazen ticaret giriyor, bazen karşı tarafı zorda bırakacak belgeler, bazen kişisel dostluklar ve bazen verilen sözler.
12 Eylül’de bile, darbeciler “şu tarihte yeni anayasa, şu tarihte yeniden seçimler” diye, dünyaya ilan ediyor ve söz veriyor.
Bir de tuttuğunu kopartan bir Dışişleri var. Her duruma göre, politika üreten ve onu uygulayan diplomatlar. Darbeci askerlere rağmen.
Sonunda zaten darbeciler de, Dışişleri’ni dinlemeye başlıyor.
Bugün başımıza gelenlerin pek çok nedeni var, on beş yıldır biriken nedenler.
Yine de, son anda Avrupa Konseyi’ni ikna etmesi mümkün olmayan “perde arkasında kalan” bir gelişmeyi aktarmak gerek.
Ocak ayında AKP yeni bir OHAL kararnamesi yayınlıyor, 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK).
O KHK’nın ekinde AKP halka bir söz veriyor:
“KHK uygulamalarında mağduriyete uğradığını iddia edenler için etkili bir iç hukuk yolu olmak üzere, bir ay içinde Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonu kurulacaktır”.
Bir ay içinde!.. Ocak’ta veriyor bu sözü! Üstelik iddialı, “etkili iç hukuk yolu”!..
Ocak, Şubat, Mart, Nisan...
Bir kaç gün sonra dört ay doluyor, “bir ay içinde kurulacağı” ilan edilen İnceleme Komisyonu’ndan hâlâ ses yok.
Dolayısıyla, “etkili iç hukuk yolu” hâlâ askıda.
Bırakın evrensel ölçüleri, AKP daha kendi getirdiği kurallara uymuyor, kendi yayınladığı KHK’yı es geçiyor.
Uymayacağı baştan belli. Öyle diyor, herkesi oyalamaya dönük, Şark kurnazlığı.
Bizim aziz halkımız bunu belki çoktan unutmuş olabilir ancak, elin oğlu unutmuyor, “sen sözünde durmuyorsun” diyor ve gözünü kırpmadan “denetime” alıyor.
12 Eylül ile bugün arasında şöyle bir fark var.
O zaman iyi kötü Türkiye’nin elinde kozlar var, örnekteki gibi, Korsika belgeleri ya da deniz otobüsü alımı gibi.
Bugün elinde koz yok. Çünkü, her duruma göre, üretilen politikalar yok.
Sadece bağırmak, çağırmak, “tanımıyoruz” demek, karşıdakileri suçlamak.
Belki bir ara “mülteciler” koz olabilirdi, artık o da koz olmaktan çıkıyor, çünkü adamlar sınırları kapatıyor ve kimseyi almıyor.
Bunlar yetmezmiş gibi, bir de Ayşe Öğretmen’e verilen bir yıl üç aylık hapis cezası.
Ceza ertelense bile, Ayşe Öğretmen’in suçu ne?
“Çocuklar ölmesin” demek!..
Yazının, sözün bittiği, mantığın, aklın iflas ettiği yer.
Seni “denetime” almasınlar da, kimi alsınlar?