Yıl 2011...
Merkez Bankası Başkanlığına Erdem Başçı atanıyor, atandığının ertesinde iktidara ekonomik sunum yapıyor. Sunum bitiyor, Tayyip Erdoğan o sırada Başbakan, klasik sorusunu patlatıyor:
“Faizleri ne zaman düşüreceksin?..”
Başçı, “şu sırada düşmez” deyince, Erdoğan öfkeleniyor:
“Biz seni niçin getirdik peki?..”
Daha sonraki aylarda Erdoğan Başkan Başçı’yı faizleri indirmediği gerekçesiyle sürekli eleştiri yağmuruna tutuyor.
Erdoğan’daki “faiz takıntısı” yeni değil. Yeni olmadığı gibi, dini - ideolojik bir inancın ürünü. Ta MSP’den beri bilinen, Erbakan’la birlikte popülerleşen “faiz haramdır” inancı.
Ne var ki...
Ekonomi bilimiyle ilgisi yok, faiz düşerse enflasyon düşer, gibi bir denklem yok.
Zaten böyle bir denklem olsaydı, dünyada hiç bir ülkede enflasyon diye bir dert kalmazdı. Herkes faizleri düşürür, enflasyondan kurtulurdu.
Bir cumartesi sabahı, bir tatil günü sabahı, Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya görevden alınıyor.
Bu görevden alma, kendine özgü dünyadaki tek örnek. Bir Merkez Bankası Başkanının görevden alınmasına ilişkin dünyada başka bir örnek yok.
Ne zaman alınıyor?..
Cumartesi sabahı...
Neden?..
Piyasalar etkilenmesin diye!.. Yani:
“Yapılan işin doğru olmadığını, yasaya aykırı olduğunu o işi yapanlar da biliyor”.
Oysa...
Ekonomik kriz geçen yıl Mayıs ayında kendini göstermeye başlıyor. Aradan on dört ay geçiyor. Bu on dört ay içinde...
Ekonomik kriz karşısında tek ve en doğru kararı alan kişi bir gece yarısı görevinden alınıyor. O doğru adım, yükselen dolar karşısında, faizleri yüzde 24’e yükseltmekten geçiyor.
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın bir kararname ile görevine son verilmesi, umarım ekonomide yeni krizlerin habercisi olmaz!..
Ekonomi hızla yönetilemez hale doğru ilerlerken, “ekonomik krizi siyasi kararlarla önlemek” gibi, işi çığrından çıkartan adımlar giderek sıklaşıyor.
O siyasi adımların ilki, bir kaç ay önce TÜİK Başkanının değiştirilmesi.
Enflasyon yükseliyor, bu da TÜİK verilerine, yani istatistiklere yansıyor. AKP Yönetimi bundan rahatsız. Ekonomik önlemlerle düşmeyen enflasyonun, “fiyatlarınızı yüzde 10 düşürün” gibi, firmalara gönderilen emirname ve ihtarlarla düşmesine bel bağlanıyor.
Ya TÜİK?..
O kurumun başkanı da, görevden alınıyor.
Kim bilir, görevden alınan o kişi de, belki yine bir toplantıda “düşür şu enflasyonu” emrini yerine getirmemiş olabilir!..
TÜİK’in yayınladığı enflasyon rakamları ile işçi sendikalarının yayınladığı, özellikle gıda fiyatları arasında dağlar kadar fark var.
On dört aydır süren ve daha da sürecek olan ekonomik krizden“siyasi değil, ekonomik açıdan tek adımı Merkez Bankası faizleri yükselterek” atıyor.
Doların aşırı değer kazanması karşısında, Türk Lirasının kısa sürede yüzde 14 oranında değer yitirmesini, Merkez Bankası faizleri yüzde 24’e çıkartarak, frenliyor. Ve bu adım sonuç veriyor, TL’deki değer kaybı yavaşlıyor, hatta biraz geriliyor.
Basit ekonomik kural, faiz artınca, Türk Lirasına talep artıyor, o da doları düşürüyor. Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya bunu yapıyor.
Ancak, Erdoğan yüksek faizden hiç memnun değil.
Erdem Başçı ile olduğu gibi, Murat Çetinkaya ile de, kendisinin de söylediği gibi, “faizler nedeniyle”
anlaşmazlığa düşüyor. Açın arşivi bakın, Çetinkaya’yı da aynı nedenle sürekli eleştiriyor.
Ancak, “faiz - enflasyon arasında nasıl bir ekonomik ilişki var, bu başkanlar faizin indirilmesine neden karşı” diye, hiç düşünmüyor.
Kendisi düşünmüyor, tamam, peki yanında ekonomiden anlayan ve ekonomi biliminin doğrularını anlatacak hiç mi kimse yok?.
Enflasyon, yani fiyatlar neden artıyor?..
1-Talep artışı nedeniyle... Yani, üretim az, ama tüketim çok... Fiyatlar o zaman artıyor.
2-Maliyet artışı nedeniyle... Yani, hammadde, enerji, ulaşım fiyatları, dolardaki artış, ücretlerdeki artış nedeniyle üretim daha pahalı hale geliyor, maliyetler artıyor, bu da fiyatları artırıyor.
Talepteki artışı, yani talep enflasyonunu frenlemek için faizleri düşürmek yerine tam tersine, faizleri yükseltmek gerekiyor. Böylelikle insanlar tüketim yerine tasarrufa yöneliyor ve talep düşüyor.
Maliyet artışına gelince...
Maliyetler arasında faiz de var. Ancak, faizi düşürünce bir maliyet kalemi azalıyor ama, buna karşılık döviz kuru yükseliyor, kur yükselince, hammadde, enerji, ulaşım daha pahalı hale geliyor.
Bu da ekonomide asıl sorunun bir bütün olarak yapısal olduğunu gösteriyor.
O yapısal sorunların başında gelir - gider arasındaki uçurum geliyor.
Devlette olağanüstü harcama, olağanüstü israf var.
Bu yılın ilk altı ayında:
Gelirler 417 milyar 735 milyon lira.
Giderler 497 milyar 960 milyon lira.
Açık 30 milyar 106 milyon lira.
Faiz dahil, açık 77 milyar 863 milyon lira.
Bu arada imar barışı, bedelli askerlikten elde edilen gelirler de cabası!..
Bakın, daha dün imar barışının altı ay daha uzatılması için Meclis’e önerge veriliyor. Çünkü, para yok!..
Para yok, imar barışını uzatmanın yanında, yurt dışına çıkış harçlarının artırılması gündemde. Çünkü, para yok!..
Bütçe açığı şu anda öngörülenin otuz katına çıkmış bulunuyor. Otuz katı!..
Enflasyonun nedeni aranacaksa, asıl israfı önlemek gerek.
Sen faizi düşürürsen, dolar yükselir, maliyetler yükselir, yatırımlar pahalı hale gelir, işsizlik artar.
Doların yükselmesinin bir başka maliyeti daha var, yine alınan siyasi kararların sonucu olarak.
Sen belli yatırımlar yapıyorsun, iyi güzel.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osman Gazi Köprüsü, İstanbul Hava Alanı, belli otoyollar, Avrasya Tüneli gibi.
Bunların hepsinde müteahhitlere belli miktarda geçiş garantisi veriyorsun, hem de dolar üzerinden.
Faiz düşünce, dolar yükselince, bunlara ödediğin para artıyor, yine bir başka israf.
Ekonomi yönetimiyle taban tabana zıt siyasi kararlar.
Çetinkaya’nın bu biçimde görevden alınmasıyla birlikte, TÜİK’e göre düşse bile, enflasyon gerçekte düşmeyeceği gibi, kapıda bir başka tehlike bekliyor:
Bu ülkeye kolay kolay sermaye gelmez!..
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı kesinlikle sona eriyor, ekonomiye güven ağır bir darbe alıyor.
Bu güvensizliğin siyasal faturası da olur.
Ekonomik krizin faturası Merkez Bankası’nın üstüne yıkılmak isteniyor, oysa değil, dünya alem farkında, sorun ekonomi yönetiminde, akıl almaz almaz kamu israfında.
Aksine kimse inanmıyor.