Kayıtlara "Büyük Şili Depremi" diye geçiyor.
1960 yılında Şili'de meydana gelen deprem ansiklopedik kayıtlara göre:
"- 9.5 şiddetinde, tarihin gördüğü en yüksek deprem,
- Saniyelerce değil, akıl almaz biçimde dakikalarca sürüyor,
- Başkent Santiago dahil, yedi kenti etkiliyor,
- Kentlere göre, binaların yüzde 40'ı ile yüzde 90'ı yıkılıyor,
- Buna rağmen, tarihin gördüğü bu en yüksek depremde can kaybı üç bini geçmiyor".
Tarihin kaydettiği en büyük depremde, üstelik 1960'ta, bundan 63 yıl önce, hayatını kaybedenlerin sayısı üç bin dolayında.
"Depreme hazırlık" işte bu!..
İki gün önce TV'de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu her zamanki gibi, yine her türlü sınırı aşıyor:
"Türkiye çok uzun zamandır bu hazırlıkları yapmamış olsaydı, çok büyük bir kaos ile karşı karşıya kalırdık".
Zerre kadar ciddiyeti olmayan, hiçbir biçimde gerçeğe uymayan, sadece "siyaset ve algı" üzerinden söylenmiş bir söz.
Soylu'nun bu sözünü duyunca, 1960 yılındaki Şili depremi aklıma geliyor. Evvela bundan 63 yıl önce Şili'de depremin yol açtığı can ve mal kayıplarına, depremin şiddetine ve süresine bakalım, sonra da bizdeki can ve mal kayıplarına.
Bizdeki depremin şiddeti de, dünyadaki depremler arasında sayılı bir yere sahip, üstelik hemen hiç görülmeyen biçimde, dokuz saat arayla 7.7 ve 7.6 şiddetinde iki büyük deprem.
Can ve mal kaybı açısından çok ağır bilançoya sahip:
"43 bin 566 can kaybı, binlerce yaralı, binlerce ev yıkılmış ya da yaşanmayacak ölçüde hasarlı".
Şili'de 9.5 şiddetinde ve dakikalarca süren depremde üç bin kişi can veriyor, burada 7.7 ve 7.6 şiddetindeki iki depremde can verenlerin sayısı 43 bini aşıyor.
Soylu'nun sözüne bakarsak:
"- Bu mu depreme hazırlık!..
- Kaos değil de, nedir bu?..
- Kaos olması için daha ne olması gerekiyor?.."
Kaldı ki, "kaos" iki yönlü.
Deprem öncesi hiçbir hazırlığın olmadığı can ve mal kayıplarından belli.
Deprem sonrası arama ve kurtarma faaliyetlerinde ise, gecikmeler daha fazla can kaybına yol açıyor. İnsanlar boşuna feryat etmiyor!..
Hayatta kalanlara yardım ise, olağanüstü aksıyor.
Binlerce insan depremden sonra günlerce yardım bekliyor, avaz avaz yardım talebinde bulunuyor. Depremin üzerinden 19 gün geçmiş, hâlâ:
"Çadır, battaniye, hastane, elektrik, tuvalet, su, ekmek ihtiyacı tam karşılanmış değil, devletin hâlâ uğramadığı köyler var."
Soylu'nun söylediği "hazırlık" bu mu?..
Aksaklıkların boyutundan bir bölümü İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener dün FOX TV'de anlatıyor:
"AFAD Müdürü arandı. AFAD Müdürü validen, vali genel merkezden talimat almadan izin verilmedi. Kendileri gerekli malzemeyi dağıtamadılar. Çünkü eleman eksikti. Gönüllülere çağrıda bulunduk, 30 bin telefon aldık, onlarla yardıma koştuk. Karar veremiyorlar, bürokrasi tam tersine insanların inisiyatif alamadığı hale geldi. İşler en son Beştepe'ye gidiyor."
İlk günlerde kurtarma faaliyetine katılan gönüllüler, kendiliğinden yardıma koşan madenciler, itfaiyeciler, her gruptan, her meslekten insanlar.
Deprem anında orada bulunan devletin görevlileri söylüyor ki...
"İki gün AFAD'ı görmedik."
Bu mu Soylu'nun söz ettiği "hazırlık?.."
Bu "kaos" değil de, ne?..
Depreme öncesinde ve sonrasında hazırlığın inanılmaz yetersizliği ortaya çıkan manzaralardan belli. Ama, Soylu mecbur, öyle konuşmaya mecbur!..
Yurt dışında depremden bu yana yayınlanan haberler ve yorumlar, aynı yerde birleşiyor:
"Bu deprem Erdoğan'ın sonu olabilir."
Ya da:
"Erdoğan için hesap zamanı."
Ya da:
"Erdoğan kalitesiz inşaatlara izin vermekle eleştiriliyor."
Yorumlarda Erdoğan'ın bir zamanlar "bunlar Nazi kalıntısı, bunlar faşist" diye suçladığı ülkelerin depremde yardıma koştukları da hatırlatılıyor.
İktidar ve yandaş medya gerçeğin elbette farkında.
O zaman ne yapmak gerek?..
"Sanal gerekçeler uydurup, acele muhalefete yüklenmek gerek!.."
Yandaş medya tam da, bunu yapıyor.
Yine bir yerlerden gelen emirle, benzer manşetler, masa başı haberlerle yirmi bir yıllık ihmali unutturmaya çalışıyorlar. Ne kadar çabalasalar da, bu mümkün değil.
Yirmi bir yıl!..
Sonuç binlerce can kaybı, yıkılan kentler, kasabalar...
Yirmi bir yılda zaten hangi felaketin altından kalkabiliyor iktidar, orman yangınlarının mı, sel baskınlarının mı, tren kazalarının mı, maden patlamalarının mı, hangisinin?..
Hangisinde önceden hazırlık var?..
Hangisinde, felaket sonrasında yaralar sarılıyor?..
Hangisinde?..
İşte, şimdi deprem felaketiyle ara verdiğimiz iki dev sorun var:
"Kuraklık ve enflasyon."
Merkez Bankası hâlâ faiz düşürmekle, dolayısıyla enflasyonu tetiklemekle meşgul!..
Ya kuraklık?..
Bu da doğal bir felaket.
Yarın kapıya dayandığında, kuraklığa karşı son yıllarda hangi hazırlık var, nerede?..
Sadece algı operasyonlarıyla ülkeyi yönetmeye kalkmak, o felaketlerin altında kalmakla eş anlamlı.
Faturayı ne yazık ki, hepimiz ödüyoruz.
AKP'ye sandıkta ödetmek üzere.
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |