Halı sahada maç yapmak için öğretmenleri gözaltına aldıran savcı... Kadın avukatın etek boyunu kısa bulan yargıç... Şikayetçi taraf olduğu davayı kendisi görmeye kalkan yargıç... Sapık bir katilin cezasına "iyi hâl indirimi" uygulayan yargıç...
Bunlar "günümüz hukukundan harcı-ı alem manzaralar". Ancak, asıl düşündürücü manzaralar bu örneklerin ötesinde.
Çeşitli nedenlerle "hak ihlaline" uğradığı gerekçesiyle, Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı dün "büyük geçinen ve artık büyüklüğü kendinden menkul gazetelerin" internet sitelerinde tek kelimeyle yer almıyor. Biri hariç, o haber bilmem kaçıncı sayfanın dibine şöyle bir sıkıştırılıyor.
Onlar yayımlamayınca, gerçek değişiyor ya da kimse öğrenmiyor sanki!
Neden yayımlamıyorlar? Daha doğrusu, neden ya-yım-la-ya-mı-yor-lar?
1- "Ya Reis kızarsa" korkusundan
2- "Ya patron Reis’ten fırça yerse" korkusundan
3- "Ya patron bize şarlarsa" korkusundan
4- Yandaşlık yarışında geri kalıp, gözden düşmek korkusundan.
Zaten "Reis korkusunun" bulunduğu haberlerde, hepsi hem birbirine, hem de özellikle TRT’ye bakıyorlar. Bakıyorlar ki, TRT vermiyor, tamam anlaşılmıştır, "Biz de vermiyoruz".
Ne gazetecilik ama!
Bu da, o kadar "düşündürücü manzara" değil. Artık rutin hale gelmiş, inandırıcılığı çoktan kaybolmuş, halkta hiç bir karşılığı olmayan yandaş manzaraları bunlar.
Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) bireysel başvuru hakkı 23 Eylül 2012’de başlıyor. O tarihten 1 Ekim 2019’a kadar AYM’ye 244 bin 84 başvuru yapılıyor. Bunun 197 bin 646’sı karara bağlanıyor. Bence iyi bir çalışma, verilen kararlar ayrı.
AYM’de çok ciddi sorun var, o da yapısından kaynaklanıyor.
On beş üyenin on ikisini doğrudan Cumhurbaşkanı, diğer üçünü Meclis seçiyor. Meclis’te çoğunluk AKP’de olduğu ve AKP Başkanı aynı zamanda Cumhurbaşkanı olduğu için gerçekte AYM üyelerinin tamamını Cumhurbaşkanı seçiyor.
Bu seçim "AYM’nin tarafsızlığını yok eden" bir mekanizma.
Örneğin, Osman Kavala davasında Tayyip Erdoğan birkaç kez olumsuz görüş bildiriyor. AYM belki de, bundan etkileniyor ve Kavala’nın başvurusunda AYM "beşe karşı on oyla hak ihlali yoktur" kararına varıyor. O karar önceki gün AİHM’den dönüyor.
AYM’nin yapısı, üyelerin seçim usulü hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı açısından olağanüstü bir çarpıklık. Son günlerde Adalet Bakanlığı "yargı reformundan" söz ediyor ancak, orada AYM’nin yapısının değiştirilmesiyle ilgili tek satır yok.
Başka ciddi bir manzara AİHM ile ilgili.
Avrupa ülkeleri arasında AİHM’e Türkiye'den başvurusu sayısı, giden dosya sayısı açısından rekor seviyede.
AİHM’de Türkiye’ye ait 110 bin 438 başvuru var.
Bakar mısınız, insanlar hukuku kendi ülkesinde bulamayınca, hakkını aramak üzere AİHM’e gidiyor.
AKP döneminde AİHM kararları doğrultusunda mağduriyete uğramış yurttaşlarına devlet 295 milyon 81 bin Avro ödemek zorunda kalıyor.
Vahim hukuk manzaralarından biri.
Hukuk bu ölçüde dökülürken, hukuka güven son sıralarda yerini alırken, "adelet nedir" diye sorulduğunda, insanların aklına "adalet adaletsizliktir" yanıtı gelirken, ister istemez üniversitelere bakmak gerekiyor.
Son on yılda 34 yeni hukuk fakültesi açılıyor. Kağıt üstünde 81 hukuk fakültesi var ama, aktif olan 67’si.
Hemen her gün bu ülke bir hukuk sorunu ile karşı karşıya kalıyor. O sorunlardan herhangi biri karşısında, siz bu fakültelerden akılda kalan bir ses duyuyor musunuz? Bir tepki? Var mı son yıllarda? Belki tek tük!
Yazdıkları kitaplar ve derslerde anlattıkları hukuk ile her gün tanık oldukları hukuk arasındaki farkı gördüklerinde, "bilim" adına hiç mi rahatsızlık duymuyorlar?
Günümüzde gözler Osman Kavala ile ilgili AİHM kararının uygulanmasına, yani Kavala’nın tahliyesine dönüyor.
AİHM kararlarına uymak, bağlayıcı nitelikte.
Bu bağlayıcılık, Anayasa'nın 90. maddesi ile kesin hâle geliyor.
Buna rağmen, "Bekleyelim, ne olacak" havası var.
Yanlış!
Çarpık!
Çünkü, Anayasa'ya aykırı!