Kaldığım evin sokağında bir bakkal, bir pastane, bir eczane, bir antikacı, bir mobilya tamircisi ve bir de şans oyunlarının oynandığı geniş salon var.
Sabah, öğlen ve akşam saatlerinde bu dükkanların önünden geçtiğimde, tam beş gün oluyor, henüz bir müşteriye rastlamış değilim.
Pardon, iddia, at yarışı ve diğer şans oyunlarının oynandığı salon hep dolu.
Üstelik, çevreye bakınca belli ki, burası üst orta sınıfın yaşadığı bir semt.
Burası Atina, Atina’nın merkezi konumunda bir yer. Ünlü Sytnagma Alanına on dakika.
Eklemek gerek:
Sabah, akşam geçtiğim sokakta altı dükkan daha var, kepenklerini indirmiş.
Kimse “Yandım, bittim, açlıktan, sefaletten ölüyorum” diye bağırmıyor.
Atina’nın ünlü meydanlarında dolaşırken hayat yine herhangi bir 'kriz alameti' göstermeksizin akıyor.
Yunanlılar krizi benimsemiş, 'krizle yaşamayı' kabullenmiş bir havada.
Ben son yirmi yıl içinde Atina’ya altı kez geldiğimi biliyorum.
Bu sefer o eski neşe, 'taverna ruhu, gece alışkanlıkları' yok.
Kriz havası buraya turist olarak gelenleri de etkilemişe benziyor, turistlerde de pek neşe yok.
Örneğin, ünlü Plaka, bizim İstanbul’daki Beyoğlu, Asmalımescit benzeri yerdeki lokantalar ve tavernalar bile pek parlak değil, yarıdan fazlası boş, müzik eh işte.
Terörün ya da benzer tehdidin olmadığı bir yerdeki rahatlık. “Aaa, kimse aramıyor, aaa burada da, güvenlik kontrolü yok” gibi, şaşkınlığa düşmek bile mümkün.
Buna karşılık, Yunanistan AB ülkelerine göre belki de, çağdaş teknolojiyi henüz tam içine sindirmiş görünmüyor.
Kamu binaları çok eski, içindeki teknolojik donanım da öyle.
Bu devletin işlemesini hantallaştırıyor. Onun sonucu olarak, yurttaşına hizmet götürmekte ağır kalıyor.
Bu temel ağırlığa şimdi bir de temizlik işçilerinin grevini eklemek gerek.
Atina’da sokaklar çöp yığını halinde.
Hükümetin kemer sıkma politikası uyarınca, aylıklarda kesintiye gitmesi, eşit ücret ödeme uygulamasına karşı şu anda temizlik işçileri ayaklanmış durumda.
Atina’da sokaklarda yığılan çöp miktarının üç bin beş yüz tonu bulduğu söyleniyor.
Henüz pis koku yok ama, sokaklar pislikten geçilmiyor.
Halk bu grevden rahatsız değil, hatta sorduğunuzda, grevcilere hak veriyor.
Çünkü, eğer kendisi de bir kamu çalışanı ise, üç gün sonra onlar da benzer eylem hazırlığına geçmeyi planlıyor.
İki gündür bütün Yunan TV’lerinde aynı görüntü.
Bir deniz kıyısında batmak üzere olan bir bot, içi lebaleb insan dolu.
Kıyıdan yukarıya tırmanan yirmi, otuz kişi, çalılar arasından düşe kalka ilerlerken, en öndeki adamın kucağında bir bebek, havluya sarılı, diğerlerinin üstü başı perişan, sırıksıklam, ayakkabı filan hak getire.
Bunlar iki gün önce Kos Adasına çıkan son kaçak göçmenler.
Ekonomik kriz var, yaşama sevinci azalmış ve Yunanistan’ın karşısında dev bir sorun:
Kaçak göçmenler.
Sadece Kos Adasına değil, Yunanistan’ın her tarafından göçmenler giriyor içeriyor.
Bazı Orta Avrupa ve bazı Balkan ülkeleri, medyada eleştiriler ve kullanılan deyimler felaket, “bir sürü gibi, önlerine kattıkları insanları” Yunan topraklarına yönlendiriyor.
Geçen hafta doksan göçmen gelmişken, göçmen sayısı bu hafta aniden altı yüze fırlıyor.
Altmış bin iltica başvurusu var. Bizden sonra en ciddi rakamlar.
Ve Yunanlıların bu insanları barındırabilecek ne yerleri var, ne yurtları, ne de onları besleyebilecek güçleri.
Örneğin, Kos’da en fazla bin kişi barınabilecek iken, şu anda dört bin göçmen oraya sığınmış bulunuyor.
Kısa süre sonra, Yunanistan’dan “insanlık dramları” okur ya da TV’lerde görürsek, şaşmamak gerek.
Yok, o kadar insanın yaşamını devam ettirebilecek imkanları, kapasiteleri yok.
Bu da Avrupa’daki bütün ülkelerin “insanlıklarını, uygarlıklarını” şimdi hatırlamaları ve gereğini yapmalarını zorunlu kılıyor.
Ben Yunanca bilmiyorum, ama bilenlere ve Yunan meslektaşlarıma soruyorum.
Gazetelerde bunca göçmen haberi çıkıyor ancak, darbe başarısız olunca, Yunanistan’a kaçan bizim 15 Temmuz darbeci kaçaklardan hiç haber yok. Sanki onlar unutulmuş gibi.
Onların sığınma talebi geri çevriliyor, bu eski bir haber, onun dışında bir bilgi yok.
Ben daha önce altı kez geldiğim Atina’yı arıyorum.