30 Temmuz 2016 tarihinde gözaltına alınıyorlar, bir gün önce, bir gün sonra, genellikle o gün.
Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, İhsan Dağı, Mustafa Ünal, Şahin Alpay, Mümtazer Türköne, Lale Sarıibrahimoğlu, Orhan Kemal Cengiz gibi gazeteciler, toplam otuz kişi.
Onlar on dört aydır tutuklu.
Ve o otuz kişi tam on dört ay sonra ilk kez mahkeme karşısına çıkıyor, 18-19 Eylül’de, önümüzdeki pazartesi, salı. Hemen hepsi Zaman gazetesinde yazan gazeteciler.
Hepsine yönelik suçlamanın ana başlığı, FETÖ üyeliği. İddianamede terör örgütü üyeliği nedeniyle 7.5 yıl, 15 yıl, müebbet hapis cezaları isteniyor.
Yazdıkları yazılardan yola çıkarak.
Yazılarında yer alan bazı cümleler nedeniyle “darbeye altyapı hazırlamakla” suçlanıyor bazıları.
İddianamede Ali Bulaç’ın altı yazısı yer alıyor. Altı yazının ikisinden alıntı yapılıyor, diğer dört yazıyla ilgili neden suçlama yöneltilmiş, iddianamede belirtilmiyor.
Alıntı yapılan yazılardan birindeki suçlama şöyle:
“18 Ocak 2014 tarihli yazısında Ali Bulaç Suriye Hükümeti, Türkiye’yi iç savaşa çıkartan örgütlere yardım suçlamasıyla şikayet ediyor. ‘Bu şikayeti sakın hafife almayın’, şeklindeki sözleriyle bir tartışma açıyor. Aynı tarihli Zaman gazetesi ‘MİT’ten skandal talimat, tüm dini grupları izleyin’, manşeti ile çıkmış. Ancak, haberin içeriğine bakıldığında, PYD’nin birinci derecede hedef önceliğinde izleneceği, net bir şekilde görülmüş, dolayısıyla haber kendisi ile çelişerek, başlığını tekzip etmiştir. Böylece Zaman bir sonraki gün MİT TIR’larına yapılacak operasyon öncesinde MİT’i hedef gösteriyordu”.
Son cümledeki gibi, ‘MİT’i hedef gösteriyor” ise, bunun FETÖ bağlantısı nerede, onu pek çıkartamıyorum.
İddianamede Ali Bulaç’a yöneltilen ikinci suçlama bir başka yazısından, sayfa 52, şöyle:
“Öncelikle istenmediği halde, savaş vuku bulursa, mesela Çanakkale’de olduğu gibi, sabredip kılıcın hakkını vermek lazımdır. Öyle bir şeyle karşı karşıya kaldığı zaman, hakkını veren mümin hayatta kalırsa, gazi olur. Cennet’e liyakat kazanır, şehit olursa, doğrudan Cennet’e gider. Diğer taraftan, bu sayede düşman vesayet altına alınırsa ve onlar da karşılaştıkları müminlerden şöyle böyle alacaklarını alırlarsa, Cennet kapıları onlar için de aralanmış olur, şeklindeki ifadeleriyle, (mazlumun kılıç kullanma hakkı yok mudur) sözleriyle örgüt tabanına ve topluma askeri darbeyi telkin ettiği görülmektedir”.
Bu cümle ile “askeri darbe telkini yapıldığı” öne sürülüyor.
İddianamenin yine 52. sayfasında Bulaç’ın 6 Şubat 2016 tarihli yazısı ele alınıyor:
“Kılıç her zaman gayrı meşru bir siyaset aracı mıdır? Zorbalar kılıç kullanır da, mazlumların kılıç kullanma hakları yok mu, şeklindeki sözleri ile darbeyi davet edici yazılarını sürdürmüştür”.
Bu yazının başalığı “Kıyam mı, Temkin mi”.
Temkin yani, bir işin sonunu düşünmek, ölçülü davranmak.
Yazının tamamı okunduğunda, Bulaç “kılıç kullanmayı değli, temkini, yani ölçülü davranmayı” öneriyor.
Ben buraya iddianamedeki sadece Ali Bulaç’a yönelik suçlamaları aktarıyorum. Diğer gazetecilerin de yazılarından hareketle, “terör örgütü üyeliği” suçlaması yöneltiliyor. Bu bir başka grup gazeteciyle ilgili dava.
Bu suçlamalar ve buna ek olarak uzun tutukluluk süreleri nedeniyle Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu bu davalara “müdahil” olarak katılma kararı alıyor.
“Tutuklamalar hukuka aykırıdır” teziyle.
On üç uluslararası sivil toplum kuruluşu sadece gazetecilerle ilgili davaları izliyor, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dahil.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun müdahil olmasının siyasal uzantısı var.
Türkiye ile ilgili önümüzdeki ilk AB İlerleme Raporunda bu başvurunun yer alması bekleniyor.
Bunun anlamı şu:
Bu başvurudan hareketle AB, Türkiye ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmekte bir ölçü olarak kullanabilir.
Demokrasi adına.
Cumhuriyet Davası, Ahmet ve Mehmet Altan’ların davasından sonra görülecek üçüncü büyük gazeteciler davası.