"Parti, normal anlamda bir siyasal parti olarak değil, halkı eğitecek, aydınlatacak, ona rehberlik edecek bir araç olarak tasavvur edilmiştir." (Sayfa 98).
"Milletvekili adaylarının belirlenmesi tümüyle genel başkan, genel başkan vekili ve genel sekreterinden oluşan üç kişilik bir kurula bırakılmıştır." (Sayfa 99).
"Meclis pratikte cumhurbaşkanı ve parti liderine bağımlı, göstermelik bir onay organı haline gelmiştir." (Sayfa 100).
Sayfa sayılarını gösterdiğim alıntılar tek kelimeyle "muhteşem" bir kitaptan, Anayasa Hukuku Profesörü Ergun Özbudun'un "Otoriter Rejimler, Seçimsel Demokrasiler ve Türkiye" kitabından. Pek çok özelliklerinin yanı sıra, "otoriter, tek parti yönetimini" inceleyen teoriler değil, fiilen yaşanmış gerçekleri anlatıyor ve yorumluyor.
Teorik bölümden sonra, kitap önce 1946 yılına kadar süren CHP'nin "tek parti" döneminin bazı özelliklerini vurguluyor.
"Tek parti!.."
"Sanki bugünü anlatıyor!.."
Otoriter rejimlerde "seçim var", ama...
"Seçim yarışını eşitsiz kılmak için iktidar sahipleri başlıca üç araca başvuruyor. Kaynaklara, hukuka ve medyaya erişimde eşitsizlik.
1- Devlet kaynakları üzerinde krediler, lisanslar, takdire bağlı ihalelerle denetim sağlanıyor.
2- Eşitlikten uzak medyaya erişimde televizyon ve radyoların çoğunu kontrol etmek, bağımsız gazete ve dergiler serbestçe dolaşabilse bile, genellikle küçük bir kentsel elite hitap ediyor.
3- Yargıya erişim konusunda, yargı organını, seçim kurullarını kendi yandaşlarıyla dolduruyor, dolayısıyla hakemlik görevi için yaratılmış olan hukuki ve diğer devlet kurumları, sistematik bir biçimde iktidar sahipleri lehinde karar veriyor." (A.g.k., s.181 - 182).
Seçim var ama, eşit koşullarda değil. Demokratik kurumlar şeklen var ama, sürekli iktidar lehine çalışıyor.
Özbudun devam ediyor:
"Bu anlayışa göre, demokratik meşruluğun tek kriteri, seçim sandığında sağlanan üstünlüktür. Anayasalcılığın gerektirdiği tüm denge ve denetim mekanizmaları ise, gereksiz ayak bağları olarak görülerek, bir yana bırakılmıştır." (A.g.k., s.184).
Bu teorik açıklamalardan sonra
"Başkanlık sisteminden temel farklarla ayrılan bu sisteme, Türkiye'de 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' gibi, dünya literatüründe ve uygulamasında mevcut olmayan bir isim verilmiştir." (A.g.k., s.175).
Özünde, 2017 Anayasa değişikliği ile birlikte, 2018'de Türkiye ilk kez "özgür olmayan ülkeler" kategorisine sokuluyor. Basın özgürlüğü endeksinde ise, "en çok gerileme gösteren ülke" konumunda.
Özbudun'un kitabındaki bir bilgi, bir hatırlatma ile Sözcü gazetesinde dün Saygı Öztürk'ün çarpıcı bir haberi bütünleşiyor, içinde yaşadığımız siyasal rejimin niteliği iyice netleşiyor:
"Tek parti dönemi!.."
Yıl 1935...
CHP Dördüncü Kurultayı'nda alınan bir kararla:
"Valiler aynı zamanda CHP'nin il başkanlığı görevine getiriliyor." (A.g.k., s.113).
Ama, bu uygulama CHP'ye büyük zarar verince, dört yıl sonra kural değiştiriliyor ve eskisi gibi, "valiler bir partinin değil, yeniden devletin valisi" oluyor. (Aynı yerde).
Sözcü'de Saygı Öztürk'ün haberine göre ise:
"2 Temmuz 2018 tarihli 703 sayılı KHK ile İl İdaresi Yasasının valilerle ilgili kuralı değiştiriliyor ve şu hale geliyor:
Vali, ilde Cumhurbaşkanının temsilcisi ve idare yürütme vasıtasıdır."
1941 yılından 2018'e kadar "devletin ve hükümetin temsilcisi olan vali" 2018'deki KHK ile "Cumhurbaşkanının temsilcisi" oluyor.
1935'te valiyi il başkanı yapan parti kurultayı, 2018'de ise, valiyi Cumhurbaşkanı temsilcisi yapan, Cumhurbaşkanının kendisi!..
Her fırsatta "tek parti yönetimini" eleştiren, bugünkü ve geçmişteki CHP'yi her fırsatta yerden yere vuran Tayyip Erdoğan şimdi valileri "şahsıma" bağlıyor!..
Aynı değişiklikte yer alan bir madde daha var:
"Valiler, ilin genel idaresinden Cumhurbaşkanına karşı sorumludur."
AKP'nin, devletteki egemenliğinin aynası!..
Tüm tanımlarıyla, tüm uygulamalarıyla, "otoriter tek parti rejimi" ülkeye çökerken, şimdi de ortaya bir "Anayasa değişikliği" lafı çıkıyor.
Hiç gerek yok!..
"Tek bir iradeye bağlı" olarak, valiler örneğindeki gibi, KHK'larla iş zaten yürüyor. Devlette kadrolaşma, rektör atamaları, yargı üzerinde denetim, her Bakanlıkla ilgili kararlar, ne Meclis'e gerek var, ne Anayasa değişikliğine.
Ancak...
"Şahsımın" o çok eleştirdiği Cumhurbaşkanı İsmet Paşa...
İsmet Paşa'nın kişisel çabası ve iradesiyle, tek parti dönemi sona eriyor. "Eşit koşullarda yapılan bir seçimle" 1950'den sonra Demokrat Parti iktidara geliyor. Demokrasiye geçişten yıllar sonra İsmet Paşa duygularını şöyle anlatıyor:
"Çevremizdeki memleketlerin serbest seçimler yaptıklarını görür, utancımdan odamın duvarlarına bakamazdım." (Ergun Özbudun, Metin Toker'den aktarıyor, a.g.k., s.128).
Son olarak:
"Prof.Dr. Ergun Özbudun'un kitabını mutlaka okuyun!.."