Şeker’den önce “kalan Sağlar bizimdir” hikâyesi...
CHP Parti Meclisinde Fikri Sağlar’ın ihraç istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk edilmesi aziz medyamızda, “Kemal Kılıçdaroğlu partiye hakim” yorumlarını beraberinde getiriyor, CHP’yi izleyen onca muhabirin ve “yazarların” katkısıyla.
Doğru, Fikri Sağlar 19 ret, 2 çekimsere karşı 38 oyla Yüksek Disiplin Kurulu'na gönderiliyor. Rakamlara bakıldığında, yarı yarıya, yani Kılıçdaroğlu’nun istediği yönde, tartışılmaz ağırlıkta.
Oysa...
Genel olarak CHP ve Parti Meclisi çok farklı rüzgarların etkisi altında.
Parti Meclisi, Fikri Sağlar’ın partiden ihraç edilmesini isteyen Kılıçdaroğlu’na destek vermek zorunda hissediyor kendisini.
Çünkü...
Kılıçdaroğlu hakkında yirmiye yakın fezleke düzenlenmiş bulunuyor. Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığını kaldırmak amacıyla.
Tam bu aşamada CHP, kendi Genel Başkanı'nı yalnız bırakır mı? Söz konusu değil. Sağlar’ı göndermemek, Kılıçdaroğlu’nu yalnız bırakmakla eş anlamlı değerlendiriliyor Parti Meclisi'nde.
Sağlar’ı Yüksek Disiplin Kurulu'na göndererek, ele güne karşı, fezlekecilere nisbet, Kılıçdaroğlu’na sahip çıktığını ilan ediyor Parti Meclisi.
“Kalan Sağlar bizimdir” diyerek.
Dolayısıyla...
Biraz tersten bakıldığında...
Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı'na siyasal ömür katan bizzat AKP, hazırlanan fezlekelerle.
Tesadüfün böylesi mi, danışıklı döğüş mü?
Atıp tuttuklarına aldırmayın siz, malum AKP, Kılıçdaroğlu’nun muhalefetinden hayli memnun.
Belki biraz “komplo teorisi” gibi ama, Parti Meclisi'nde Sağlar’ı ihraç için oy kullanan üyelerin ağzından düşmeyen bir cümle var:
“Bu aşamada biz Genel Başkanımızı yalnız bırakmayız, elbette sahip çıkarız.”
Bu lafın Fikri Sağlar olayı le ilgisi yok.
Parti Meclisi'nde bu tartışmalar yaşanırken, aynı saatlerde bir büroda eski CHP Konya Milletvekili Atilla Kart harıl harıl “referandumun iptali için hazırladığı ikinci dilekçe üzerinde” çalışıyor.
Nitekim, dün bu dilekçeyi İdari Dava Daireleri Kurulu’na veriyor. CHP’de referandumun iptali için hukuki çalışmayı, aslen hukukçu olan Atilla Kart yürütüyor.
AİHM başvurusu ayrı, bununla ilgisi yok.
İptal için verilen ilk dilekçeyi Danıştay 10. Dairesi 1’e karşı 4 oyla ret ediyor. İkinci dilekçe o nedenle şimdi İdari Dava Daireleri Kurulu’na.
Türkiye’de yargının durumu ortada. Atilla Kart yine de, “biraz hukuk kırıntısı ve vicdan varsa, referandum iptal edilir” derken, geçmişte kalan ve YSK’yı karar almaya zorlayan bir örnekten hareket ediyor.
Hangi şeker?.. Bahattin Şeker.
1988’de Milli Savunma Bakanlığı DYP Bilecik milletvekili ve bir ara Devlet Bakanı Bahattin Şeker’in “asker kaçağı” olduğunu öne sürüyor, askere almak için dava açıyor. Siyasal tarihimizin ilginç öykülerinden biri.
Şeker, bakanlığın kararına iptal davası açıyor Yüksek Askeri İdare Mahkemesi'nde. Askeri Mahkeme, Şeker’in iptal davası red ediyor, Bakanlığı haklı buluyor. Kararı Meclis Başkanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı'na gönderiyor.
O sırada Meclis Başkanı Hikmet Çetin (CHP), Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin (DYP).
Her ikisi de, mahkeme kararı ile birlikte, Yüksek Seçim Kurulu'na başvurarak, “Bahattin Şeker’in asker kaçağı olduğundan milletvekilliğinin düşürülmesini” istiyor.
Yüksek Seçim Kurulu mahkeme kararı doğrultusunda Şeker’in milletvekilliğini iptal ediyor ve Şeker askere alınıyor.
Atilla Kart şimdi bu örnekten hareket ediyor.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu referandumun iptaline karar verirse ki, bugünkü Türkiye’de verir mi? Kart’ın deyimiyle, “hukukun kırıntısı varsa” verir, verirse karar 10. Daireye yeniden gidiyor. 10 Daire:
-Karara uyabilir, uyarsa kararı Yüksek Seçim Kurulu'na bildiriyor.
Bahattin Şeker örneği burada devreye giriyor, Yüksek Seçim Kurulu’nun elini kolunu bağlayan hukuki bir durum ortaya çıkıyor, mecbur uyacak, kaçış yok, referandum iptal. Sanki rüya.
-10. Daire karara direnebilir, o zaman dosya Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu'na gidiyor.
Hukuk açısından nihai karar oradan çıkıyor.
Bu kurul iptaline karar verirse, karar Şeker örneğindeki gibi, Yüksek Seçim Kurulu'na gidiyor. YSK yeni bir referandum süreci başlatmak zorunda kalıyor.
Nerede 1980’ler ve 90’lardaki hukuk, nerede günümüzdeki hukuk?
Bu dilekçeler, bu çabalar hep “hukukun kırıntısı varsa” temeline dayalı.
Yoksa...
“Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş” bulunuyor.
Ya o “kırıntı” varsa, at Üsküdar’a döner mi, döner.
Fazla umutlanmaya gerek yok, adam gibi hukuk çalışması yürütenlere saygı duymak gerek.