Zaferden zafere koşan Macaristan Milli Takımı 1950’lerde fırtına gibi. Puskas’lı, Hidekguti’li, Czibor’lu, Kocsis’li Macar Milli Takımı o yıllarda tam efsane.
Başlarındaki teknik direktör Gusztav Sebes futbol sihirbazı olmanın ötesinde, oyunculara her gün bir başka antrenman daha uyguluyor:
Satranç... Futbolculara her gün satranç oynatıyor. Sahada antrenman bitiyor, masada satranç başlıyor, satranç hocaları eşliğinde.
Sebes bunu şöyle açıklıyor:
“Her gün satranç oynuyorlar ki, futbol kapasitelerinin dışında, sahada düşünme yeteneklerini de geliştirebilsinler. Satranç sayesinde, top ayaklarına geldiğinde, anında muhakeme ile topu kime ve nereye gönderirlerse, en iyi sonucu alabilecekleri kararını vermiş olsunlar.
"Satranç ile birlikte, takımın hem hücumda, hem savunmada çok daha verimli hale geldiğini söyleyebilirim.
"Bizim başarımızın sırrında, satranç önde geliyor.”
Marangozluk, avcılık, nakkaşlık, şairlik ve bestekarlık yanında Osmanlı Padişahları arasında yaygın bir merak daha var:
“Satranç...”
Özellikle:
Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, IV. Murat satranca çok meraklı.
Hepsinde aynı mantık:
“Satranç zeka geliştirici, nefsi terbiye edici bir oyun.”
Hiç biri satranç ile din arasında tersine bir ilişki kurmuyor, öyle bir ilişki kurmak zaten akıllarının köşesinden bile geçmiyor.
Dini terbiye almış, aklı başında, dünyaya hükmeden padişahlar.
Satranç aynı zamanda “uluslararası bir spor.”
Türkiye’de yedi yüz bine yakın satranç oyuncusu Türkiye Satranç Federasyonu altında örgütleniyor. Devletin resmi izniyle kurulmuş bir spor federasyonu, tıpkı basketbol, futbol ve diğer spor dalları gibi.
“Küçükler, yıldızlar, emektarlar” dahil olmak üzere, Türkiyenin dört bir yanında satranç turnuvası düzenliyor bu federasyon.
Yönetimi, üyesi, bütçesi bulunan resmi bir kurum.
Sağda solda dolaşan, ara sıra TV’lere çıkan biri var, Cübbeli Ahmet Hoca namında.
İpe sapa gelmez laflarına rağmen, nasıl TV’lere çıkıyor, orası ayrı. Son marifeti şu sözleri:
“Satranç oynamaktansa, ateşi tutmak daha hayırlıdır. Satranç oynayanlar lanetlenmiştir. Oynayanlara bakanlar da, domuz eti yiyen gibidir.”
Zırvanın dik alası. Türkiye zıvanadan çıkmış vaziyette.
Ne alaka, durup dururken, satranç üzerine saçmalık demek bile lüks, cehaletin dibinin dibi.
Satrancı lanetletmek, oynayanlara hakaret etmek, hangi kitapta yazıyor? Nasıl oluyor da, bu safsatalar TV’lerde yer alıyor?
Daha önce yine “hoca” namında biri, satranca ileri geri laflar ediyor, atıp tutuyor, bir halt bilmeden.
Ve bu saçmalıklar din adına yapılıyor.
Türkiye Satranç Federasyonu da, haklı olarak, şu “Cübbeli” denilen adam hakkında suç duyurusunda bulunuyor.
Türkiye’ye bakın, nelerle uğraşıyor?
Terörden kan gölüne dönmüş bir ülke, çok ağır sorunlarla karşı karşıya, bir de “satranç.”
Ve yine ayrımcılığın ta kendisi.
Saçmalık bitmek bilmiyor.
Yandaş basında yer alan, “köşe yazısı” denilen o yazıların bir bölümünün iler tutar yanı yok. Birilerini suçlamalar, birilerini ihbar etmeler, yersiz, dayanaksız sataşmalar, bilgiden yoksun, zıvanadan çıkmanın örnekleri.
Ya hava alanında modacı Barbaros Şansal’a linç girişimi, darp etmeler, neyin nesi?
Şiddet, şiddet, şiddet.
Barbaros Şansal’ı ne tanırım, ne de ömrümde bir kez görmüş ve konuşmuşluğum var ancak, ona yapılan şiddet, aslında bu ülkede yanında polis varken bile, kimsenin güvenlik içinde olmadığının göstergesi.
Adam bir tweet atmış, suçlu görülüyor, Kıbrıs’tan İstanbul’a getiriliyor.
Daha uçaktan inerken, uçağın merdivenlerinde kendisini karşılayan bir grup “vatan haini” diye, tekme tokat girişiyor.
Bu linç girişimini kendi çapında bir tepki olarak görmenin ötesinde, herkesin başına, her zaman ve her yerde, her türlü olayın gelebileceğini gösteriyor.
Terörün ve şiddetin mutlaka Kalaşnikofla yapılması şart değil, işte bu da bir terör ve şiddet eylemi.
Kimse güvende değil bu ülkede.