"Alkışlarsanız konuşmam, biz alkışlamanın çok zararını gördük."
21 Mayıs 1956, CHP 12. Kurultayı, "ben eğitimli değilim", diye kürsüye çıkan bir delege, aynen böyle söylüyor.
Sıradan bir yurttaşın bu cümlesi, aslında ülkeyi siyasal tarihimizin en hazin günlerine pupa yelken götüren nedenlerden birini vurguluyor.
Lider ne söylerse söylesin, grubu onu, anlayarak ya da anlamadan, otomatiğe bağlanmış biçimde alkışlıyor ve alkışlıyor, o alkışlar lidere "güç zehirlenmesi" olarak geri dönüyor. Attığı her adım ülkeyi geri dönülmez felaketlere sürüklediği halde, lider o alkışlar karşısında, kendisinin hep "doğru yaptığını" sanıyor. Yanlışından dolayı, onu kimse uyarmıyor, "güç zehirlenmesi" katlanarak, devam ediyor.
Ülke daha çok çıkmaza giriyor.
Birbirinden değerli kitaplar yazan Taha Akyol son olarak yine önemli bir kitaba imza atıyor:
"Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca, Otoriter Demokrasi: 1946 - 1960"
Akyol 1946 ile 1960 arasındaki demokrasi deneyini aktarırken, "kuvvetler ayrılığı olmayınca, lider sultasının demokrasiyi nasıl yozlaştırdığını" yaşanmış örnekleriyle anlatıyor.
"Kuvvetler ayrılığı... Yani yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması, iktidarın denetlenebilir olması..."
"Denge ve denetleme" sistemi... Demokrasi ancak o zaman işlerlik kazanıyor.
Ama, kuvvetler ayrılığı olmayınca, kağıt üstünde kalınca, yürütme, yani hükümet ne Meclis'i tanıyor, ne de savcı ve yargıçlar iktidardan bağımsız davranabiliyor.
Taha Akyol'un kitabı günümüze de ışık tutması açısından, değişik yönleriyle tam bir hazine.
Örneğin, basına baskılar, basın özgürlüğünü kısıtlayan yasalar, gazetecilerin hapse atılması... 1950 ile 60 arasında o kadar çok görülen olaylar ki...
Muhalefette basın özgürlüğü şampiyonu, iktidarın ilk yıllarında basınla balayı ve fakat sonrasında, ülke sorunları ağırlaşıp, iktidar o sorunlara çare bulamayınca, enflasyon, işsizlik, döviz rezervlerinin olağanüstü erimesi, dış politikada tıkanıklık üst üste binince, ilki hedef basın, ikinci hedef muhalefeti suçlama ve susturma çabaları.
"Demokrat Parti liderleri Celal Bayar ve Adnan Menderes iktidara gelmeden önce, öylesine demokratik vaatlerde bulunuyorlar ki... Basın özgürlüğü üzerine defalarca döktürüyorlar!..
Ama, iktidara gelince, söylediklerini unutuyorlar ve sürekli suçlu yaratarak, inanılmaz sertleşiyorlar."
Meclis çoğunluğuna rağmen, sorunları çözemedikçe, iktidarda sertliğin sonu yok. Siyaset açısından öyle ki:
"Demokrat Parti'ye oy vermediği, Cumhuriyetçi Millet Partisi'ne oy verdiği için Kırşehir'i il olmaktan çıkartıp, ilçeye dönüştürmeye kadar varan, gözü dönmüşlük ve aynı güç zehirlenmesi..."
Cumhuriyetçi Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı Kırşehir milletvekili olarak Meclis'e giriyor ve...
Dokunulmazlığı kaldırılarak, hapse giriyor!..
Ya da CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek hapse atılıyor!..
Muhalefete sabırsızlık tavan yapıyor.
Siyasal rekabet açısından kitapta ibretlik örnekler, DP ile CHP arasında akıl almaz söz düelloları var.
Örneğin, Başbakan Menderes:
"İsmet Paşa, vicdanlarınızın huzurunda (...) profesyonel bir caninin soğukkanlılığı ile bir buçuk saat konuşuyor." (A.g.k., s.337).
Amacını çoktan aşan bu üslup, insanları yoran, kutuplaştırmayı iyice körükleyen, ülkeyi geren sonuçlar yaratıyor.
Ya da CHP'nin mallarının elinden alınması, üniversitelere baskı, profesörlerin erken emekli edilmesi, dinin siyasete alet edilmesi, o sırada tek radyo var, radyoyu sadece iktidarın kullanarak muhalefete kapatması...
Sürekli ve her fırsatta muhalefet partilerine, kendisine muhalif herkese en ağır sözlerle hakaretler yağdırılması gerilimi katlıyor.
Akyol'un kitabında olağanüstü bir belge daha var. Herhangi bir demokraside asla ve asla akla gelmeyecek bir bakış. Bir DP milletvekili Meclis kürsüsünde:
"Bizde yargıçlar bağımsız değildir, mahkemeler bağımsızdır. Yargıçlar da, birer memurdur, diğer memurlardan hiç farkları yoktur. Yargı yetkisi, Büyük Millet Meclisi'nin emrinde olacaktır." (A.g.k., s.325).
Meclis'te iktidar çoğulukta olduğuna göre, yargı yetkisi de iktidarda!..
Böyle demokrasi filan olmaz!..
"Meclis'in yüzde 93'ü DP'lidir, DP'yi frenleyecek, denetleyecek hiç bir güç yoktur." (A.g.k., s.317).
Yargıya böyle bakan bir iktidarın Adalet Bakanı ne yapıyor?.. O sıradaki Adalet Bakanı Hüseyin Avni Göktürk'ün hedefinde basın var:
"Basın özgürlüğü sınırlandırılmalıdır. Basını bir nizama bağlamak zamanı gelmiştir." (A.g.k., s.371).
Baskı, daha çok baskı!..
Buna karşılık, son on dokuz yılda hiç görmediğimiz bir olay:
"İçişleri Bakanı Halil Özyörük'ün bakanlık arabasını özel işlerinde kullandığı yolunda basında haberler çıktı, Özyörük istifa etmek zorunda kaldı." (A.g.k.s, 258).
Çok partili demokratik döneme girilmesi için Cumhurbaşkanı ve CHP lideri İsmet Paşa yoğun çaba harcıyor. Tarafsızlık adına da, öyle. Örneğin:
"- CHP lideri ve partili Cumhurbaşkanı iken, CHP liderliğinden ayrılıyor.
- 1947'de, CHP tek parti döneminde, Başbakan Recep Peker'in sertliği İsmet Paşa'yı da tedirgin ediyor, Peker'in yerine yeni bir Başbakan atamadan önce, o sırada muhalefetteki Celal Bayar ile Adnan Menderes'in fikrini alıyor.
- Yurt içi gezisinde CHP il merkezi gibi, DP il merkezini de ziyaret ediyor.
- Çeşitli konuşmalarında:
'İdare mekanizmasının, en küçük jandarma karakoluna kadar, partilere eşit gözle bakan tarafsız ve adaletli durumda olması, partilerin de, bütün çalışmalarının kanun içinde kalması siyasi hayatta emniyetin ilk şartıdır." (A.g.k., s.121).
Kitaplar neden yazılıyor?.. Çeşitli amaçlarla...
"Bilgi edinmek, konu ne ise, onu öğrenmek ve onlardan ders almak amacıyla... Yaşamdan tat almak keyfiyle...
Hataları tekrar etmemek amacıyla...
Hele de, siyasal kitaplar günümüzü anlamak, geçmişteki örnekleri bilerek, bugün o hatalardan korunmak amacıyla..."
Değerli dostum Taha Akyol'un kitabını içime sindire sindire, hemen her sayfanın altını çize çize okuduktan sonra, şunu düşünüyorum:
"- Bugünkü AKP iktidarı geçmişten hiç ders almıyor ve belki de, siyasal tarihi pek iyi bilmiyor.
-O nedenle, herkesin olduğu gibi ve fakat özellikle bugünkü iktidar sahiplerinin, tepeden tırnağa, Saray'dan Bakanlarına ve milletvekillerine, AKP'nin örgütlerine, tüm yargı organları üyelerine, yargıç ve savcılara, üniversite hocalarına, yüksek bürokratlara, iş insanlarına ve de medyanın sahipleri, yöneticileri ile çalışanlarına kadar, herkesin özenle okuması gereken bir kitap."
Okurlar mı?.. Ders çıkartırlar mı?..
"Güç zehirlenmesine" kapılmış iktidar sahiplerini, onlara şakşakçılık yapan partileri ve bir bütün olarak yandaşlarını kendine getirir mi?..
"Umalım" demekten öteye gitmeyen iyi niyet temennisi...
Taha Akyol'u kutluyorum!..