İstifa etmeye kalkıyor ve hatta Bakanlar Kurulu toplantısını,herkesin gözü önünde terk ediyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç...
Bakanlar Kurulu’nda, o tarihte Başbakan olan Tayyip Erdoğan o tarihte Başbakan Yardımcısı görevinde bulunan Bülent Arınç ile fena halde tartışıyor.
Tartışmaya yol açan konu önemli değil. Önemli olan, AKP’yi birlikte kurdukları Erdoğan ile Arınç’ın diğer Bakanların gözü önünde atışması. İpler kopuyor.
Arınç sadece Bakanlar Kurulunu terk etmekle kalmıyor, görevinden istifa etmeye karar veriyor.
Ama, o sırada devreye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül giriyor, hatta Tayyip Erdoğan’ın “Arınç’ı ikna etmesi için” Gül’e ricada bulunmasıyla.
Gerçi, Arınç Gül’ün ara buluculuğu ile görevinde kalıyorsa da, AKP’yi kuran Erdoğan - Gül - Arınç troykası o gün, bir daha düzelmemek üzere bozuluyor.
Ve bu üçlü yıllardır, bazı törenler ve cenazeler dışında artık bir araya gelmiyor.
Erdoğan zaten çok kesin, köprüleri rahatlıkla atıyor. “Yorulan, davamıza inanmayan trenden iner” sözleri pek çok kişi gibi, Gül ve Arınç’ı da hedef alıyor. Hem de, defalarca.
Ve dün ne oluyor?
İnanılmayacak bir şey oluyor.
Erdoğan dün Arınç’ı AKP Genel Merkezinde görüşmeye davet ediyor. Davet Erdoğan’dan geliyor.
Böyle bir görüşmenin tek anlamı var.
15 milletvekilinin CHP’den ayrılıp İYİ Parti’ye geçmesi üzerine, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hesapları altüst oluyor. Bütün dengeler değişiyor.
Ve AKP ile birlikte Erdoğan’ı bir telaş, bir kaygı sarıyor.
Telaş ve kaygıları öyle büyüyor ki, moralleri öyle bozuluyor ki...
Tayyip Erdoğan uzun süredir görüşmediği Arınç’ı davet etmek zorunda kalıyor.
Gül’ü aday olmaktan vazgeçirmek için.
Arınç böyle bir girişimde bulunur mu? Bulunursa, etkili olur mu? Bilinmez.
Ancak, burada önemli olan, Erdoğan’ın akla gelebilecek her çareye başvurması.
Burnu yere düşse, eğilip yerden almayan Erdoğan, bir o kadar da, karşıdakini azarlamaktan hiç çekinmezken, şimdi o kadar panik halinde ki, Arınç’a devreye girmesi için ricada bile bulunacak kadar, kendini çaresiz hissediyor.
Zaten bir kaç gündür gözlenen fizik hali moral bozukluğunu yeterince gösteriyor.
Çatacak yer arıyor.
Bir yandan, kendisi ittifak yapınca iyi, başkaları yapınca, “gayrimeşru ve ahlak dışı”.
Diğer yandan Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) çatıyor, “15 milletvekilinin İYİ Parti’ye geçmesinden önce YSK açıklama yapmalıydı” diyerek.
Oysa, 15 milletvekili geçmeseydi, YSK İYİ Parti’nin seçime girmesiyle ilgili acaba nasıl bir karar verecekti?
Muhtemelen seçim dışında bırakacaktı.
Zaten bu olasılığı göz önünde tutan CHP ve İYİ Parti pazar günü aniden anlaşıyor.
Muhalefet AKP - MHP ittifakı karşısında bir arayış içinde, baş döndüren bir siyasal trafik var.
O trafikte durum şu:
-Meral Akşener Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçmiyor.
-Bu tutum muhalefetin ilk turda tek bir aday üzerinde anlaşmasını zora sokuyor.
-Muhalefetin Abdullah Gül üzerinde anlaşması da güç hale geliyor.
-Bu durumda CHP ve HDP’nin ayrı ayrı aday göstermeleri olasılığı artıyor.
Kısaca, o yoğun siyasal trafiğe rağmen, muhalefet cephesinde ‘çatı aday’ uzlaşması şimdilik epey zor görünüyor.
“Şimdilik” demek doğru, çünkü bir saat sonra ne olacağı belli değil.
Bununla birlikte, uzlaşmanın sağlanmayışı ve sağlanamazsa, ayrı ayrı aday gösterirlerse, bunun Erdoğan’ı ekmeğine yağ süreceği ortada.
15 milletvekilinin CHP’den İYİ Parti’ye geçmesiyle birlikte halkın yaşadığı “siyasal balayı” hafif hafif törpülenmeye başlıyor.
Çok iyi bir adım atılmış, halkın umudu artmış, AKP - MHP ittifakı bozguna uğramış, o ittifak neye uğradığını şaşırmış ve çok iyi bir fırsat yakalanmışken, şimdi bunu yüzüne gözüne bulaştırmanın alemi yok.
Muhalefetin ortak adayda anlaşması şart.
“Siyasal mühendislik” burada devreye girmeli. “Özveri” burada devreye girmeli.
Hepimiz için.