"Hiçbir uçurtmayı birbirinden ayıramıyorum. Hepsi bende farklı duygular uyandırıyor. Her uçurtma birbirinden farklı, farklı rüzgarlarda uçuyorlar. Her bir uçurtmanın farklı bir duygusu var yani, öyle söyleyeyim."
Duvarları kendi yaptığı uçurtmalarla kaplı atölyesinde bir taburede otururken böyle anlatıyor Zahit Mungan hayattaki en büyük tutkusunu. Çocukları gibi görüyor uçurtmalarını, her birini ayrı ayrı anlatıyor atölyesine gelenlere. Hikâyelerini, malzemesini, nasıl yaptığını, ilk nerede ve nasıl uçtuklarını…
Zahit Mungan, Mardinli bir uçurtma müptelası. Çocukluk günlerinden beri özgürlük, tutku ve rüzgara aşık. Bu üçünün birleştiği yer ise uçurtmalar, Mardin'in dar sokaklarından, damlardan göğe yükselen uçurtmalar.
"Türkiye'nin her yerinde çocukların ilk uçurtması bir poşettir. Poşete ip bağlarsın, onu uçurtmaya çalışırsın. Benim de ilk uçurtmam bir poşettir. Bizim Mardin yüksek bir tepede kurulduğu için uçurtma için çok elverişlidir. Mesela bir Alaçatı'ya, Gökçeada'ya gittiğinizde rüzgarı çok fazla olduğu için; Nevşehir, Urfa'ya gittiğinizde ise rüzgarı çok az olduğundan zorlanırsınız. Ama Mardin öyle mi? Mardin, uçurtmanın rüzgarını alabildiği tam kıvamında bir yer."
Beş yaşında poşet uçurarak başladığı serüveni 'şeytan uçurtmalarıyla' devam etmiş Zahit'in. Şeytan uçurtmasının ne olduğunu sorduğumda, "Poşet belli bir yere kadar çıktıktan sonra uçmuyordu. Uçurtmanın yerini tutmuyordu. O poşet uçurtmadan sonra yaptığım uçurtmalar şeytan uçurtmasıydı, kağıttan yapılan uçurtmalar" diyerek anlatıyor. Poşetten kağıda geçmek büyük meseleymiş onun için. Günde neredeyse yirmi tane uçurtma yapmaya başlamış beş yaşında. Hatta öyle ki anasınıfındaki tüm arkadaşlarına hediye ediyormuş bu uçurtmaları. Yaşı küçük olduğundan ailesi damda uçurtmasına izin vermiyormuş Zahit'in ama o çözümü mahalle arasında koşturmakta bulmuş. Artık eski Mardin denilen semtin dar sokaklarında havalandırdığı uçurtmaları anlatırken gözleri ışıyor. İçinden muzip bir çocuk çıkıyor Zahit'in.
"Biz Mardin'de tüm yaşamımızı damlarda geçiyoruz. Eğlencelerimizden bir tanesi de uçurtma uçurtmaktı. Mardin'de büyüyen çocukların başı sürekli göğe bakar. Ben de onlardan bir tanesiydim. Göğe bakarak uçurtmaları seyrederdim."
Zahit, göğe bakmaya devam ediyor. Renk renk, boy boy, desen desen uçurtmalarını havalandırmakla kalmayıp dört bir yanda çocuklara uçurtma atölyeleri de veriyor. Uçurtma festivalleri düzenliyor, festivaller katılıyor. Tutkusunu paylaşırken özgürleşiyor ve çocukları rüzgarına davet ediyor senelerdir. Çocuklarla uçurtma atölyeleri düzenlemeye nasıl başladığını sorduğumda gülüyor. "Ben çocuklarla ilk çocukken buluştum" diyerek başlıyor anlatmaya:
"On dört yaşındaydım ve on iki, on üç yaşındaki çocuklara uçurtma eğitimi vermeye gitmiştim. İlk atölyede çok zorlandım çünkü hiç tecrübem yoktu. Aktarmakta zorlanıyordum. Ama şimdi neredeyse yirmi yıldır atölyeler veriyorum. 11 binden fazla çocuğa uçurtma yapmayı öğrettim. Sadece Mezopotamya'daki çocuklar da değil. Benim uçurtma serüvenim Afrika'dan Asya'ya, oradan Avrupa'ya uzanan bir hikâye.
"Bir çocuk uçurtma yapmaya başladığında arkadaşıyla paylaşımı artıyor, düğüm atmayı bilmeyen çocuklar düğüm atmayı, makas tutmayan çocuklar makas tutmayı öğreniyor. Hayal ettikleri renkleri uçurtmalara yansıtıyorlar. Bu uçurtmaları rüzgara saldıkları zaman özgüvenleri artıyor."
Röportajı yaparken içine sığındığımız atölyesi ise Zahit'in aile evi. Önce en küçük odayı atölyeye çevirmiş. Ne uçurtmaları ne kendi sığamayınca odaya bu sefer büyük odayı almış. Sonra bir bakmış ki bütün ev atölye olmuş. Arkeoloji Müzesi'nde altı yıl memuriyetin ardından artık atölyeye dönmüş aile evi yeni işyeri de olmuş Zahit'in. İki yıldır bu atölyede konuklarını ağırlıyor. Onlara üç çıkış noktasını anlatıyor:
"Benim üç tane çıkış noktam var: Özgürlük, tutku ve rüzgar. Bunları memuriyet hayatında hissetmeyince ayrıldım. Özgürlük kendi iradenle tasarladığın bir uçurtmayı özgürce uçurabilmek benim için. Tutkuya gelirsek, tutku çok özel bir duygu. Bir işin ya aşığı ya da muhtacı olacaksın derler ya, ben şanslıyım ki işimin aşığıyım, aşığı olduğum işi yapabiliyorum. Maalesef herkes tutkusunun peşinden koşamıyor. Rüzgarsa bir bağımlılık gibi. Çok doğru bir benzetme olmayacak belki ama güneyden gelen rüzgar tenime çarptığında, sigara dumanı üzerine gelen bir sigara tiryakisi gibi oluyorum. Dayanamayıp uçurtma uçurmak istiyorum."
O heyecanla uçurtmalarını anlatırken kendimi tutamayıp hiç uçurtma uçurmadığımı itiraf ediyorum. Kış havası olmasa beraber uçuracağız belki ama rüzgar bizden yana değil. Üzülüyor Zahit, "Bu yaşıma geldim, uçurtma uçurduğu zaman mutsuz olana rastlamadım. Günlük hayatımızdan kopuyoruz, uçurtma bizi hayatın tüm telaşından koparıyor ve bizi rüzgarla, gökyüzüyle baş başa bırakıyor" diye beni teşvik etmeye çalışıyor ileride bir gün uçurtma havalandırmam için.
Konuyu değiştirmek için uçurtma desenlerini soruyorum. Mardin'in kültürünü uçurtmalarına yansıtmaya çalıştığını söylüyor. Şahmeran, Mardin eşeği, dövmeli kadın… Mardin'in bağrından kopan sembolleri rüzgarla nasıl buluşturduğunu anlatıyor. Bir şeyler anlatmak istediğini, kendi kültürüne ait sembolleri yaşatmak istediğini ısrarla vurguluyor. Uçurtmayla anlattığını bir de kelimelere döküyor röportaj için:
"Eski Mardin'den insanlar yeni yerleşim alanına göç etti. Sokakta çocuklar top oynamıyor. Evler boşaldı. Evlerden gelen yemek kokuları kalmadı. Bu mahallede daha çok çocuk görmek isterdim. Turizme karşı değilim ama bu gidişatın bir parçası da turizm. Bu evlerde yaşam olması gerekiyor. Her yerin kafeye otele dönüşmesi yerine çocukların da yaşayabildiği bir şehir olması, bu şehirde bir yaşam olması gerekiyor."