Kieslowski’nin Dekaloglar serisinin 5. Filmi olan “Öldürme üzerine kısa bir film”, öldürme eylemi üzerine çekilmiş, yıllar geçse de unutamadığım bir filmdir. Filmde yönetmen iki öldürme eylemini arka arkaya taşır perdeye. Birincisinde, genç bir adam bindiği taksinin şoförünü öldürür. Kolay ve hızlı bir şekilde olmaz bu, yaklaşık 60 dakikalık filmde, neredeyse 20 dakika sürer bu öldürme eyleminin geçtiği sahne. (Gerçekten izleyici için çok dayanılır değildir, gösterim sırasında dayanamayıp salonu terkeden seyirciler olur). Filmin ikinci yarısında ise, taksi şoförünü öldüren genç adam karşı karşıyadır ölümle. Bu sefer, öldürme eylemi yasalar eliyle, devlet tarafından gerçekleştirilir. Film genç katilin öldürülmesiyle (idamıyla) biter. İki ölüm, iki ölü, iki de katil vardır ortada, birbirlerine benzerler, farkları öldürme eylemlerinden birinin devlet adına yapılmış olmasıdır. Filmin ilk yarısında, neredeyse insanı isyan ettiren bir uzunlukta ve soğukkanlılıkla cinayet işleyen katil, ikinci yarıda artık bir mağdura dönüşür, film ilerledikçe seyircinin gözünde o da ölen taksi şoförüyle eşitlenir. Ölüm, öldürme eylemi aynıdır aslında ortada öldürülmüş biri varsa bir de katil vardır. Birbirlerine benzemişlerdir. Eylemi kimin için, ne için yaptıkları önemini kaybeder.
Özgecan cinayetinden sonra ortaya çıkan tepkilere, yazılanlara, söylelenlere bakınca bu toprakların şiddet iklimi üretmek için ne kadar hazır olduğunu, çok geniş bir yelpazede yer alan insanların buna ne kadar yatkın olduğunu düşünmeden edemedim. Bir anda, idam edelim, hadım edelim, gözünü oyalım söylemleryle doldu medya. Alıştığımız bir dil bu, yaşanan sorunları en kestirme, en akıl almaz yollarla çözme eğilimi, yabancısı olduğumuz bir durum değil. Birisi birini mi öldürdü, tamam o zaman biz de onu öldürelim. “Asmayalım da besleyelim mi?” “Sallandıracaksın 3 tanesini bak bir daha oluyor mu?” sözleri zaten daha kulaklarımızda çınlamaya devam ediyor.
Özgecan cinayetiyle de beklenen oldu ve idam cezası ile hadım etme cezası yeniden konuşulmaya başlandı. İktidar ve çevresi zaten buna çok hazır, onların aklının bir köşesinde hep olan şeyler. Erdoğan, zaten yıllar önce “idam cezasını yeniden düşünebiliriz” demişti. Beni düşündüren onlar değil de, kendisini daha farklı bir yerde konumlayan, iktidara ve onun zihniyetine mesafeli duran insanların idam cezasının bazı durumlar için gerekli olduğunu düşünüp dillendirmeye başlamaları oldu. Cezaya karşı çıkanların ciddi bir bölümü de, cezaya değil de bu iktidar döneminde cezanın yasallaşmasına karşılar. Şöyle bir mantıktan hareket ediyorlar: “Yo hayır, idam cezası gelirse, bu iktidar onu sonuçta en çok bizler için kullanır, tecavüzcülere kullanmaz. Bak geçmişte Deniz’leri astılar, bu kozu onlara vermeyelim.” Maalesef idam cezasının, şartlara, suça ve suçluya bağlı olmaksızın yanlış ve sakıncalı olduğunu dile getirenlerin ise şu günlerde pek sesleri çıkmıyor.
İdam cezasının kaldırılması konusunda, neredeyse artık bütün dünyanın üzerinde uzlaştığı, işlenen suçtan bağımsız gerekçeler vardır ve her duygusal tepki verildiğinde bunların hatırlanması son derece yararlıdır. Birincisi, idam etmek, kişinin varlığını hedef almak onu yok etmek, öldürmektir. Ölümle birlikte bütün acılar biter. Siz birini öldürdüğünüzde onun acılarına son vermiş olursunuz, yani aslında onu, cezalandırmamış olursunuz. İkincisi, idam ederek siz devlet de olsanız “katil” olursunuz. Böylece suçluyla bir farkınız kalmaz. Üçüncüsü, her zaman yanılma payı vardır. İdam cezasının geriye dönüşü yoktur. Dördüncüsü, bu cezanın caydırıcı olduğu ve idam cezası uygulanan ülkelerde ilgili suçları azalttığı yolunda bir bulgu yoktur. Yani caydırıcı olsaydı, hakikaten ‘üç-beş kişinin sallandırılmasıyla’ birçok ülkede suç denen şey çoktan ortadan kalkardı. Böyle olmadığını biliyoruz.
Ama şunu biliyoruz ki, ancak açık yüreklilikle şöyle söyleyebildiğimizde gerçek anlamda idam cezasına karşı oluruz: Bir kişi, suçu ne olursa olsun idam cezasıyla cezalandırılmamalıdır.
Hukuk insan ilişkilerinde olası sorunların duygusal yollarla çözülmemesi için vardır zaten. Herkes sevdiği birini öldüren katili öldürmeyi aklından geçirebilir, bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur, ama devletin görevi zaten bunu engellemek, suçluyu toplum adına cezalandırmak değil midir? Suçluları herkesin kendi kafasına göre cezalandırdığı bir toplumsal yaşam düşünülemez bile.
Özgecan cinayetinden sonra canlanan diğer bir tartışma da tecavüzcüleri ‘hadım edelim’ tartışması. Şöyle bir mantıktan hareket ediliyor; tecavüzcü erkeğin suç aleti penisi, o zaman tecavüz suçlularına verilebilecek en caydırıcı ceza onları hadım etmek olmalıdır. Hükümet çevrelerinden bu konuyu daha önce de duymuştuk. Örneğin eski aile bakanı Fatma Şahin ‘hadım edelim’ önerisini hemen yeniden gündeme getirdi. Fakat bu sefer çok farklı yerlerden de aynı talepler geldi.
Dün T24 yazarı Çiğdem Anad hadım edilmeyi savunan bir yazı yazdı, aynı mantıktan hareket ediyor Çiğdem Anad da “Erkeklerin en büyük silahları cinsel organları. Bu silahla yaralıyorlar, öldürüyorlar. Tecavüzcülerin bu silahını etkisiz hale getirmeyi iktidar sahibi erkekler istemedikleri sürece suça, vahşete ortak oluyorlar.“ Bu yaklaşımın kabul edilebilir, tutar bir tarafını bulmak çok zor. Öncelikle, suçla suçu işlediği düşünülen organ arasında bağlantı kurmak gariptir ve bu bizim hırsızın kolunu kesmemizi, birini öldüreni aynı şekilde öldürmemizi meşrulaştırır. Öte yandan, cinsel itkilerin harekete geçmesinde sadece genital bölge mi etkilidir? Burada zihinsel süreçlerin hiç mi rolü yoktur? Diyelim hadım ettiniz, bununla sadece “ereksiyon”u önlemiş olursunuz, tecavüz sadece bundan mı ibarettir? İşin şiddet uygulama, aşağılama, teşhir etme, kirletme yönü ne olacak? Ereksiyon olamayan erkek tecavüz edemez mi yani? Tecavüzcünün elleri, kolları, yumruğu yok mu? Tecavüzü penise, ereksiyona indirgemek nasıl bir bakıştır?
Çiğdem Anad bununla da kalmıyor, devam ediyor: “Hadım etme cezasına karşı çıkanlar insan haklarından söz ediyorlar. Hangi insan hakları ya? Kadınların canlarına kastedenlerin insan hakkı olur mu? Önce tecavüze uğrayıp, öldürülenlerin insan haklarını savunun, sonra sıra canilere gelsin.”
Evet Çiğdem Hanım, insan hakları konusu “şu insanlara olur, bu insanlara olmaz” denilebilen bir konu değildir. İnsan hakları herkes için temel vazgeçilmez haklardır. Bir insan en ağır suçları işlemiş olabilir ama siz onun vücut bütünlüğünü bozamazsınız. İşkence yapamazsınız. Tecavüz çok kötü bir suç, adamları hadım edelim diyemezsiniz. Dediğinizde her türden işkenceyi de onaylamış olursunuz. Örneğin başka biri de “en önemli şey devlettir, devlete karşı işlenen suçlarda, suçlulara elektrik verilebilir” diyebilir.
İnsan bazen düşmanıyla sınanır.
En şiddetli nefret duygularınızla düşmanınızın karşısına geçtiğiniz an, ona aslında en çok benzediğiniz andır.
Ne derseniz deyin bu ülkede, tecavüzcüler kadar, tecavüzcülere hangi cezaların verilmesi gerektiği konusunda, kafalarında ince ince fantastik tecavüz sahneleri tasarlayanlar var.
Hadım mı edelim, penisinden mi asalım, yoksa kökünden mi keselim, şişleyelim mi, makatına cop mu sokalım? Bir de bunların nasıl uygulanacağı düşünüldüğünde, amman ne fantazi...
Hepsi kalın bir kir üstümüzde, Bu kirden sıyrılamadıkça da, yeni tecavüzcüler için bulunmaz bir yetişme ortamı yurdumuz. @ymbymb